Makale

HİRA’DAN HAYATA

HİRA’DAN HAYATA

Prof. Dr. Enbiya Yıldırım
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah, insanlıkla iletişimini her zaman bir elçi vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Kulları içinden seçmiş olduğu temiz bir şahsiyeti peygamber olarak görevlendirmiş ve bu elçi, ilahi buyrukları insanlara ulaştırmıştır. Elçiler insanlara rabbani talepleri ulaştırırken yaratan tarafından yerine getirilmesi istenen hususları öncelikle kendi hayatlarında tatbik etmişlerdir. Dolayısıyla gelen vahiyler ile peygamberlerin yaşantısının tam anlamıyla birbiriyle örtüşük olduğunu söyleyebiliriz. Zaten tersi olmuş olsaydı Allah’ın buyruklarını insanlara arz ettikleri zaman, peygamberin yaşantısı ile uyulması gereken vahiy arasındaki tenakuzu gören insanlar mutlaka itiraz ederlerdi. Yapmadığı bir şeyi istemesinin ahlaki olmadığını dile getirirlerdi. Lakin bir örnek olması açısından Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına baktığımızda kendisini çeşitli şeylerle suçlayanların onun yaşamı ile Kur’an arasında uyumsuzluk olduğuna dair en küçük bir eleştiri getirmediklerini görürüz. İlginç olan şudur ki Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olmadığını ispat etmek için uğraşan bir kısım müsteşrikler de bütün çabalarına rağmen bu hususta kendilerine yardımcı olacak bir doküman bulamamışlardır. Esasında biz Müslümanlar açısından Sevgili Peygamberimizin getirdiği kitapla tam uyumlu bir hayat sürmüş olması onu takdir etmemize ve daha fazla sevmemize bir gerekçe olmaktadır. Çünkü şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz: Kur’an’da yapılması emredilen ne var idiyse Peygamberimiz yerine getiriyor, sakındırılan her ne var ise bunlardan kaçınıyordu.

Yaşayan tefsir

Hz. Aişe (r.a.) validemiz, Peygamberimizin ahlakının Kur’an olduğunu ifade etmişti. Bu tam da onun hayatını özetleyen bir ifadedir. Bu nedenle biz “Hz. Peygamber yaşayan bir tefsir idi.” dersek mübalağa yapmış olmayız. Çünkü Allah’ın ayetlerinin nasıl hayata geçirileceği hususunda Son Elçi (s.a.s.) her birimiz için temel dayanaktır. Biz ona bakmak suretiyle Kur’an’ın nasıl ete kemiğe büründürüleceğini öğreniyoruz. Peygamberimiz zamanında yaşayan yol arkadaşları ona bakmak ve onu dinlemek suretiyle bunu fiilî olarak gözlemleyebiliyorlardı. Bizim elbette bu imkânımız yok. Bizim önümüzde onun mirası olan hadisler bulunmaktadır. Dolayısıyla kitabın hayata geçirilme şekli hususunda müracaat edeceğimiz temel referans hadis kitaplarıdır.

Yaşanabilir kitap

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşantısı ile sözleri, Allah’ın son kitabının yaşanabilir bir kitap olduğunun göstergesidir. İnsanlar ona bakmak veya günümüzde hadislerini okumak suretiyle bu dinin hayata geçirilebilir bir din olduğunu öğrenmiş olmaktadır. Dolayısıyla önlerinde kitabın nasıl pratize edileceğine dair örnek bulunduğundan dolayı Hz. Muhammed’den (s.a.s.) manevi bir destek ve motivasyon almaktadırlar. Ümmetin yüzyıllardır kuşaklar boyunca uygulayarak bıraktığı miras bunun delilidir. Yaşayan müminler olarak bizler de bunun deliliyiz.

Elçi yok sayılsa

Son hak dinin vahiyden hayata geçmesi için Hz. Peygamber’in ne kadar önemli olduğu çok açıktır. Bir an için Resulüllah’ı devreden çıkardığımızı farz edecek olsak insanlar kitapla baş başa kaldığında herkesin ayetlerden anlayacağı farklı olacaktır. Çünkü bireylerin bulundukları coğrafya, konuştukları dil, aldıkları eğitim ve kültür ile benzeri unsurlar bakışlarını etkiler. Bunun anlamı ise son kitabın insan sayısınca farklı yorumlanacağıdır. Böylesi bir durumda ortaya çıkacak olan sonuç elbette Allah’ın kitabı inzal eylemesiyle murat ettiği şey değildir. Çünkü bu kitap Müslümanları ümmet yapmak için nazil olmuştur. Hz. Peygamber’i devreden çıkardığımızda ise onun yerine insanlar sayısınca sahte Muhammed geleceğinden kitap birleştirici vasfını kaybedecektir. Böylesi bir felaket hiçbir Müslümanın arzu edeceği bir sonuç olmayacağından hep birlikte Allah Resulü’nün peşine gönüllü olarak şevkle takılmak durumundayız.

