Makale

AVRUPA’NIN BOZDUĞU HUZUR VE 1915 TEHCİRİ

AVRUPA’NIN BOZDUĞU
HUZUR VE 1915 TEHCİRİ

Nermin TAYLAN

1853 yılında Rus çarı, İngiliz kralına, “Kollarımızın arasında hasta bir adam var, bu nasılsa ölecek. Biz onu kendi aramızda nasıl paylaşırız?” diyordu. 8 Aralık 1876 tarihinde İngiltere basını “Türk’ün artık Avrupa’da hüküm sürmesine müsaade etmeyeceğiz. Türkler Avrupa’dan hemen çıkarılmalıdır.” yazıyordu. 18 Ekim 1888 tarihinde Fransız basını ise “Türklerin Avrupa’daki günleri sayılıdır. Türkler geldikleri yere, Asya’ya gönderilmelidirler.” diye manşet atıyordu. Hedef belliydi: Balkanlarda uygulanan siyaset Anadolu topraklarında yaşayan farklı din ve ırk mensuplarına uygulanacak; Rusya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler kimine silah temin edecek, kimine para ve kimine de akıl verecekti. 1915 yılında yaşanan Ermeni tehcirinin neden yapıldığını, devletin tehcire neden mecbur kaldığını, asırlarca bir arada yaşayan milletlerin neden artık bir arada yaşayamaz hâle geldiğini anlamak ve konunun muhteviyatını hakkıyla incelemek için öncelikle süreci bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Bilindiği üzere Türk Ermeni ilişkileri Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle başlamıştır. Bizler henüz Anadolu’ya gelmeden önce, yani 1018 yılından daha evvel, Ermeniler bu topraklarda Kars, Van ve Ani civarında kurmuş oldukları dört prenslikle varlık göstermişlerdir. Ancak Anadolu’ya yayılmış değillerdir ve Doğu Anadolu’nun bir kısmı ile Kafkasya’da yaşamaktadırlar.

Ermeniler Grogoryan, Bizans ise Ortodoks olduğundan Ermeniler ile Rumlar arasında yaşanan mezhep kavgası zaman zaman ayyuka çıkmış, bu uğurda kan dökülmüş ve Ermeniler tarihteki ilk büyük sürgünlerini 1020 yılından sonra yaşamıştır. Doğu Roma İmparatorluğu Ermenileri itaat altına alıp asimile etmek için Van’daki Ermenileri alıp Sivas’a yerleştirmiştir. Doğu Roma İmparatorluğunun önce Ermenilere sonrasında Süryanilere uyguladığı bu asimile ve tehcir politikası Selçukluların bu topraklara yerleşip Ermenilere her türlü haklarını teslim etmesiyle birlikte tarih kitaplarına yansıyacak ve Ermeni ve Süryani tarihçilerin “Türkler, Rumlar gibi dinimize karışmıyorlar. Bize rahat ve özgürce dinimizi yaşama izni veriyor.” cümleleriyle tarihe geçecekti.

Özellikle Haçlı Seferleri sırasında Haçlılar Ermenilerin bir kısmını alıp Adana ve Maraş taraflarına sürerler. Bizans ile Ermeniler arasında vuku bulan kavga sebebiyle yaşanan elim hadiselere şimdi bir de Haçlı zulmü eklenince tabir yerinde ise şayet, Anadolu’da feryat asumana ulaşıyordu.

Hasılı, 1071 yılından sonra Türklerin Anadolu’ya yerleştiği dönemde Ermeni prenslikleri çoktan yıkılmış ve siyasi bir varlıkları artık kalmamıştı. Selçukluların varlık gösterdiği dönemde Ermeniler Türklerin tebaası oldu. Diğer devletlerle yaşadıkları kavga artık sona erdi ve Ermeniler Anadolu topraklarında özgürce yaşamaya başladı.

