Makale

GÜLENAY PINARBAŞI İLE ANADOLU’YA HAYAT VEREN KADINLAR ÜZERİNE...

GÜLENAY PINARBAŞI İLE
ANADOLU’YA HAYAT VEREN KADINLAR ÜZERİNE...

Mahir KIlI

Gülenay Pınarbaşı, İstanbul’da dünyaya geldi. İlk, orta ve yüksek öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olmasının ardından Marmara Üniversitesi Türk-İslam Edebiyatı Ana Bilim Dalında master derecesi aldı. Doktora çalışmalarını iletişim bilimleri alanında tamamladı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının sosyal sorumluluk projelerinde yer alan yazar, kültür ve turizm üzerine özel çalışmalar yapmaktadır. TRT 2’de yayımlanan Geleneğin Kalp Atışları adlı programın da hem danışmanlığını hem de metin yazarlığını yürütmektedir. Pınarbaşı, evli ve üç kız çocuk annesidir.

“Kültür bir toplumun mirasıdır. Bu mirasın en canlı kısmını sözlü gelenek ürünleri oluşturmaktadır.” diyorsunuz. Edebî olsun ya da olmasın toplumun kültür hazinesinin ve dilinin inceliklerinin taşıyıcısı olan sözlü gelenekten ve onun millet açısından öneminden bahseder misiniz?

Sözlü kültür ürünleri denilebilecek efsane, masal, ninni, mani, bilmece vs. halk edebiyatı derlemeleri içinde önemli bir yer tutar. Ve bu eserlerin önemi, halkın o ürünlerle aktardığı değerlerde ve onlara verdiği kıymette saklıdır. Gerek sözlü gerek yazılı edebiyat ürünleri, içinde şekillendikleri toplumsal yapı ve zihniyetle ilişkilidir ve bu kültürün ait oldukları ortak değerleri yansıtır. Bu çerçevede Anadolu insanının algılama, yorumlama, yargılamasının yansıması olan kültürel birikimlerin en canlı ve anlaşılır örneklerinden biri olan sözlü kültür, sosyal yapının güçlü tutulmasında çok önemli görevler üstlenir. Kapalı fonksiyonlarıyla kültürel, ahlaki ve sosyal kabulleri yansıtmakta ve destek olmaktadır. Sözlü kültür, içerdiği mesajlar bakımından çeşitlilik arz eder. Kimilerinde dinî, kimilerinde millî, ahlaki, tarihî dersler verilirken her biri birer ibret tablosu sunar. Bu bakımdan sözlü kültürde aktarılan olayların, kurguların gerçekliğinden çok verdiği mesaj önemlidir. Ve bu mesaj, her defasında kültürel ve dinî kimliğin korunması veya yeni neslin ihtiyaçlarını içine alarak aktarılması fonksiyonunu üstlenir.

Sözlü kültürümüzü oluşturan ve Anadolu’muzun kolektif şuuraltı olarak da nitelendirilen efsanelerin, destanların ve masalların kültürel ve dinî kimliğin korunmasına yönelik neler söylemek istersiniz?

Başta efsaneler olmak üzere sözlü kültür ürünleri, evlilik doğum gibi hayatın tabii akışının içindeki hâlleri anlatırken kültürel ve dinî öğretileri de aktarır. Yani hem dinî hem de kültürel kimliğin korunmasına katkı sunar. Diğer yandan bizler modern geleneksel devirlerin anlayışı ile ilgili fikirler ediniriz. Örneğin “Halk, olaylara nasıl bakmış?” sorusunun cevabı halk edebiyatı mahsüllerinden alınabilir. Aslına bakarsak bugün de seçkinlerle halkın yorumlayışı farklıdır. Tabii halkın muhayyilesi, anlamadığı olayları yorumlarken egzotik ve eksantrik ögeler katmaktadır. Böylece ortaya bazen olağanüstü anlatımlar da çıkmaktadır. Biliyorsunuz efsaneler bir gerçeğe, bir zamana ve bir yere bağlı anlatılır. Tamamıyla gerçekten kopuk değildir. Bu noktada kolektif şuuraltı kavramı önem kazanır. Her milletin, topluluğun bir şuuraltı vardır ve bilincin dışında oluşan bu zenginlik, mitoloji ve efsanevi anlatımlarla cisimleşir. Anadolu’nun Ermiş Kadınları çalışmasında, efsanelerde dinî ögelerden biri olan keramet kavramını aramıştım. Tabii en büyük keramet, istikamet ilkesi, keramet motiflerinde bile görülüyor. Ve kadınlar dünyevi hâllere sabrederek kurtuluşa erebiliyor. Gerek ermiş kadın anlatmalarında gerekse yer adları anlatmalarında halkın şuuraltının temel motivasyonu, dinî değerleri hem korumak hem de gelecek nesillere aktarmaktır.

