Makale

GÖKSEL BAKTAGİR İLE MUSİKİ ÜZERİNE...

GÖKSEL BAKTAGİR İLE
MUSİKİ ÜZERİNE...

Mahir KIlInç

Göksel Baktagir, 1966’da Kırklareli’nde doğdu. Müziğe sekiz yaşında, babası Muzaffer Baktagir’in gözetiminde başladı. 1988’de İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarından mezun olduktan sonra lisansüstü eğitimine başladı. Aynı yıl, Tanbûri Necdet Yaşar yönetimindeki Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’na girdi. Yirmi üç ülkenin önde gelen sanatçılarından oluşan üç denizin sesi Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın saz solistlerinden olan sanatçı, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı ve Haliç Üniversitesi Konservatuarında öğretim görevlisi olarak hizmet vermiştir. Sanatçı, Füsun Baktagir ile evli olup Buğra Can ve Cansu adlı

iki çocuk babasıdır.

Beste çalışmalarına konservatuar yıllarında başlayan Göksel Baktagir’in, sözlü ve enstrümantal olarak 400 kadar eseri bulunmaktadır. Eserlerinin birçoğu TRT repertuarına alınmış, “Sazım” adlı zâvil saz semaisi, 1990’da TRT tarafından düzenlenen bir yarışmada ödül kazanmıştır. “Tek Kelime” adlı muhayyerkürdi şarkısı, Milliyet Gazetesi tarafından 1997’nin en sevilen 10 şarkısı arasına seçilen sanatçının “Doğu Rüzgârı” albümü 2000’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilmiştir. 2004 yılında merkezi İsviçre’de bulunan Avrupa Birliği Vakfından “Yılın Müzik Ödülü”nü almıştır. 2013’te Musiki Vakfı ve Beyoğlu Belediyesi iş birliğiyle gerçekleşen Itrî Müzik Ödüllerinde “Yılın Bestekârı” ödülünü almıştır. 2017 yılı sonunda T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında müzik alanında ödüle layık görülmüştür.

“Dildar benim kanunum, kanun benim yârenim.” diye nitelendirdiğiniz ve bu yârenliği 40 yıldır sürdürdüğünüz kanunun Türk musikisi açısından yeri ve öneminden bahseder misiniz?

Kanun, Türk musikisinde önemli bir yere sahip çok değerli bir enstrümandır. 3 buçuk oktavlık bir ses sahası içerisinde özellikle sol tarafta bulunan mandal adını verdiğimiz tertibatı sayesinde Türk musikisinin makamsal ses sisteminde çok zengin imkânları olan özel bir sazdır. Ayrıca o zengin sesi ve ritmik özelliği itibarıyla bizim müziğimizin içerisinde prima bir saz olma hüviyetindedir. Türk müziğimizdeki bizim makamlarımızın birebir öğrenilmesinde temel eğitim aracı olması bu enstrümanın avantajlarındandır. Kanun, sabit perdeli bir enstrüman olduğundan onun için bir manada referans sazıdır da diyebiliriz. Türk musikisindeki yeri bu manada çok ayrıcalıklıdır. Hem melodi hem akort vermesi hem de bulunduğu orkestraya ritim unsuru olarak yardımcı olması açısından da çok önemli bir müzik aletidir.

Sanatçı, çaldığı enstrümanında o nağmeler arasında sanki hep bir şey arar ve ömrünce de aramaya devam eder. Göksel Baktagir olarak sizin de o nağmelerde aradığınız nedir? Bu arayış neden sürüp gitmektedir?

Musiki malum sınırsızlıklar ilmi olarak ifade edilmiştir. Bu sınırsızlıklar arasında en duru sesleri bulma gayretidir bizim mücadelemiz. Çünkü musikiyi bir okyanusa benzetirsek en nadide inciler okyanusun dibindedir. Bizim tıpkı okyanus misali olan musikinin derinlerine daldıkça daha duru seslere ulaşmamız mümkündür. Bu da aslında uzun bir zamanı ve gerek musiki gerek saz ile hemhâl olmayı gerektiren bir durumdur. Dolayısıyla gönlümüzü verdiğimiz ve kuyumcu işçiliği gibi güzellikleri rafine bir incelikle inşa etmeye çalıştığımız alanda en duru en güzel seslere ulaşmayı hedefliyoruz. Ruhumuza dokunan her ses, bizi o mecraya daha da çekiyor ve arayışımızı derinleştiriyor. Arayışımız da bu manada sürekli devam ediyor. Çünkü geldiğimiz noktada bize tınıların dünyasında sınırsız bir alan açılmış oluyor.

Türk müziğinde doğaçlama yöntemiyle yapılan ve genellikle eserlerin başında gördüğümüz taksim sizin için nedir ve ne gibi bir öneme sahiptir?