Önce Selçuklu daha sonrasında da Osmanlı yönetimi altında yaşayan Ermeniler, yüzyıllar boyu İmparatorluğun her tarafına dağılmışlar, korkusuzca, asayiş içinde, mal, can, ırz ve namusları emniyet altında, din açısından tamamen serbest, huzurlu ve ekonomik açıdan ise Müslüman tebaadan neredeyse daha rahat bir hayat sürmüşlerdir. Ticaret ve sanatla uğraşmışlar, devletin önemli kademelerinde yer almışlar, en önemli müesseselerin başında görev sahibi olmuşlar ve Balkanlar’daki isyanlardan sonra “tebaa-i sadıka” olarak nitelendirilmişlerdir. Osmanlı Devleti, Hristiyan tebaasına karşı daima eşit davranmış, birini diğerine tercih etmemiştir.

Ancak XVIII. ve XIX. yüzyıllarda dünyada meydana gelen siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeler, Osmanlı toplum yapısında da köklü değişimlere sebep olmuştur. Özellikle İngiltere, Fransa, İspanya gibi büyük sömürge devletlerinin girmiş olduğu sömürge yarışı sonrası bu devletlerin zenginleşmesi, Fransız ihtilaliyle birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımının Osmanlı dâhil olmak üzere büyük devletlerde derin yankı bulması, Avrupalı büyük devletlerin imparatorluklar üzerindeki planları, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan gayrimüslim tebaada bağımsızlık fikrinin oluşmasına yol açmıştır.

Misyoner okullarından yayılan fitne

Bölgedeki ilk olaylar dağlık bir yer olan Zeytun’da yaşanır. Zeytun 1700’lü yıllardan beri halkının devlete vergi verme konusunda sürekli sıkıntı çıkardığı, zaman zaman eşkıyalık gibi faaliyetlerle bölgede kan döktüğü ve nihayetinde IV. Murad’dan alınmış bir vergiden muafiyet konulu ferman gereği devlete vergi vermek istememeleri sebebiyle isyanların çıktığı bir yerdir. Henüz İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin dâhil olmadığı dönemlerde daha büyük hadiseler yaşanmasa da 1780 ile 1915’e kadar Zeytun’da 40’tan fazla isyan çıkmış, özellikle 1834’ten sonra yaşanan isyanlarda köyler basılmış, askerler acı şekilde öldürülmüş ve Müslüman ahali türlü zulümlere düçar olmuştur.

Bölgedeki halkı kendi taraflarına çekerek ayaklandırmak için özellikle Fransa XVIII. yüzyılda bölgede sayısız misyoner okulu açmış ve Ermenileri Katolikleştirip kendilerinden biri hâline getirmeyi hedeflemiştir. Nitekim açılan bu okullarda Grogoryan Ermeniler mezhep değiştirip Katolikleşmeye başlayınca Ermeni Patriği bu okulları dindaşlarını dinden çıkardığı gerekçesi ile devlete şikâyet etmiştir.

Bundan sonra bölgede bazı çatışmalar baş gösterir lakin diğer yandan da misyoner okulları görevlerine devam ederek bağlı oldukları devletlerin mezheplerine göre halkı ya Katolikleştiriyor ya da Protestanlaştırıyordu. Özellikle Ermeniler içerisindeki Protestan nüfus yüzde 10’a ulaştığında bu defa, 1800’lü yılların hemen başında Avrupalı devletler Osmanlı tebaası olan Hristiyanların Osmanlı idaresinden kurtulması gerektiğini dillendiriyordu.

Avrupalı devletlerin bunu ilk uygulamaya koyuşları 1821 yılında çıkan isyanlardan sonra Yunanistan’ın bağımsız olmasıdır. Bunu aynı isyanlar, Avrupa devletlerinin bastırması gibi sebeplerle Balkanlar’da başka bazı topluluklar da takip eder ve bağımsız hâle gelirler. Bundan sonra Anadolu’da yaşayan Ermeniler de Türk hâkimiyetinden kurtulması gereken tebaa kategorisine girer.

