Makale

DİJİTAL İKİLEM

DİJİTAL İKİLEM

Doç. Dr. Betül ÖNAY DOĞAN
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi

Dijitalleşme ve teknoloji ekonomik, siyasal ve en önemlisi toplumsal değişimin merkezinde konumlanmaktadır. Bu sebeple hayatımızı çepeçevre saran dijital araçların düşünme tarzımızı ve alışkanlıklarımızı nasıl etkilediği konusu tüm disiplinlerin ilgi alanına girmektedir.

Dijital teknoloji denildiğinde aklımıza ilk olarak sosyal ağ sitelerinin kullanımı gelse de sosyal medya içerisinde arama motorlarından müzik dinlediğimiz ya da oyun oynadığımız alanlara, hatta akıllı evler ve giyilebilir teknolojilere kadar hayatımızın her alanında dijitalleşmenin etkisini görmek mümkündür. Bu sebeple dijitalleşmeden uzak durmanın imkânsız olduğu söylenebilir. Hayatımızı kolaylaştırmak amacıyla yola çıkan ve her fırsatta yola çıkma amacına vurgu yapan dijital teknolojiler, hayatımızı kolaylaştırabilmek için bizi tanımak zorundadır. Kişiselleştirme yani kişiye uygun olarak tasarlama, kişiyi tanımayı zorunlu kılmaktadır. Kişiye ve sonrasında topluma ait bilgilerin sosyoekonomik yapıları etkileme gücü, uygulamaları tasarlayanlara onu sadece kullananlara nazaran daha fazla güç ve rekabet üstünlüğü vermektedir. (Broglie C., www.oecd.org/digital/we-need-to-talk-about-digital-ethics.htm, 2016.) Google gibi arama motorlarını kullanarak bilgiye ulaşmak gerçekten çok kolay ve cezbedicidir. Ancak kullanıcıların çoğunluğu değiş tokuş sisteminin farkında olmadan sadece kullanım değerine odaklanmaktadır.

Günümüzde dijitalleşmeyle ilgili kaygılar, aslında dijital geleceğin tahmin edilemez olmasından kaynaklanmaktadır. Veri işleme kapasitesine bakıldığında insan zekâsını geçen ve artık tek bir konuda değil (örneğin; satranç) farklı görevleri eş zamanlı olarak gerçekleştirebilen (örneğin; bakım evlerinde ihtiyaç sahiplerinin günlük ihtiyaçlarını maksimum düzeyde desteklemeye çalışmak) dijital hizmetler, cihazlar ya da robotların makine öğrenmesi ile birlikte sonraki adımda neler yapabileceklerinin kestirilememesi durumu ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durumun en güzel örneği 2015 yılında New York Mount Sinai hastanesinde yapılan bir çalışmadır. Hastane, hastalarıyla ilgili 700.000 veriyi sisteme yükleyerek yapay zekânın veriler arasından öngörülebilir tahminde bulunmasını arzu etmiş ancak beklemediği bir sonuçla karşılaşmıştır. Araştırma sonuçlarında şizofreni ile ilgili yüksek doğrulukta öngörüler ortaya çıkmış ancak bu tahminlerin yapay zekâ tarafından nasıl ortaya çıkarıldığı bulgulanamamıştır. (www.mountsinai.org/about/newsroom/2017/university-herald-deep-learning-the-most-advanced-artificial-intelligence-chris-brandt., 2017.) Bu sürpriz sonuç üzerine günümüzde çalışmalar geliştirilmiş ve özellikle şizofreni tahminleriyle ilgili başarılı araştırmalar yapılmaya başlanmış ancak yapay zekânın bu konudaki ilk bulgusu büyük bir bilmece olarak tanımlanmıştır.