Taksim formu bir sazendenin bireysel ruhunun ön planda olduğu ve o anki duygularının etkisiyle gönlünden süzülen akışla bir kompozisyon oluşturma sanatıdır. Çok kıymetli ve ayrıcalıklı bir formdur. Birçok sanatkâr sanatını çok iyi icra ediyor olabilir ama taksim, ayrıca yetenek isteyen bir alandır. Hatta taksim için Allah vergisi bir özelliğe sahip olan kimselerin icra edebileceği özel bir alandır da diyebiliriz. Dolayısıyla birçok sanatkâr için taksim formu özel ve hususi yerde tutulur. Taksimin benim için de çok ayrıcalıklı bir anlamı vardır. Sanki ruhumun, gönlümün özgürce kendini ifade edebildiği müstesna bir formdur. Benim sanat hayatımda dönüm noktası sayılan Saygıdeğer Necdet Yaşar Hocam taksim konusunda bizim duayenlerimiz arasındadır. Bu vesileyle de andığımız Hocamızın mekânı cennet olsun.

Özellikle Doğu musikisine ait kanunla Batı müziğinde kullanılan örneğin piyano gibi pek çok enstrümanı bir araya getirerek çok başarılı müzikler ortaya çıkardınız. Farklı tınılara sahip enstrümanlardan yepyeni bir harmoni oluşturmanıza sizi sevk eden amaçlardan ve başarılı olmanızı sağlayan unsurlardan söz eder misiniz?

Kanunun büyülü yolculuğuna dâhil olduğum zamandan bu yana özellikle besteci kimliğimle de enstrümantal müziğin içini doldurmaya çalıştım. Yaptığım bestelerde sadece kanun değil kanunun yanında kanun merkezli birçok enstrümanla birlikte müziğimi sentezlemeye gayret gösterdim ve ilk dönemlerde Batı müziği enstrümanlarıyla birlikte Türk müziğini harmanlamaya çalıştım. Mesela kıymetli sanatkâr dostum Piyanist Ceyhun Çelikten’le birlikte bir Türk müziği albümü yaptık. Aslında öz kültürümüzden beslenerek bestelemiş olduğum geleneksel Türk musikisinin formlarını işlemeye çalıştığım, duygu yoğunluğunun Türk müziği ağırlıklı olduğu bestelerimde sevgili Ceyhun kardeşimle birlikte ortak bir tınıyı ortaya koymaya gayret gösterdik. Bir manada zoru da başarmış olduk. Zaten bizim de amacımız bir bütün içerisinde tek ruhu barındıran ortak bir tınıyı aramaktı. Kıymetli Türk piyanisti kardeşim Ceyhun’la birlikte zannediyorum o ortak sentezi çok iyi bir şekilde oluşturmayı başardık. Bundan sonra da arayışım hep devam etti. Zaten bakış açım da birçok nitelikli müzik türü içerisinde kanunumla sentez güzellikler meydana getirebilmekti. Böylelikle bestelerim de birbirinden farklı birçok enstrümanla buluşma projeleriyle heyecan ve gayretim doğrultusunda sentez bir tema olarak şekillenmiş oluyor.

Çocukların kanunla tanışmalarına ve onu çalabilmelerine yönelik bir proje ortaya koydunuz ve bunu uygulamaya başladınız. Böyle bir projeyle neler amaçladığınızı okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Kanun benim rüyamdır. Yıllardan beri edindiğim birikimlerimi zaten öğrencilerimle paylaşıyorum. Ancak dert edindiğim ve üzerinde uzun yıllardan beri çalıştığım bir büyük rüyam var ki o da şudur: Kanunun küçük yaşlardan itibaren eğitime katılması. 2017 yılının sonlarına doğru Cumhurbaşkanlığımızın kültür ve sanat büyük ödülleri kapsamında müzik alanında Cumhurbaşkanımızın tarafıma takdir etmiş olduğu bir ödül vardı. Ödül törenindeki birkaç dakikalık konuşma hakkımı ben yeni kanun projeme ayırdım. Kısaca özetlemek isterim.

Projemiz, 7 ve 14 yaş gruplarındaki çocuklarımızın müzik yaşantılarının başlamasında kanunun mutlaka temel eğitim aracı olarak hayatlarına girmesini sağlamaya yöneliktir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarımızda ilkokuldan itibaren müzik sınıflarına kanunun referans sazı olarak görülmesi, temel müzik eğitim aracı olarak eğitim hayatına katılması gerektiğini düşünüyorum. Bu manada bu özel projenin içini doldurmak için yıllardan beri çalışıyorum. ARGE çalışmaları yaptık, çocukların rahat bir şekilde kullanabilmeleri için kanunu onlara göre boyutlandırdık ve modifiye ettik. Ama bunun çok çok ötesinde ben, o yaş grubu öğrencilerimize yönelik ilk adım mini kanun eğitim kitapçığı oluşturdum. Kısmet olursa bu projemizin aslında emekleme dediğimiz bir dönemini başlatmak istiyoruz. Bakanlığımıza bağlı olarak pilot okullar tayin edildiğinde kendi birikimimizi aktarabileceğimiz, kazanımlarını görebileceğimiz projemizi hayata geçiririz. Böylelikle de ulusal sazımızı daha güzel yerlere getirme noktasında önemli adımlar atmış oluruz.