Balkanlar’da yaptıklarını Anadolu’da da yapmak isteyen Avrupalı devletler, Osmanlı’nın omurgasının kırıldığı savaş olan Osmanlı-Rus Harbi sonrasında yapılan Ayastefanos Antlaşması ile devreye girerler. Çünkü bu savaşta Osmanlı’nın omurgası kırılmıştır ve Rus çarının ifade ettiği gibi “Hasta adam artık ayakta duramayacak hâle getirilmiştir.” Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nda yer alan 16. maddeye göre “Anadolu’da ıslahat yapılacaktır.” Avrupa bir bölgeyi Türklerden koparmak istediğinde, “O bölgede ıslahat yapacaksınız.” der. Islahat verildikten sonra da o bölge bağımsız hâle dönüşür. Biz bunun en bedihi örneklerini Makedonya’da, Balkanlar’da yapılanlarla görüyoruz. Ayastefanos Antlaşması birkaç ay sonra İngilizlerin araya girmesiyle Berlin Antlaşması olarak değişir ve 16. madde burada 61. madde olur.

Müslüman köylerde vahşi katliamlar

O dönemde Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit’tir ve olacakların farkındadır. Bu sebeple reformların yapılmasını sürekli erteler, birkaç göstermelik mevzu dışında istenilen ıslahatlar bir türlü gerçekleşmez. Ahmet Şakir Paşa tarafından birkaç ıslahat yapılsa da Rus-Japon Savaşı sırasında mesele biraz duraksar fakat İttihat Terakki hükûmetinin başa gelmesiyle mesele yeniden alevlenir. Batı sürekli “Islahat yapın, Berlin Antlaşması’nı uygulayın.” diye baskı yaparken özellikle Rusya bu konuda diretir, en büyük baskı ondan gelir. Nihayetinde 1913 yılında doğudaki Ermeni bölgelerinde ıslahat yapılması konusu uzun uzadıya tartışılır. En son 8 Şubat 1914 tarihinde Yeniköy Mukavelenamesi imzalanır ve doğuda iki vilayet kurularak başlarına yabancı müfettişler getirilir. Yani, Vilayet-i Sitte denilen Sivas, Trabzon, Elazığ, Bitlis, Van, Diyarbekir bölgeleri ikiye bölünerek kuzeyde kurulan bölgeye Hollandalı Vestenek, güneyde kurulan bölgeye ise Norveçli Hoff getirilir.

Bölgede nüfus beş milyondur, Ermeniler ise yüzde 17’lik bir kitleyi oluştururlar. Valiler buralarda Ermeni idareciler atarlar, Ermenileri Türklerden daha üstün tutarlar, Ermenice Türkçe gibi kullanılır, yani orada bir Ermenistan kurma yolunu yavaş yavaş hazırlarlar ki bu da bölgede bulunan üç milyon Müslümanın sürülmesi anlamına gelir. Valiler görevlerini yerine getirmek için uğraşırlar ancak Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla planları netice vermez.

Siyasi alanda bunlar yaşanırken Ermeniler de reform çağrıları yapabilmeleri adına Hınçak ve Taşnak gibi çeteler kuruyor, İstanbul’da ayaklanmalar çıkararak kendilerine destek vermeyen Ermenileri dahi öldürüyorlardı. Doğu Anadolu’da köyler basılıyor, insanlar vahşice öldürülüyor, genç kızlara akla hayale gelmeyecek işkenceler uygulanıyordu. Çocukların ve din görevlilerinin uzuvları kesiliyor, başları süngülerle paramparça ediliyor, yaşlı ve hamilelerin diri diri karınları deşiliyordu. Ermeni isyanlarının en büyüğü 1895 yılında yaşanır ve aynı anda 25 yerde isyan çıkar. Özellikle Erzurum, Van, Muş, Bitlis ve Gümüşhane gibi illerde yaşanan olaylar ve işlenen cinayetler dünya üzerinde hiçbir insana reva görülmeyecek kadar vahşice gerçekleşir.

