Makale

ALLAH’A KUL KULLARA SULTAN HZ. SÜLEYMAN

ALLAH’A KUL KULLARA SULTAN
HZ. SÜLEYMAN
Prof. Dr. Âdem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Peygamberler beşeriyetin başlangıcından itibaren Yüce Allah tarafından kavimlerine hidayet rehberi olarak görevlendirilmiş seçkin insanlardır. İlk insan ve ilk elçi Hz. Âdem ile başlayan bu risalet zinciri son peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan Hz. Muhammed (s.a.s.) ile tamamlanmıştır. Diğer taraftan daveti insanlara ulaştırmak için gönderilen peygamberlerin her birine ayrı ayrı hususiyetler bahşedilmiş, onlardan bu hususiyetlerini ümmetlerinin hayır ve menfaati doğrultusunda kullanmaları istenmiştir. (Bakara, 2/253.)

İsrailoğulları’na gönderilmiş bulunan peygamberlerden olan, Allah’ın pek çok üstün şahsi özelliğin yanı sıra kendisine dünyevi hâkimiyetin temsili anlamında sultanlığı da bağışladığı peygamberlerden birisi de Hz. Süleyman’dır. O, Yahudilikte ve Hristiyanlıkta sadece kral, İslam’da ise hükümdar peygamber kabul edilir. Süleyman isminin İbranicedeki karşılığı olan Şelomoh’nun (Şlomo) “barış, selamet, sükûnet” manasındaki şalom kelimesinden geldiği ve “barışsever, barışçı” anlamını taşıdığı belirtilir. Ahd-i Atik’te yer alan bilgiye göre ise Hz. Davud, tanrıdan oğlunun döneminde barışın hâkim olacağı müjdesini aldığı için ona bu adı vermiştir. (Ö. Faruk Harman, Süleyman, DİA, XXXVIII, 56.)

Kur’an-ı Kerim’de on altı yerde ismi geçen Hz. Süleyman’ın yine sultan olan Hz. Davud’un oğlu ve varisi olduğu, kendisinin üstün kılındığı, salih, hâkim, anlayışlı bir kul olduğu bildirilmektedir. Hz. Süleyman, babası Hz. Davud’un ölümünden sonra on iki yaşında iken tahta geçmiş, Yüce Allah insanlar arasında adaletle hükmetmesi için ona hikmet vermiş, ayrıca ilim ve hikmetinin bir göstergesi olarak ona kuşdilini öğretmişti: “Süleyman Davud’a varis oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” (Neml, 27/16.); “Biz Davud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o daima Allah’a yönelirdi.” (Sad, 38/30.)

Diğer taraftan insanların yanında kuşlar, rüzgârlar ve cinler de ona hizmet etmek üzere görevlendirilmişlerdir. Öyle ki kuşlar ona haberler getiriyor, rüzgâr onu bir yerden başka bir yere kısa sürede ulaştırıyor, nihayet cinler de her türlü işinde onun emrine amade oluyorlardı: “Süleyman’ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi.” (Enbiya, 21/81.), “Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı. Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da ve daha diğerlerini de zincirlerde bağlı olarak (onun emrine verdik.). İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver ister (elinde) tut; hesapsızdır dedik. Doğrusu onun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır.” (Sad, 38/35-40.)

Hz. Süleyman kendisinin emrine sunulan maddi manevi bütün imkânların katkısıyla krallık görevini devralınca babasının da vasiyeti gereği Beytü’l-Makdis’i (Mescid-i Aksa) yapım işini başlatmış, yedi yılda muazzam mabedin inşasını tamamlamıştır. Nitekim onun idaresi altındaki Kudüs kısa sürede mamur bir medeniyet merkezi hâline gelmiştir. (Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberleri Peygamberler, Bursa 2013, s. 107-108.) Allah, Hz. Davud gibi Hz. Süleyman’ı da peygamberlik, hükümdarlık, hikmet ve ilimle donatmış, saltanatı ve nübüvveti onların şahsında toplamıştır. Ancak Hz. Süleyman’ın olayları değerlendirme ve problemleri çözme kabiliyetinin babasından daha üstün olduğu anlaşılmaktadır. Buna Kur’an’da da işaret edilmektedir: “Davud ve Süleyman’ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı; bir grup insanın koyun sürüsü geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” (Enbiya, 21/78-79.)

Taberi’nin rivayetine göre bir koyun sürüsü geceleyin bir ekin tarlasına girip zarara yol açar. Ekin sahibi ile sürü sahipleri arasındaki davada hâkimlik yapan Hz. Davud ve Hz. Süleyman farklı kararlar verirler. Hz. Davud koyunların ekin sahibine tazminat olarak verilmesine hükmederken oğlu Süleyman ise şu kararı verir: Ekin tarlası sürü sahiplerine verilmeli, onlar ziyandan önceki hâline gelinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmelidir. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli, tarlası eski bakımlı hâline gelinceye kadar bu koyunların sütünden, yününden ve yavrularından yararlandırılmalıdır. Neticede Hz. Davud, oğlunun bu içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçip onun hükmünü tatbik etmiştir. (Taberi, Cami‘u’l-Beyan, I-XXVI, Thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, (Daru Hicr), XVI, 320-328.)

