Makale

MAĞARA, UZLET VE ÖZE DÖNÜŞ

MAĞARA, UZLET VE
ÖZE DÖNÜŞ

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

“Ramazan ayı, insanlar için bir hidayet rehberi olan, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın delillerini içeren Kur’an’ın indirildiği aydır.”

(Bakara, 2/185)

Kur’an-ı Kerim insanlık için dalaletten kurtulma yollarını gösteren, dinin helal-haram, ahkâm ve hudûd gibi emirlerini açıklayan bir kitaptır (Fîruzâbâdî, Tenviru’l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbas, 31). Bu kitap, ayette belirtildiği gibi ramazan ayında nazil olmaya başlamış, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatına kadar devam eden yirmi üç yıllık sürede tamamlanmıştır. Bakara suresindeki bu ayetle birlikte önceki iki ayetten oluşan bölüm “iman edenlere orucun farz kılındığını, hasta ve yolcu olmayanların ramazan ayına eriştiklerinde bu ayı oruçlu geçirmelerini, oruca gücü yetmeyenlerin fidye ödemesi gerektiğini ve orucun Allah’ı yüceltmenin ve şükrün bir göstergesi olduğunu” dile getirerek mahiyetine dair geniş bilgi vermektedir.

Oruç, Allah’ın birliğine ve O’nun yegâne yaratıcı olduğuna inananlara hicretin ikinci yılında inen bu ayetle farz kılınmış bir ibadettir. Sadece Hz. Muhammed’in değil, ondan önceki peygamberlerin ümmetlerinin de yükümlü tutulduğu bu ibadet, farklı formlarla ve tövbe, kefaret, matem ya da zühd gibi farklı gerekçelerle de olsa (DİA, Oruç, 33, 414) semavi dinlere mensup kişiler tarafından her dönem uygulanmıştır. Oruç tutan kimse bu yönüyle insanlık kervanının bir üyesi olmakta, Allah’ın (c.c.) kendisi için takdir ettiği kulluğun gereklerini yerine getirmektedir. Üstelik Allah’ın rızasıyla birlikte bedensel ve ruhsal sağlığına yönelik bireysel faydalar, kardeşlik, yardımlaşma, aynı sevince ortak olma vb. toplumsal güzellikler elde etmektedir.

Ramazan ayına değerini veren, onu diğer aylardan ayıran aslında Kur’an’ın nüzulüdür. “Yüce Mevla, Müslümanlara oruç ibadetini farz kılmayı murat edince bunun zamanının da ona uygun ve layık bir zaman olmasını istemiş, bütün insanlığa son rehber ve irşat aracı kıldığı kitabını vahyetmeye başladığı ayı oruç zamanı olarak seçmiştir.” (DİB, Kur’an Yolu Tefsiri, I, 281-283)

Ramazan ayı Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nübüvvetle tanıştığı aydır. İlk vahyi aldığı, tefekkürle geçirdiği günlerde zihnindeki soruların cevaplanmaya başladığı dönemdir. İçinde büyüdüğü müşrik toplumun davranışlarından rahatsızlık duyan sevgili Peygamberimiz, çocukluk ve gençlik dönemlerinde de onların yaptıklarını yapmamış, mümkün olduğu kadar onlardan uzakta bir hayat yaşamıştı. Putlara itibar etmemesi, onlar adına kesilen etleri yememesi, müşriklerin eğlencelerine dâhil olmaması sözünü ettiğimiz durumun en önemli göstergelerindendir.

İslam’dan önceki dönemlerini tam bir cahilî tutum içinde geçiren bu topluluk bilgisizlikleri yönünden değil, barbarlık ve vahşeti yaygın olarak onayladıkları için bu adı almışlardı. Allah’ı bildikleri hâlde O’na putları eş tutarlardı. Onlara göre mal ve evladı fazla olan güçlüydü. Haklılık ve haksızlığı da değer verdikleri bu güç tanımına göre belirlerlerdi. Kavmiyetçilik ön plandaydı ve kendilerinden olmayan herkes düşman sayılırdı. Toplum içinde içki, kumar, faiz, zina vb. insanlık için zararlı her türlü uygulama yaygındı ve genel olarak ahiret inancı olmadığı için dünyanın zevk ve sefasından olabildiğince faydalanmaya yönelik bir hayat anlayışını benimsemişlerdi.

Onlarla birlikte olmaktansa bir mağarada yalnızlığı tercih eden ve bunun için evinden uzak kalan sevgili Peygamberimiz, ilk vahye muhatap olduğu gün de Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’ndaydı. Hz. Âişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre bu yalnızlık ona Allah tarafından sevdirilmişti. Sevgili Peygamberimizin o günlerini Hz. Âişe bakın nasıl anlatıyor: Allah Resulü’nün (s.a.s.) ilk vahiy almaya başlaması uykuda doğru rüya (rüyâ-i sâdıka) görmekle olmuştur. Onun istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Artık Hira’da yalnızlığa çekilip geceler boyu, ailesine dönmeden tek başına ibadet ediyordu. Bunun için yanında yiyecek de götürürdü. Sonra yine Hatice’nin yanına dönüp bir o kadar zaman için tekrar yiyecek alırdı. Nihayet bir gün, Hira Mağarası’ndayken ona hak (vahiy) geldi. Melek geldi ve “Oku!” dedi. O, “Ben okuma bilmem.” dedi. (Allah Resulü yaşadıklarını şöyle anlattı): “Beni tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Sonra bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’ dedim. İkinci defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Bırakıp tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Ben okuma bilmem.’ diye cevap verdim. Üçüncü defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı ve bırakıp şöyle söyledi: Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan (embriyodan) yarattı. Oku! Senin Rabbin en Kerîm olandır…” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1)

Bu zorlu süreçten sonra önce gizli sonra açıktan tebliğ dönemi başlamış ve Hz. Peygamber bir daha uzlet için mağaraya dönmemiştir. Rabbiyle baş başa geçirdiği gecelerin dışında hep insanlarla birlikte olmuş, hakkı ve hakikati yaymak için sürekli çaba göstermiştir. Ama bu onun düşünce faaliyetine engel teşkil etmemiş, ayetlerin arasında bir müddet duraklayıp sonra devam ederek, secde ayetinde secde ederek, Allah’ın yüceliğinden bahseden bir ayet geçtiğinde tespihat yaparak, dua edilmesi gereken bir konu geldiğinde durup dua ederek Kur’an’ı büyük bir tefekkürle âdeta yaşayarak okumuştur.

Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat edinceye kadar ramazanın son on gününde itikâfa girmiştir (Buhârî, İ‘tikâf, 1). Efendimizin dünyevi işlerden uzaklaşıp sadece ibadete ayırdığı bu dönem onun sünneti olarak Müslümanlar arasında bugün de devam etmekte, günahlardan arınmak kadar, kişisel murakabenin ve olgunlaşmanın bir yolu olarak görülmektedir.

İçinde bulunduğumuz ramazan ayı her bakımdan özümüze dönmenin sebebi sayılmalı, sevgili Peygamberimiz gibi uzlete, tefekküre, sadece ibadete ayıracağımız saatlerimiz olmalıdır. Bu ay nasıl oruç tutarak yeme, içme ve cinsellik gibi hislerden belli bir süreliğine ayrılıyor, dilimizi kavga, gıybet, dedikodu gibi davranışlardan, gözümüzü azami derecede günahlardan muhafaza etmeye çalışıyorsak zihnimizi de kendi benliğimize dönerek arındırmaya çalışmalıyız.