Anadolu’nun birbirinden farklı kültürlerinde var olan efsanelerden yola çıkarak hazırladığınız Anadolu’ya Adğnğ Veren Kadğnlar ile Anadolu’nun Ermiş Kadğnlarğ adlı kitaplarınızdaki kadınlardan ve onların özelliklerinden kısaca söz eder misiniz?

Araştırmamızda ortaya koyduğumuz efsaneler, bize Anadolu’da var olan İslam evliyalarının arasında kadınların bulunduğunu onların da ziyaret edildiğini örneklemesi bakımından bir şeyler gösterdi. Efsanelerdeki kadın veli tipini “mahallî kadın veliler” ve “genel kadın veliler” olarak ikiye ayırabiliriz. Mahallî veliler, yazılı kaynaklara yansımamış, şahsiyetleri ve manevi etkileri yaşadıkları inanılan bölgeleri aşmamış olanlardır. Araştırmamızda karşımıza çıkan halkın muhayyilesinde efsaneleri anlatılanların büyük çoğunluğu bu kısımdandır. Bu veli kadınları ve efsanelerini sadece ziyaretgâhın bulunduğu çevre halkı bilmektedir. Bizzat ziyaret ettiğimiz yörelerde de gördüğümüz üzere türbelerde yatan velilerin hayat hikâyesi kesin olarak bilinmemekle birlikte bazılarının ismi de meçhuldür.

Anadolu’ya Adğnğ Veren Kadğnlar adlı kitabınızda pek çok yerin adının bir kadının isminden yola çıkarak oluştuğunu anlatıyorsunuz. Sizden Anadolu adının nereden geldiğini dinlemek isteriz.

Başköy Kalesi’ni Rumlardan almak için sefere çıkan Sultan Alaaddin Keykubat, ordusu ile Kızılcahamam Taşlıca köyüne uğrayıp mola verince kocası ölmüş olan Kırmızı Ebe, bir bakraç ayran alarak ikram etmek üzere askerlerin yanına gider. Ayranı korudaki taş oluğa dökerek askerlere dağıtmaya başlar ve bir yandan da: “Doldurun gazilerim, doldurun yiğitlerim, yavrularım!” diye seslenir. Askerler de sanki ayran yetmeyecekmiş endişesiyle: “Ver ana, ana dolu ver, dolu ana!” diye âdeta yalvarırlar. Askerler ve Kırmızı Ebe arasında geçen bu karşılıklı konuşma süre süre, bir tekerleme gibi zihinlere yerleşir. Bu muhabbet ve şefkatin anısına bu topraklar bundan böyle “Anadolu” olarak anılmaya başlar. Kırmızı Ebe’nin bu evliyalara mahsus “azı çok etme” kerameti yayılarak Sultan’ın kulağına gider. Alaaddin Keykubat, Kırmızı Ebe’ye sorar: “Dile benden ne dilersen Ana!” o da: “Sağlığını dilerim sultanım!” diye cevap verir. Sultan, teklifinde ısrar edince Kırmızı Ebe, sırtına sardığı uyuyan yavrusunu işaret ederek: “Sultanım, şu uyuyan yetim yavrum için biraz yiyecek ve büyüdüğünde kâfire karşı gaza yapması için hayır duanızı dilerim.” der. Bunun üzerine Alaaddin Keykubat, Taşlıca köyünü ve civarını Kırmızı Ebe’ye ve oğlu Oruç Gazi’ye vakfeder. Köyden vergi alınmaması için ferman buyurur ve bütün köy arazisini vakfettiğine dair beratı yazdırıp Kırmızı Ebe’ye verir. Bu ferman gereği Cumhuriyet Dönemi’ne kadar köyden vergi alınmamıştır.

Anadolu topraklarının manevi mayasında harcı bulunan kadınların hikâyelerini anlattığınız Anadolu’nun Ermiş Kadğnlarğ kitabınızda sizi en çok etkileyen kadını nedeni ve hikâyesiyle birlikte anlatabilir misiniz?