Gözümüzün nuru çocuklarımızın müziğe kanun gibi önemli bir enstrümanla başlamalarının bizim kendi kültürümüzdeki, musiki kültürümüzdeki daha doğru seslerin algılanmasında önemli olacağını düşünüyorum. Bu da çocuklarımızı müzik anlamında daha doğru bir yere taşıyacaktır. O yüzden bu projeyi çok önemsiyorum.

400’den fazla bestesi olan bir sanatçısınız. Bu kadar üretken olabilmenizi ve insanların çokça sevdiği eserler ortaya koyabilmenizi hangi etkenlere bağlamaktasınız?

Eskilerin tanımlamasıyla beste yapanlara müessir denilirmiş. Aslında yüce Allah’ın o sınırsız hazinesinden tasnifler yapmaya çalıştığımız, müessir olmaya talip olduğumuz bir alanda gayretimiz devam ediyor. Ömür boyu da devam etsin ve en duru sesleri Allah bizlere nasip etsin inşallah. Bu yolculukta en sırlı nokta yüce Allah’ın bize araladığı kapıdır. Ama şunu söyleyebilirim ben her bestemi benim yârenim olarak tanımladığım kanunumun üzerinde yapıyorum. Gönlümü kanunuma daha doğrusu o mızrabımı gönlümce sazımın tellerine bıraktığımda yansıyan seda ile o sınırsız güzellikler arasından tasnifler yapmaya çalışıyorum. Bu yolculuk, çok müthiş, heyecan verici ve sırlı bir yolculuk. Bu yolculuk esnasında büyük bir özenle kozamı işlemeye çalışıyorum.

İlk beste tomurcuğu dediğim o tomurcuk tema ortaya çıktığı zaman asıl ondan sonra bestenin işlenme aşaması başlıyor. O zaman da bu dünyadan âdeta koptuğumu söyleyebilirim. İnşallah gönlümüzdeki heyecan ve akış ömür boyu devam etmiş olur. O heyecan olmazsa zaten yapılan iş her ne ise ondan meydana gelen eser hiçbir gönle ulaşmamış olur.

Bestelerinizin her biri insanların gönüllerine dokunuyor ve nağmelerde sizi hiç tanımayan insanlar dahi kendilerine ait bir şeyler bulabiliyor. Bu kadar etkileyici bestelerinizin arasında sizin için özel bir yeri olan bestenizin hikâyesini bizlere anlatır mısınız?

Aslında her beste benim evladım gibidir. Hiçbirini diğerinden ayırt edemiyorum. Ancak yakın dönemde bestekâr adını verdiğim bestelerimin çıkış hikâyesini yazdığım kitabımda manidar bulduğum bende özel yeri olan bir bestemin hikâyesini kısaca arz edeyim. 1997 yılında “Okyanustaki Sesler” adını verdiğim duygularımın bestelere dönüştüğü ilk albüm çalışmamın müzik camiasında olumlu etkiler oluşturması beni çok mutlu etti. Ancak sonrasında kısa bir dönem sanki çeşme akmamaya başlamıştı. O ilk albümün heyecanıyla yeni eserler oluşturmak için kanunumu elime her aldığımda bir kompozisyon oluşturamıyordum. Bu durum bir bestekâr için çok zor ve üzüntü verici bir durumdur. Yeni eser ortaya koymak adına yapmış olduğum tüm denemelerim sonuçsuz kalınca kendi kendime “Sanırım o çeşme artık kesildi, buraya kadarmış.” dedim. Duygusal anlamda sıkıntılar yaşadığım bu zaman zarfında dilimden düşürmediğim bir duam vardı. O duam şöyleydi: “Allah’ım, her şey senden, içime düşürdüğün aşk yine senden! Derdimin dermanı yalnız sensin, sen. Güzel gönüllerde senin sınırsız hazinenden incilerini çıkarmam için bana o kanalı bana aç ve gül bahçesi ezgileri derlememe izin ver. Başka kimseden beklemem, YALNIZ SEN…”

Gönlümden dilime düşen bu duam notalara dönüşüverdi ve “Yalnız Sen” adlı bestem ortaya çıkıverdi. Yüce Allah, kesildiğini ve bir daha akmayacağını düşündüğüm çeşmenin akmasına müsaade etti. Çok şükür gönlümde dalgalanmalar başlamıştı artık. Bu dalgalanmalara ithafen bir eserime de “Dalgalar” adını verdim. İnkıtaya uğrayan bu süreçte “Yalnız Sen” adlı eserin benim için çok özel bir yere sahip olması dolayısıyla gönlümden şöyle bir duygu geçti “Yalnız Sen, neden dünyanın ortak bir şarkısı olmasın?” Türkçe sözleri tamamlandıktan sonra eser; Yunanca, Arapça, Ermenice olarak da yazıldı ve çok kıymetli sanatçılar tarafından da yorumlandı. Dünyanın ortak şarkısı olmasını dilediğimiz, dünyaya armağan ettiğimiz ve yaşama sebebimiz olan aşkın anlatıldığı bu eser, ortak aşkın ifadesine karşılık bulur inşallah.