Allah’ın rızası

Resulüllah’ın din olarak ortaya koyduğu tüm fiil ve söylemleri Rabbimizin onayından geçmiştir. Şöyle ki Peygamberimiz Kur’an’ı tefsir edip hayata nasıl geçirileceğini açıklarken kendi arzularına göre dine bir şekil vermemiştir. Böyle olacak olsaydı bu Allah’ın dini değil Hz. Muhammed’in dini olurdu. Bu da herkese Kur’an’ı kendi anlayışına göre yorumlama hakkı verirdi. Ancak durum böyle değildir. Kur’an’da yapılması veya kaçınılması emredilen neler varsa Hz. Peygamber (s.a.s.) bunları hayata yansıtırken ilahi bir tarassut altında idi. Allah’ın, elçisinin kendi isteğine göre dine şekil vermesine müsaade etmeyeceğine, keza Peygamberimizin de böyle bir talebi olmayacağına göre Kur’an’la hayat bulmuş olan sünnet tam da Rabbimizin istemiş olduğu bir sonuçtur.

Unutmamak gerekir ki Rabbimiz Kur’an’da Hz. Peygamber’in zelle olarak tanımladığımız ufak kusurlarına uyarıda bulunmuştur. Bunun anlamı onun mükemmelliğine hiçbir şeyin gölge etmesini istememesidir. Dolayısıyla resulünün bazı eylemlerine müdahale eden Rabbimizin, ibadet dünyamızı ve kulluğumuzu şekillendiren uygulama ve söylemlerine rızası olmamasına rağmen sükût ettiğini düşünmek, akla uygun olmayışı bir yana Allah’ın, Peygamberimizle olan iletişimini ve onu gözetmesini inkâr etmek demektir. Bu duruma bakarak çok açık bir şekilde şunu demek durumundayız: Rabbimizin ufak kusurlarına müdahale ettiği Nebimizin geri kalan eylem ve söylemleri müdahaleye maruz kalmadıysa bunun anlamı yaratıcı tarafından onaylandığıdır. Demek oluyor ki kulluk olarak önümüze ne koyduysa bunlar ilahi kontrolden geçmiştir ve mutlak olarak onlara uyulması icap etmektedir.

Resul’ün şahsiyeti

Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere, Kur’an’ın hayata geçirilmesinde Hz. Peygamber’in şahsiyeti her zaman ön planda olmuştur. Bu şuna benzer: Bir insanın anlattığı ne kadar doğru ve güzel olursa olsun şahsiyeti anlattıklarını desteklemiyorsa hiç kimse ona iltifat etmez. Hatta anlattıkları bazen nefrete bile sebep olabilir. Aynı durum Hz. Peygamber için de geçerlidir. Kur’an’ı hayata geçirirken öyle bir örneklik ve şahsiyet sergilemiştir ki insanlar onun kişiliğinden de etkilenerek bu yüce dini benimsemişlerdir. Allah Resulü inen ayetleri insanlara sadece tebliğ ederek “Ne hâliniz varsa görün, benim görevim burada sonlanıyor.” dememiş, bilakis Kur’an’ı hayata şahsi yaşantısıyla geçirerek etrafındakilerin dini sevmelerine vesile olmuştur. Bu iletişimde onun tatlı üslubunun ne kadar önemli olduğu izahtan varestedir. Herkese aynı sevecenlik ve tebessümle yaklaşması, kimseyi konumu veya maddi durumu nedeniyle öne çıkarmaması, herkese gönlünde bir yer açması İslam’ın benimsenmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Peygamberimiz zamanında Arap Yarımadası’nda okuryazar oranının neredeyse yok denecek düzeyde olduğu gerçeği kabul edilecek olursa İslam’ın kalplere yerleşmesinde Resulüllah’ın şahsiyetinin ne derece etkili olduğu hemen anlaşılır. Bu esasında zamanımızda İslam’ın mesajını insanlara ulaştırma sevdalısı olanların örnek alması gereken ve belki de ihmal ettikleri bir durumdur.

İlginçtir, Allah Resulü’nün hayatına bakıldığında onun eylemlerine kızarak İslam’dan uzaklaşan kimse yoktur. Tam tersine Son Elçi’nin hayatında her şey bütünüyle ahlak kuralları çerçevesinde gerçekleştiği için herkes neyi niçin yaptığını anlayabilmekteydi. Bazen anlayamadıklarında da soruyorlar ve nedeni öğreniyorlardı. Dolayısıyla Hz. Peygamber’i bahane ederek dinden kopan bir insan yoktur.

