Makale

Prof. Dr. Ali BÜYÜKASLAN: “İnanç sahibi bir insan için gerçek dünyada günah ve kötülük neyse dijital dünyada da o olmalıdır.”

Prof. Dr. Ali BÜYÜKASLAN:
“İnanç sahibi bir insan için gerçek dünyada günah ve kötülük neyse dijital dünyada da o olmalıdır.”
Söyleşi
Mahir KILINÇ

Kimi zaman hayatımıza getirilmiş bir kolaylık kimi zaman tehlikeli bir güç olarak nitelendirilen dijital dünya/dijitalleşme sizce nedir?

Dijital dünya -onu kendi dili ve kavramlarıyla açıklayacak olursak- 0 ve 1’lerden (sıfır ve birlerden) oluşan, insan düşüncesi ve tasarımıyla ortaya çıkan, insan aklının sınırlarını yine insan için kullanmak üzere zorlama, aşma çabalarının bir yansımasıdır. Bu tanım, teknoloji ile insan ilişkisine hangi açıdan baktığınız ve yaklaştığınızla çok ilgilidir. Teknolojinin “aletlerle ilgili değil, insanın çalışma, yaşama ve düşünme biçimi ile ilgili” olduğunu söyleyen Peter F. Drucker, teknolojinin insanın düşünme ve yaşam biçimleriyle ilişkisine dikkat çekmektedir. Nitekim bugün gelinen noktada, insanın kimi zaman gerçekten ihtiyaç duyduğu kimi zaman da insana ihtiyacı olduğu fikrinin aşılandığı birtakım teknolojik gelişmelerle hayatının sınırlarının belirlendiği bir “yeni yaşam biçimi”nin adıdır dijitalleşme. Bu yeni yaşam biçimi insan için ama insanı kuşatıp egemen bir tek merkezli insan/toplum/kitle yönetimi, yönlendirme biçimi olarak artık karşımıza çıkmaktadır.

Bu yeni yaşam biçiminin içerik sağlayıcıları olan dijital kanun koyucular; yasa belirleyiciler ve yön vericiler olarak hayat sahnesinde yerini almışlardır. Ürettikleri içerik tohumlarıyla yetişecek yeni kitlelerin olgunlaşmasına giden bir sürecin uzun soluklu planlamasını, onu kullanacak insanın iştahla beklediği bir dünya olarak onlara sunma çabası içerisinde olunan bir dünyanın adıdır dijital dünya.

Dijital dünyada insanı ve toplumu uyulması gereken kurallarla tanzim eden ve onun insan olmasına yaraşır bir hayat sürmesini sağlayan ahlak nasıl olmalıdır ve kişi bunu nasıl tesis etmelidir?

Dijital dünyanın öyle ya da böyle kendine özgü bir ilkeler bütünlüğü, bir “ahlakı” olmalıdır ve oluşturulmalıdır. Sorumluluk sahibi her insanın, bir şekilde yer aldığı bu dünyada, bir fert olarak gerçek dünyada sahip olduğu sorumlulukların bu dünyaya da ait olduğunu unutmaması önemlidir. Günahın, ayıbın, kusurun, gıybetin, zimmetin, hakaretin, fitnenin, vb. bütün kötülüklerin bütün iyiliklerle birlikte gerçek dünyada, sorumluluk sahibi, inanç sahibi bir insan için anlamı neyse dijital dünyada da o olmalıdır.

Günahın, kötülüğün “mış gibi yapılanı” ile “gerçek dünyada” yapılanı arasında bir fark yoktur. Hatta dijital dünya; kötülüğün, günahın, ayıbın, kusurun, gıybetin, fitnenin, zimmetin çok daha ileri boyutta yaşandığı bir ortam hâline gelmektedir. MIT (Massachusetts Institute of Technology) sosyal medyada yalan haberin gerçek haberden 6 kat daha hızlı yayıldığını, yaptığı çalışmayla ortaya koymuştur.

Yalanı hayatının her anında bir günah olarak görmeyi kendine ilke olarak kabullenmiş insanın hangi mecrada olursa olsun yalan ve günah ikilemiyle karşılaşacağı açıktır. Ancak kimi zaman dijital ortamın cazibesi, hız ve haz duygusuyla birleştiğinde yalan ve gıybet ilişkisini her zaman gözeten biri bile bu ortamın kötülük çukurlarına düşebilmektedir. Bu çukurlara düşmeden dijital dünyada gerektiği kadar görünebilmenin yolu, sorumluluk sahibi insan için hangi mecrada olursa olsun kulluk bilincinin hiçbir zaman kendisini terk etmediğini düşünmesi ve buna göre hareket etmesidir. Bu bilinç de iman sahibi insanların hesap verilecek bir ana her an hazır olma mücadelesini hayatlarında daima göz önünde bulundurmaları ve gönüllerine imanı yerleştirmeleriyle mümkün olacaktır diye düşünüyorum.