Tüm ahlaki ya da etik kodlar insanlar hedef alınarak oluşturulmuştur. İslamiyetin ahlak anlayışına baktığımızda alçakgönüllülük, şefkat, doğru sözlülük gibi pek çok güzel hasletin ahlakla ilişkilendirildiği ve insanlara tavsiye edildiği görülmektedir. Yapay zekânın gündemimize girmesiyle birlikte insan olarak tanımlamadığımız ancak zekâsının olduğunu ifade ettiğimiz bir sistemin tasarımı sırasında ahlaki kriterlerin ne kadar göz önüne alındığı, insani değerlere uygun olmayan kullanımlara sebep olup olmadığı düşünülmek zorundadır. Önceleri akademide olan yapay zekâ ve etik tartışmaları yapay zekânın akıllı telefonlar, akıllı ev sistemleri gibi gündelik hayatımıza etki eden uygulamaları ile kamusal bir tartışma konusu hâline gelmiştir.

Avrupa Birliği Komisyonu Yapay Zekâ ve Etik Raporunda, yapay zekânın etkide bulunduğu 6 alan sınıflamıştır. Rapora göre yapay zekânın etkilediği alanlar aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır:

1. Sosyal etki

2. İnsan psikolojisine yönelik etki

3. Finansal sisteme etki

4. Hukuk sistemine etki

5. Çevre/doğaya etki

6. Güven algısına etki

(European Parliamentary Research Service, https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/STUD/2020/634452/EPRS_STU(2020)634452_EN.pdf, 2020.)

Alt başlıkların hemen hemen hepsi üretim ilişkileri ve yapı-fail ilişkileri bağlamında değerlendirilebilir. Değerlendirme yapılırken yapay zekâ uygulamalarının büyük kısmının belli şirketlerin (Google, Facebook, Microsoft, Apple ve Amazon) elinde olduğunun unutulmaması gerekir. Bu birkaç şirket yapay zekânın nasıl kullanılacağına şekil vermektedir. Sadece belirli ülkelerde değil küresel olarak sosyoekonomik manada da belirleyici olan bu şirketler, kullanıcıların verilerini nasıl ve ne amaçla topladığından yine kullanıcıların manipüle edilmesine kadar pek çok ahlaki ikilemin müsebbibi ve muhatabıdır ve bu sebeple sorgulanmaktadır.

Yapay zekânın filtre baloncuğu ya da yankı odaları ürettiği yönündeki tartışmalar, haberlere konu olan manipülasyon örneklerinden çok daha büyük sıkıntılarla toplumsal olarak karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Ahlak anlayışının kutuplaşmaya yol açan, insanları kendi görüş ve düşüncesindeki insanlar haricindekilerden haberdar olma imkânından mahrum bırakan yapay zekâ uygulamalarıyla zedelendiğini söylemek abartı olmayacaktır.