Resulüllah’ın talepleri

Söylem ve eylemiyle etrafına örnek olan Allah Resulü’nün Kur’an ışığında insanlardan neler istediğine baktığımızda, taleplerini iki ana başlık altında toplamamızın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar esasında birbirlerine geçişken olmakla birlikte yine de ayrı başlıklar altında toplanabilirler.

Birinci talep

Birincisi, insanların Rablerine karşı görevleridir. Buna öncelikle tevhid inancı olmak üzere akait konuları girer. Ardından namaz, oruç ve diğer ibadetler gelir. Dolayısıyla evveliyat doğru imanda, sonrasında da bu imana uygun kulluktadır. Bunun nasıl olacağını da elbette ayetler ışığında Hz. Peygamber göstermiştir. Sözlü izah gerektiren hususları açıklamış, icraat gerektiren hususlarda da fiilî örnek olmuştur. İnsanlar nelere ve nasıl inanılacağını onun rehberliğinde öğrendikleri gibi mufassal olmayan Kur’an buyruklarının hayata geçirilme şeklini de yine O’na bakarak öğrenmişlerdir. Bu gerçekleşirken Hz. Peygamber hata yapılan hususlara nezaketle müdahale etmiş ve ibadetlerin doğru yerleşmesini sağlamıştır. O’nun verdiği eğitim vesilesiyle İslam dünyasının her yerinde ibadet birlikteliği söz konusudur.

Allah Resulü’nün akaid ve ibadet konularını insanlara öğretirken önce kendisinin hayatını bunlarla bezemesi ve örneklik sergilemesi yanında her fırsatı anlatmak için değerlendirmesi çok önemlidir. Özellikle Hz. Peygamber’in Medine yıllarının sonları sürekli İslam’ı ve onun mesajı ile taleplerini anlattığı bir dönemdir. Dolayısıyla hem anlatarak hem de göstererek rehberlik yapığı bir süreçten bahsetmekteyiz. Bundan dolayıdır ki kendisine kalan zaman çok kısıtlı olmaktaydı. Bugün bizlerin haccı Hz. Peygamber gibi eda edebilmesinin nedeni Resulüllah’ın hac ayetlerini Rabbin istediği gibi izah edip pratize etmesi ve ashabın da buna bakarak onun gibi yapması ve sonraki kuşaklara miras bırakması sebebiyledir. Dolayısıyla kulluğa yönelik emir ve yasaklar afaki buyruklar olarak kalmamış, bilakis Hz. Peygamber’in şahsında şekillenmiştir.

İkinci talep

Allah Resulü’nün vahyi hayata yansıtırken üstlendiği ikinci görev, toplumsal hayatın Rabbin talepleri doğrultusunda düzenlenmesidir. Bu kapsamdaki tüm emir ve yasakları ahlak dairesi içinde toplayabiliriz. Dolayısıyla Hz. Peygamber erdem temelli bir toplum inşa etmeye gayret ederken tıpkı inanç ve ibadetlerde olduğu gibi önce kendisi bunları hayatına hâkim kılmış ve böylece onu örnek almaya gayret edenlere rehber olmuştur. Bunlar insan fıtratıyla da uyumlu olduğundan toplum kolayca benimsemiş ve Kur’an yirmi üç yılda istediği toplumu inşa etmiştir. Yalan konuşmamak, hırsızlık yapmamak, yol kesmemek, içki içmemek, kumar oynamamak, dedikodu yapmamak, insan öldürmemek, yetimlerin mallarını gasbetmemek, anne babaya saygısızlık yapmamak, miras hususunda kimseyi mağdur etmemek diye devam eden uzun listeye bakacak olduğumuzda İslam öncesi toplumdaki ahlak açısından sorun olan tüm meselelerin tedavi edildiğini görürüz. Akıl ve erdem zaten bunların böyle olmasını benimsediğinden dolayı da İslam’ın talepleri insanların gönüllerinde yer bulmuştur.

Temsilin önemi

Anlaşıldığı üzere her şey bir tek kişinin şahsında tecelli etmiş, o bir kişi toplumu dönüştürmüştür. Bu, bize aynı zamanda hiçbir kelimesi değişmemiş olan ve Rabden geldiği gibi önümüzde duran Kur’an karşısında değişenin sadece biz olduğu gerçeğini göstermektedir. Dolayısıyla etrafımızı daha iyiye doğru dönüştürmek için öncelikle peygamber ahlakı ile ahlaklanmak ve onun gibi Müslümanlığı kuşanmak durumundayız. Bunu yapabilirsek nebisini muzaffer kılan Rabbimiz bizlere de aynı nusreti nasip edecektir. Unutmayalım ki bu dinde kâl çok önemli olmakla birlikte bir o kadar da hâl önemlidir. İkisi birbirini desteklemelidir. Biri olmazsa diğeri görevini hakkıyla eda edemez.