Ermeni çeteleri için ne kadar fazla insan ölürse o kadar önemliydi. Ermeni veya Türk fark etmeksizin iki halkın birbirini kırması Avrupalı devletlerin ıslahat konusunda elini kolaylaştıracağından çeteler iki milleti birbirine kırdırmak için köyleri basar, halkı birbirine saldırmaları için kışkırtır. Doğu Anadolu’daki olaylarla Avrupa’nın dikkatini yeterince çekemeyince bu kez İstanbul’da Kumkapı, Osmanlı Bankası baskını gibi olayları gerçekleştirir, hatta Osmanlı padişahına suikast düzenlerler.

Osmanlı tebaası olan azınlıkları ayaklandıran Avrupalı devletler bir yandan da Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaşmak için Sykes-Picot gibi anlaşmalar yapıyor, patlak veren savaşla birlikte dokuz cepheden Osmanlı’ya saldırıyorlardı. 1915 yılına gelinceye kadar bu devletler Osmanlı’yı parçalamak için yüzün üzerinde anlaşma yapmışlardı. Osmanlı Devleti bir yandan düşmanlarıyla savaşırken diğer yandan sınırları içinde ayaklanan silahlı çeteleri ve isyanı bastırmaya çalışıyordu. Ancak olaylar askerî müdahale ile yatıştırılabilecek durumdan öteye geçmiş, artık önü alınamaz hâle gelmişti.

Osmanlı, daha evvel de kendi topraklarında yaşanan sıkıntılarda aynı politikayı uygulamıştır. Anadolu’da isyan edip sorun çıkaran bazı aşiretleri Suriye’den Rakka’ya, 60 bin civarında Yahudi’yi düşmanla işbirliği yaptığı gerekçesi ile iç kısımlara, Birinci Dünya Savaşı sırasında 250-300 bin kadar Rum vatandaşını Ege’den Karadeniz’e tehcir ettiği gibi; 1915 yılına gelindiğinde de kendi vatandaşları olan Ermeni ve Türkleri korumak adına Ermeni vatandaşlarını yine kendi toprakları olan Suriye ve Musul gibi bölgelere tehcir etmeyi uygun görmüş, hatta son çare olarak uygulamak zorunda kalmıştır.

Tehcir esnasında şanlı geçmişinde fethettiği topraklardaki gayrimüslim tebaaya diğer hiçbir milletin göstermediği kadar hoşgörü ile muamele edip adaletle yöneten Osmanlı, Ermeni vatandaşları korumak için her kafileye doktor, her hamileye süt vermekten de geri durmamıştır. Topraklarından giderken mallarını kayıt altına alarak geri gelmeleri hâlinde iade edilmesini yoksa dutluk, arpalık, ev, mülk gibi mallarının paralarının eksiksiz ödenmesini sağlamak yönünde bir dizi düzenleme yapmıştır. Bununla birlikte gittikleri yerlerde eski yaşamlarından daha kötü hâllere düşmemeleri için devlet tarafından ödenekleri sağlanmıştır.

Tehcir sırasında görevini kötüye kullanan 2000’den fazla askerini mahkemelerde yargılamış, 69’unu idama mahkûm etmiştir. Yaşanan acı hadiselerde Ermenilere uygulanan tehcirin soykırım olarak nitelendirilmesi tarihî gerçeklikten uzak, bazı dış güçlerin vaktiyle olduğu gibi siyasi yalanlarından başka bir şey değildir. Nitekim soykırım yaşandığını iddia eden başkanların kendi arşivlerinde yer alan raportör evraklarında Ermeni isyanlarında neler yaşandığı ve tehcire neden gerek duyulduğu net bir şekilde açıklanmaktadır.

Osmanlı arşivleri açıktır; hadise belgeler ve dönem kaynaklarıyla gün gibi ortadadır. Türkler tarihin hiçbir devrinde soykırım yapmamış aksine soykırıma tabi tutulan milletlere sığınak olmuştur. Osmanlı Devleti’nin savaşı, o dönemde Ermenilerle değil isyan çıkartan Ermeni çetelerleydi. Tehcir ise yine bizzat kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini korumak için uygulanmıştır.