Mahremiyet, yapay zekâ ile birlikte gündeme gelen diğer önemli bir başlıktır. En öz şekliyle bireysel alan olarak tanımlanabilecek olan mahremiyet, bireysel alan içinde diğerleriyle hangi değiş tokuşlara ve/veya hangi iş birliklerine gireceğimizi kendimizin belirlediği bir süreci de içinde barındırır. (Lokke E., “Mahremiyet”, Koç Üniversitesi Yayınları, 2018.) Yapay zekâ teknolojilerinin bireysel alandaki hangi verileri topladığı ya da topladığı verilerin nasıl kullanıldığı hakkında çeşitli soru işaretleri oluşmaktadır. Yapay zekâ kullanıcılarının mahremiyet endişeleriyle ilgili yapılan araştırma neticesinde; yüzde 68 oranında cihazın hacklenmesi, yüzde 16 oranında kişisel bilgilerin toplanması, yüzde 10 oranında 7/24 tüm iletişimlerinin dinlemesi, yüzde 12 oranında özel konuşmalarının kayıt edilmesi, yüzde 6 oranında gizliliklerine saygı duyulmaması, yüzde 6 oranında verilerinin depolanması ve yüzde 4 oranında cihazın tüyler ürpertici doğasının onları tedirgin ettiğini ifade ettikleri görülmüştür. (www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/STUD/2020/634452/EPRS_STU(2020)634452_EN.pdf, 2020.) Mahremiyetimizi tehdit altında hissederken, tedirginliğimize rağmen kullanımı sürdürme isteğimiz/zorunluluğumuz mahremiyet algımızın yeniden şekillenmesine sebep olmaktadır. Çok basit bir örnekle evimizde bir yabancının bulunması bizi rahatsız ederken ve yabancının varlığını bireysel alanımıza bir saldırı olarak değerlendirirken, akıllı telefonumuzun sürekli açık olması ve arka planda bizi dinlemesi pek çok insanı rahatsız etmemektedir. Kullanıcıların mahremiyet endişesinin boşuna olmadığı, günümüzde en çok karşılaştığımız big data (büyük veri) olgusu üzerinde yapılan tüm araştırmalar ve tartışmalardan gözlemlenebilmektedir. Big datanın ne olduğu, kapsamı, bugünkü ve gelecekteki kullanımları uzun bir tartışmayı sürüklediği için burada sadece bir tanım üzerinden gitmek yeterli olacaktır. Çok farklı kaynaklarda farklı bağlamlarda tanımlanan big data kavramı en genel anlamıyla, bugün tek bir bilgisayarda analiz edilemeyecek kadar büyük, farklı kaynaklardan gelen, genellikle yapılandırılmamış formatta olan büyük miktarda veriye atıfta bulunmaktadır. Var olan veri, içgörüler oluşturmak için işlenir. Veriler neyin işlenmesi istendiğine bağlı olarak değişiklik gösterir. Veri birey davranışlarını örneğin harcama alışkanlıklarını tespit etmekte kullanılabilirken bir popülasyon içinde ayrı grupları belirlemeyi ve gelecek için bunları tanımlamayı hedefleyen analizlerde de yani sosyal boyutuyla da kullanılabilir. Hibrit olarak tanımlanabilen boyutta ise; daha önceden tanımlanmış bir grup içindeki bireylerin grubun özellikleriyle tanımlanması söz konusudur ki bir dinî gruba ait olan kişilerin ön yargıya dayanarak şirket çalışanı olarak tanımlanamayacağı öngörüsü buna örnektir. (www.eesc.europa.eu/sites/default/files/resources/docs/qe-04-17-306-en-n.pdf, 2017.) Bireysel ve toplumsal analizlerde kullanılabilen verilerden yola çıkarak modellemelerin yapıldığı söylenebilir. Sosyal medyayı kullanırken kelime seçimlerimiz, yorumlarımız, paylaşımlarımız kısacası tüm hareketlerimiz masum gibi gözükse de kişisel verilerimizi içerir ve bu kişisel veriler üzerinden biz farkında olmasak da ekonomik, politik ve sosyal kimliklenmemiz oluşturulur.

Mahremiyetle ve büyük veri ile ilişkili bir diğer kavram gözetlemedir. Foucault’nun tanımladığı Panoptikona benzer şekilde, sürekli gözlenmekte ve bu hisle yaşamak zorundayız. Bu gözetleme sadece basit anlamında kamera gözetlemesinden öte giyilebilir teknolojilerden nesnelerin interneti üzerinden elde edilen verilere kadar uzanmaktadır. Yakın zamanda Amerika Ohio’da bir kişinin kalp atış hızını ayarlayan (pacemaker) bir cihazın sağladığı veriler, kundaklama suçundan yargılanma sürecinde kanıt olarak kabul edilmiştir. (www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/STUD/2020/634452/EPRS_STU(2020)634452_EN.pdf, 2020.) Yapay zekâ aracılığıyla gözetlemenin ve toplumsal yansımalarının en rahat gözlemlenebildiği ülke Çin’dir. Özellikle Uygur Türkleri üzerinde büyük veri sağlayan programların kullanımıyla tehlikeli olarak tanımlanan kişilerin gözaltına alınması (www.aa.com.tr/tr/dunya/hrw-cin-buyuk-veri-programi-kullanarak-uygur-turklerini-gelisiguzel-gozaltina-aliyor-/2071655, 2020.), yine Çin hükümetinin yüz tanıma teknolojileri ve kuş görünümlü dronelarla sürekli denetim sağlaması (www.trthaber.com/haber/dunya/cinde-vatandaslara-teknoloji-ile-yakin-takip-407169.html,2019.) toplumsal alanda büyük verinin nasıl kullanılabileceğinin bir göstergesidir.