Kaldı ki bu amaçla örneğin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığınca gerek yasal olarak gerekse vicdani boyutta kişinin dijital dünyadaki sorumlulukları ve nasıl davranması gerektiğini hatırlatan bir rehber hazırlanmıştır. Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki insanın asıl rehberi her zaman kendisidir; öte yandan en küçük bir sapmaya karşı ona sorumluluklarını hatırlatacak ve yerine getirmediği takdirde buna karşı uygulanacak yaptırımları ortaya koymak üzere yasal düzenlemeler her zaman olacaktır. Bu düzenlemeler dijital dünyada o dünyanın bazen kahramanı, bazen delisi, bazen isyankârı ve bazen eleştirmeni rollerini üstlenenleri hem kendilerinden hem de başkalarından korumak adına gereklidir. Nitekim bugün sosyal medyanın bireysel ve toplumsal anlamda olumsuz etkileri birçok ülkeyi bu etkilere karşı daha duyarlı hareket etme ve yasal tedbirler alma noktasına getirmiştir.

İlgi alanlarına ve konforuna yönelik uygulamalarla insanı etkisi altına alan dijital dünyadan sıkılan, bunalanlar, ondan kurtulmanın yolunu yine dijital dünyada arıyor. Kişinin içine düştüğü bu paradokstan söz eder misiniz?

Artık kaçınılmaz bir gerçek olarak tam içerisinde, her türlü etkisine maruz kaldığımız bu dünyada bizim bazen tüketen üretici bazen de üreten tüketici olduğumuz aşikârdır. Prosumer kavramı bu bağlamda üreten tüketici olarak yaygın biçimde kullanılmaya başlamıştır. Web 2.0’la başlayan ve Web 3.0’la hızla yaygınlaşan, BİG DATA (Büyük Veri) için gönüllü tüketim nesnesi olan dijital ortam kullanıcısı, en mahrem bilgilerine varıncaya kadar birçok şeyi dijital dünyanın tüketimine sunarken aslında bir üretim yaptığının da çoğu zaman farkında olmamaktadır.

Nefsin kendisini cezbeden her şeye koşar adım giden bir yapıda olması, ancak ve ancak nefisle imtihanının dünyayı anlamlı kılacağını unutmamasıyla insan kendisini içine çeken bu sarmaldan, bu paradokstan kurtulabilecektir.

İnsanlık tarihi boyunca her yeni icat, her yeni keşif yepyeni anlayışların, yaşam biçimlerinin oluşmasını sağlamıştır. XXI. yüzyılın yeni anlayış ve yaşam biçimleri de ağırlıklı olarak teknoloji ve özellikle de bilişim teknolojilerinin temelinde olduğu dijital icatlara bağlı bir hâl almıştır. Bu yeni yaşam biçimleri, geçmişte zaman zaman olduğu gibi insanın teknolojiyle ilişkisi, teknolojinin kendisine egemen olduğu bir hâle gelmektense onu kendi egemenliği altında bulundurma çabası doğrultusunda ilerlerse –ki örnekleri vardır- dijital ortam insanın çevreyle ve eşyayla ilişkisinde ona birtakım avantajlar sağlayacak, çok önemli katkılar yapacaktır; ancak ürettiği makinelerin kendisini “mahkûm” etmesine izin verdiği müddetçe de insan kendi yarattıklarının “kulu, esiri, kölesi, mahkûmu” olacaktır.

Buradaki hassas nokta, kontrolün kimde ve belirleyici olanın kim olduğudur. Makinenin bizim adımıza karar verdiği dünyanın dayanılmazlığıyla onu günlük hayatımızın vazgeçilmezi hâline getirdiğimiz anda aslında seçtiğimiz şey tercihli bir mahkûmiyetin güzergâhında gönüllü esir olacağımız bir hayat yaşayacağımız gerçeğidir.

Günümüz insanı için uğraştan öte bir yaşam biçimi hâline gelen sosyal medya üzerine neler söylemek istersiniz?

Sosyal medya söz konusu olduğunda unutulmaması gereken şey onun bizi kullanmasına ve ona bağımlı hâle gelmemize izin vermemektir. Nitekim bu bağlamda da birçok yeni kavram gündemde yerini aldı. Dijital detoks da bunlardan biri.

Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir: Sosyal medya ya da başka bir mecra -her neresi olursa olsun- bunlar, binlerce insan çalıştırıp çok yüksek maaşlarla bu insanları bünyelerinde tutan bilişim şirketleri, yazılım firmalarıdır ve bize bedavaya sunuyormuş gibi yaptıkları hizmetlerle aslında bizi pazarlayarak piyasada kazanç elde eden ve kullanıcıya da bunu bir lütuf gibi sunan, kullanıcısının etinden, sütünden her şekilde yararlanan ticari birer kuruluştur.

Sosyal medya, alıştıktan sonra vazgeçilmesi zor, kullanıldıkça yararlanması insanı cezbeden bir ortamdır. Ama gönüllü mahkûmu olduğumuz sosyal medya ilerleyen yıllarda bir tür toplum mühendisliği uygulamalarının, ayar mekanizmalarının, manipülatif yönlendirmelerin hissettirerek yahut hissettirmeyerek yapıldığı/yapılacağı ortamlar olmuştur, olacaktır bunda kuşku yok.

Hem ulusal hem de uluslararası mecrada siyasal, sosyal, ekonomik alanlarda etkisini ve gücünü her geçen gün daha çok hissettiren sosyal medyayı kullanmanın adabı/ahlakı nasıl olmalıdır?

Bu konuda hemen her ülkenin kendi sosyal ağlarını, kendi sosyal mecralarını oluşturması daha sağlıklı olacaktır. ABD merkezli ya da başka uluslarca tüm dünyaya sunulan ve “Bilgi güçtür.” düşüncesinin temelini oluşturan bir anlayışla dünyanın bilgisine sahip olmayı amaçlayan, küresel egemen güçlere; ekonomik, sosyal, kültürel; hangi alanda olursa olsun bireysel ve toplumsal verileri sunmayı terk etmek şarttır.

Bunun için önemli olan şey; kendi sosyal ağlarımızı kurmak, kendi sosyal ağ içeriklerimizi kendi değerlerimizi gözetecek şekilde hazırlamak ve bu amaçla bu işle uğraşan meslek profesyonellerine devlet desteği sağlayıp yeni AR-GE alanları açmaktır.

Sosyal medyayı kullanmanın adabı/ahlakı konusunda söylenecek en vurgulu ifade, kanaatimce şu olacaktır: İnsan nereden beslenirse onun kokusunu taşır, onun rengine bürünür, onun duygularını yaşar.

Yabancı kökenli, millî duygularımıza ve değerlerimize oldukça yabancı, inanç ve düşünce konusunda bize hiç benzemeyenlerin ürettikleri içeriklere kendimizi, çoluk çocuğumuzu her türlü tedbire rağmen mahkûm ediyorsak burada başımızı ellerimizin arasına alıp ciddi düşünmemiz gerekir. Sadece bize sunulan içeriğin kullanıcısı olmakla kalmıyor, aynı zamanda o içeriğin zamanla birer uygulayıcısı hâline geliyoruz. Bu nedenle geleceğe ilişkin inanç, duygu ve düşüncelerimizin başkalarının sınırlarını çizdiği bir dünyanın içine hapsolmasını istemiyorsak o sınırların bizim tarafımızdan belirlenmesini sağlamak ve bu yolda çalışmak öncelikli vazifelerimizden olmalıdır.

Bir neslin tamamen yabancı kaldığı diğer bir neslin ise tamamen içine doğduğu bir vakıadan söz ediyoruz. Dijitalleşmenin insan ruh sağlığına ve sosyal ilişkilerine etkileri ne yönde olmaktadır?

Literatürde “dijital yerliler, dijital göçmenler ve dijital melezler”den bahsedilmektedir. Bu tanımlar belirli yaş gruplarına, insanların teknolojiye olan yakınlık ve uzaklıklarına göre yapılan tanımlardır. Tarihin her döneminde yeniliklere karşı bir direnç ve bu dirence karşı da bir karşı tavır oluşmuştur. Ancak bugün yaşanan bilişim teknolojileriyle oluşan durum, önceki yıllarda yaşananlardan şu yönüyle farklılık arz etmektedir:

İnternet çağı ya da bilgi çağı da denilen bu çağın en önemli özelliği, önceleri 25-50 yılda hatta 100 yılda bir yaşanan köklü değişimlerin, gelişmelerin günümüzde neredeyse, 5-10 yılda bir yaşanır hâle gelmesidir. Böyle olunca arkasından yetişmenin zor olduğu bir hız, bir değişim, insan aklının sınırlarını zorlayan çabalar, hemen her yıl 3-5 yıl sonra eski diyebileceğimiz yeniliklerin çeşitli alanlarda yapılıyor olması insanın gündelik hayatına da yansımaktadır. İşte, evde, sokakta, dağda, bayırda, arabada, uçakta, trende, sinemada, maçta, vs... Hemen her yerde yaşanan bu hızlı ve beklenmedik değişimler insanı hem alışmakta güçlük çektiği bir akışın içerisine sürüklüyor hem de bu akışın etkisiyle ne yapacağını bilemez bir tarzda yaşadığı uyum sorunlarıyla baş başa bırakıyor. İnsana özgü birçok eylem, etkinlik, sıfat, dijitalleşmeyle birlikte ya değişiyor ya da kavramsal yeni tanımlamalara ihtiyaç duyar hâle geliyor. Dilimizin kullanımından dini öğrenme kaynaklarımıza; sosyalleşme anlayışımızdaki değişiklikten alışveriş alışkanlıklarımıza kadar birçok şey değişmeye başladı.

Yaş olarak bu değişimlere ayak uydurmakta güçlük çekenlerimizin, daha insani ve daha insanca buldukları kendi yaşanmışlıklarıyla ilgili tanımları, tanışıklıkları artık özlem duyulan nostaljik birer “hikâyenin” parçaları olmaya başladı. Ve bu özlem yeni adlandırmalarla tanımlanmaya çalışılan X Kuşağı, Y Kuşağı, Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı gibi kuşaklar için herhangi bir anlam taşımayan ve özensiz bir yaklaşım gösterilen tuhaf hâller olarak algılanmaya ve değerlendirilmeye başlandı. Bu durum da en yalın hâliyle yine insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri olan, bir ve beraber olmanın en güzel ifadesi olan “sevgi” kavramının bir başka şeye dönüşmeye başladığının ufak da olsa bir işareti olarak artık değerlendirilebilir.

Dijital dünyayı dinî ve ahlaki konularda etkili ve faydalı bir biçimde kullanabilmek adına bizlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Dijital dünyanın insana sunduğu o kadar çok fırsat, imkân ve ortam var ki! Bu konuda belki de asıl üzerinde durulması gereken Mevlana’nın deyişiyle:

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!

Dünle beraber gitti cancağzım,

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Söyleyeceğimiz şeylerin yeni mecralarda, yeni şeyler olması, bu yeni mecralarda kendine yol arayanlar için daha anlamlı olacaktır. Dinî ve ahlaki konularda, internetin ve sosyal ağların sunduğu zenginlikle beraber; metnin, görüntünün ve sesin bir arada bulunması ve her an tekrarlanabilir, her an yeniden yapılabilir, yazılabilir, yorumlanabilir olması özellikleri bir arada düşünüldüğünde amaca uygun içerik hazırlanmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Dünyanın hemen her yerinde her şekilde izlenebilecek bir formatta içeriklerin sunulabileceği sosyal medya ortamları, sadece içerik kullanıcıları için değil içerik hazırlayıcıları için de önemli bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Bu konuda sahip olunan hassasiyet ve samimiyet, ulaşılmak istenen amaçla örtüştüğü sürece başarı her şekilde gelecektir.

ÖZ GEÇMİŞ

Prof. Dr. Ali Büyükaslan, 1960 yılında Kayseri’de doğmuş; ilk, orta ve lise öğrenimini burada tamamlamıştır. Lisans öğrenimini Selçuk Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde bitiren Büyükaslan, dört yıl süreyle Fransa’da Strazburg Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Değişik vesilelerle Afrika ve Avrupa’da birçok ülkeyi görme imkânı bulan yazar, bu ülkelerden edindiği izlenimleri seminer, konferans, söyleşi gibi etkinlikler vasıtasıyla dinleyicileriyle paylaşmaktadır. “İletişim Çalışmaları” alanında doçent unvanı alan Büyükaslan’ın roman incelemeleri, iletişim çalışmaları, kültürlerarası iletişim, dil ve iletişim, göstergebilim, reklam dili, Avrupa’daki Türkler ve çift dillilik konularında yayımlanmış makalelerinin yanı sıra ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunulmuş bildirileri bulunmaktadır. Çalışma alanlarına ilişkin birçok dergide yazıları ve değerlendirmeleri yayımlanmıştır. Sosyal medyanın dili konularında çalışmalar yapan yazarın; Yazınsal İletişim İncelemeleri, İletişim Yazıları –Dil, Kültür, İletişim-, Hayatın Ortasında Kitabın Kıyısında (öykü) kitaplarının yanı sıra ortak editör olarak katkıda bulunduğu 3 ciltlik Sosyal Medya Çalışmaları (I-II-III) ve çeviri editörlüğünü yaptığı İletişim Bilimlerine Toplumsal Yaklaşımlar isimli kitapları bulunmaktadır. Hâlen İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.