Hz. Süleyman’ın hukuki meseleleri çözmedeki maharetine ve kararlarındaki isabete örnek olarak aynı çocuğun annesi olduklarını iddia eden iki kadın olayı hadislerde de yer almaktadır. Rivayete göre iki kadın ve oğulları bir arada bulunuyorken bir kurt gelerek ikisinden birinin oğlunu kapıp götürür. Kadınlar birbirlerini işaret edip “Kurt senin çocuğunu götürdü.” diyerek tartışıp kalan çocuğun kendilerinin olduğunu iddia etmeye başlarlar. Hadise Hz. Davud’a aktarılınca o yaşı daha büyük kadının çocuğunun götürüldüğüne hükmeder. Onun yanından ayrıldıktan sonra kadınlar bu defa Hz. Süleyman’a başvururlar. Kendilerini dinleyen Hz. Süleyman “Bir bıçak getirin çocuğu iki parçaya bölüp aranızda taksim edeceğim.” deyince gerçek anne olan genç kadın, “Yapma, Allah sana merhamet etsin, çocuk onun olsun.” der. Kadının bu şekilde şefkat göstermesinden gerçek annenin küçük kadın olduğunu anlayan Hz. Süleyman (a.s.) çocuğu ona verir. (Buhari, Feraiz, 30.)

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman’a ayrıca kuş dilinin öğretildiğine de işaret edilir. Nitekim kuşlardan meydana gelen ordusunda hüthüdü göremeyince soruşturmuş, mazeret beyan etmezse cezalandıracağını söylemiş, çok geçmeden hüthüt ortaya çıkarak Sebe diyarından haber getirdiğini bildirmiştir. “Çok geçmeden (Hüthüt) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Sebe, Yemen’de dedelerinin ismiyle anılan bir kabilenin adıdır. Gerçekten, onlara (Sebelilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar. (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. (Hâlbuki) büyük arşın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur. (Süleyman Hüthüde) dedi ki: Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın bakacağız. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak.” (Neml, 27/ 22-28.)

Hz. Süleyman’a kuşlardan başka hayvanların dili de öğretilmiştir. Ordusuyla birlikte karınca vadisine geldiğinde bir karınca diğerlerini uyarmış ve Hz. Süleyman’ın askerleri tarafından ezilmemeleri için yuvalarına girmelerini istemiş, bunu duyan Hz. Süleyman verdiği nimetler için Allah’a şükretmiştir: “Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu. Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi. (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” (Neml, 27/17-19.)

Kur’an’da zikredildiğine göre Hz. Süleyman, Yemen’de hüküm süren Sebe Melikesine (Belkıs) Müslüman olup Allah’a teslim olmaya davet eden bir mektup göndermiş, Melike mektuba karşılık olarak Süleyman’a gönderdiği hediyelerin kendisine geri gelmesi üzerine Süleyman’ı sarayında ziyarete gitmiş ve orada kendi tahtıyla karşılaşınca kendisine gelen bir ilim yoluyla daha önce gerçeği görüp Müslüman olduğunu Süleyman’a söylemiştir. (Neml, 27/28-44.) Hasılı Hz. Süleyman, Allah’ın kendisine verdiği güç ve imkânlar sayesinde Sebe Melikesi başta olmak üzere onun hükümranlığı altındaki insanların tevhid inancını benimsemelerini temin etmiştir.

Kur’an’da yer alan başka bir bilgiye göre şeytanlar Hz. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında yanlış sözler ortaya atmışlar, Yahudiler de bu gerçek dışı şeyleri kabul etmişlerdir. Hâlbuki o, kâfir de olmamış kendisi büyü de yapmamıştır: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lakin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ile Marut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara, 2/102.)

Kırk yıl saltanat süren Hz. Süleyman Kur’an’ın ifadesine göre asasına dayalı vaziyette iken vefat etmiş ve emrinde çalışan cinler ancak ağaç kurdu asayı yiyip de Süleyman yere düşünce öldüğünü anlamışlardır: “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Sebe, 34/14.)

Hz. Davud ve Hz. Süleyman, örnek sultan peygamber olmaları sıfatıyla hükümdarlığın, zenginliğin ve sahip olunan her türlü değerin Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için kullanılması gereken birer nimet olduğunu yaşantılarıyla ortaya koymuşlar, insana verilen nimetlerin gurur ve övünme sebebi değil bilakis Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için birer vesile olarak kabul edilmesinin en güzel örneğini yaşantılarıyla göstermişlerdir. Dünyada pek kimseye nasip olmayan şan, şöhret ve yüksek makama sahip olmalarına rağmen onlar esas olarak Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmayı amaçlamışlardır. Bu hususta Allah Resulü (s.a.s.) Davud Peygamber’in şöyle dua ettiğini söylemektedir: “Allahım! Senden, senin sevgini, seni sevenin sevgisini ve beni senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allahım! Senin sevgini, bana kendimden, ailemden ve serin sudan daha sevimli kıl.” (Tirmizi, Deavat, 72.)