Yapay zekâ uygulamalarının bireysel algı, karar verme ve davranış süreçlerini etkilediğine yönelik çalışmalar da bulunmaktadır. Bu konuda sunulabilecek iki somut örnek bireysel karar alma süreçlerimizde ne kadar özgür olduğumuz üzerine düşünmeye sevk edebilir. İlk araştırmada sanal uzamda demiryolu inşa eden bir gruba yardımcı olması için robot verilmiştir. Robot arada bazı basit hatalar yaparak sonrasında özür dilemek üzere kurgulanmıştır. Kontrol grubuna ise hata yapmayan ve görevlerini eksiksiz yerine getiren bir robot tahsis edilmiştir. Hata yapan grupta sorun çözme yeteneğinin, birlikte çalışma motivasyonunun diğer gruba nazaran fazlasıyla geliştiği bulgulanmıştır. Diğer araştırmada ise online bir oyun içerisinde bir grup oyuncuya belirli bir miktar para verilmiş ve bu paranın isterlerse hepsini oyunda kullanabilecekleri isterlerse bir kısmını oyun arkadaşlarına dağıtabilecekleri söylenmiştir. Oyunculardan bir kısmı yapay zekâ olduğunu bilmeden diğer oyunculara kendilerine verilen paranın bir kısmını vermiş ve yapay zekâ arzu edildiği şekilde her defasında verilen paranın iki katı para kazanmıştır. Belirli bir süre sonra arkadaşlarına para vermeyi tercih eden gruptaki kişilerin bu tercihlerinden vazgeçtikleri ve oyun içinde daha bencil hareket ettikleri bulgulanmıştır. (European Parliamentary Research Service, 2020.) Bu iki araştırma aslında insan davranışlarının yapay zekâ tarafından nasıl manipüle edilebileceğini bize göstermektedir. Dolayısıyla inanç sistemleri ve kişilerin inanç algılarıyla oynanmasının aslında ne kadar kolay olduğunu gözler önüne sermektedir. Manipüle yeteneği olduğunu kabul ettiğimiz yapay zekânın herhangi bir ahlaki koda sahip olmadığının unutulmaması gerekir. Her insan kendi inanç sisteminden hareketle kimi zaman kendi yararına olarak görülmeyen ancak başkalarının mutluluk ve refahına zemin hazırlayabilecek kararlar vermektedir. Ancak yapay zekânın empati ve suçluluk gibi duygulara sahip olmaması, aldığı kararların ahlaki boyutunun sorgulanmasının en önemli sebebidir.

Durum tespitinin kolay ancak çözüm önerilerinin zor olduğu bu konuda, en büyük sıkıntının insanların düşünmeyi yapay zekâya bıraktığı noktada yaşanacağına şüphe yoktur. Navigasyon önerileri dışında yolumuzu bulamadığımız ya da arama motorunun önerdiği yabancı dil kursları dışında tercihlerimizi genişletemediğimiz nokta, düşünme sürecini yapay zekâya bırakmaya başladığımızın göstergesidir. Sorunların üstesinden gelme ve karar alma sürecini yapay zekânın ellerine bırakmamak için sadece bugünkü yetişkin kullanıcıların değil, çocuk ve gençlerin de sistemden uzak hayatta kalma ve karar alma yeterliliklerini kaybetmemeleri gerekmektedir. Geleneksel kitle iletişim araçları ya da sosyal medya üzerinde sürekli karşımıza gelen teknoloji devlerinin çocuklarının teknolojiden uzak yaşamları (www.ntv.com.tr/galeri/teknoloji/cocuklarini-teknolojiden-uzak-buyuten-6-teknoloji-sirketiyoneticisi,GkJwmwIRrUqNOd2sT4xpRA/yR8Nh3r9S0CJT2F8rA4PhA,2020.) bahsettiğimiz kaygıların bir sonucu olabilir. Çocukların bir sorun karşısında kendi kararlarını verebilmeleri, sosyal ilişkilerinde belirleyici olabilmeleri kısacası düşünmeyi yapay zekâya bırakmamaları için dijital teknolojilerden uzak bir çocukluk geçirmeleri önemlidir. Dijital teknolojilerden uzak geçirilen çocukluk, yine bu dönemde elde edilmesi gerekli olan empati, sorumluluk ve paylaşma gibi insani değerlerin gelişebilmesi adına da önemlidir.