Hepsi birbirinden ibretlik ve hüzünlü öyküler barındırmakla beraber yalnız kalmış gebe kadınların hem türbeleri hem de hikâyeleri beni bir anne olarak daha çok etkiledi. Bu kadınların bir duruşları ve toplumda bir fonksiyonları mevcut. Örneğin Bacım Sultan, Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin kızı. Bugün Nallıhan ilçesi sınırlarında kalan Tekke köyüne gelin gitmiş. Hubyar Sultan isimli saygı duyulan biriyle evlenmiş. Bacım Sultan’ın ardından onun hatırası ve izlediği yol devam ettirilmiş. Hatta devrin Hristiyanları dahi buraya getirilmiş.

Diğer yandan Anadolu sahası halk anlatımlarında sadece İslamiyet çerçevesinde kadın ermişler bulunmuyor, örneğin Aya Tekla adlı bir genç kıza ait anlatımda veli motiflerinin neredeyse tümü görülüyor. Aya Tekla, Konya’da Silifke’ye Hristiyanlığı yaymak için gelmiş St. Paul’un öğrencisi ve buralardaki mağaralarda yaşamış. Yaşadığı mağara, Hristiyanlarca kutsal kabul edilmiş ve hac merkezi olmuş.

Anadolu’nun pek çok yerinde anlatılagelen ve yaşanmışlığı olan bu hikâyelere daha çok hangi bölgelerde rastladınız ve bunun sebebini neye bağlıyorsunuz?

İlk Çağ ve Orta Çağ’da Çin ile Orta Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki ticaret yolu olarak bilinen İpek Yolu’nun kuzey ve güney kavşağı bu bakımdan çok bereketli. İpek Yolu’nda inançların ve insanların kaynaşması bu durumda çok etkili. İpek Yolu’nun kuzeyinde bulunan ve en çok kadın ereni bağrında barındıran ilimiz Amasya. Bölgede yaygın biçimde yedi ayrı kadın eren efsanesi ve yerlere isim veren çeşitli efsaneler anlatılıyor. Amasya, İpek Yolu’nun üstünde olmakla beraber yüzyıllarca Hristiyan, Bektaşi, Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadıkları yörelerin başında yer alıyor.

Eserlerinizde anlattığınız kadınların, toplumsal hayattaki rolleri nelerdir ve günümüz kadınlarına neler söylemektedir?

Geçmişte de bugün de yaşanan sorunlar, şekil olarak değişse dahi içerik olarak aynıdır. Bu hanımların ahlaki duruşları çok önemli. Kaynağı Kur’an-ı Kerim olan güzel ahlak, hemen hemen bütün efsanelerde olay kurgusunun özünü oluşturuyor. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kızı Hz. Fatma’nın, Hz. Meryem’in ahlakı. Ermiş kadınların anlatıları, bir nevi bu iki İslam kadınına olan hasretin ve sevginin ifadesidir. Bu bağlamda birçok ermiş kadının adı Fatma ve Meryem’dir. Yöreleri, hikâyeleri farklı olsa da duygu dünyaları ve tavsiyeleri hep aynıdır. Kerametlerle örülü hayat hikâyeleri ise çevrelerine ve kendilerinden sonra gelenlere birer dayanak ve umut kaynağı niteliği taşımaktadır. Ermiş kadınların nasıl bir hayat yaşadıklarına gelirsek hepsi yaşadıkları devre, şehre, sosyo-ekonomik seviyeye göre bir hayat yaşamışlardır. Kentli çok az sayıda ermiş kadın hikâyesi varken daha çok kır toplumuna ait kadın anlatımları mevcuttur. Kimi kalede, kimi çadırda, kimi mağarada yaşamaktadır. Sorunları farklı olsa da imtihanları ve bu imtihanın vardığı yol aynıdır. Ermiş kadınların yaşadığı dönemde toplumda günümüzün tam aksine olumlu algılar var. Ermiş kadınlar, değerler sistemini coğrafi ve siyasi şartlar altında Anadolu’yu İslamlaştırmaya çalışan ama yolunu ahlakla, iyilikle, güzellikle ve sabırla bezemiş sıradan kadınlar. Bu 80 kadından sadece bir tanesi Afyon’daki Destina Hatun, bizim düşündüğümüz anlamda bir yere kapanıp tespih çekiyor. Diğerlerinin hepsi, geçim derdiyle, kocasıyla, kaynıvalidesiyle, çocuklarıyla hayatın içindeler. Hayatın içinde kendi seyrüsülûk evresini tamamlamış. Toplumun içinde Allah’a (c.c.) vasıl olmuşlardır.