Makale

ZAMANI İTİKÂFLA BEREKETLENDİRMEK

ZAMANI İTİKÂFLA BEREKETLENDİRMEK

Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Zaman, en değerli hazine

Zaman, Rabbimizin bizlere ihsan etmiş olduğu en büyük nimetlerden birisi, aynı zamanda insana bahşedilmiş büyük bir sermayedir. Zira her varlık gibi insanoğlu da zaman içinde doğar, yaşar ve nihayet zaman içinde dünya hayatına veda eder. Olumlu olumsuz tüm hadiseler, yapılan tüm iyilikler ve kötülükler; elde edilen tüm imkânlar veya kaybedilen ne varsa, kısaca hayat ve ölüm, hep zaman içinde gerçekleşir.

İnsanın sahip olduğu bu kıymetli sermaye, aynı zamanda bize verilmiş büyük bir emanet, kaybedildiğinde geriye getirilmesi ve telafisi asla mümkün olmayan bir nimettir. Ne yazık ki farkında olarak ya da olmayarak en kolay zayi ve en çok israf ettiğimiz şeylerin başında zaman gelmektedir. Oysa hepimiz Cenab-ı Hakk’ın bize lütfettiği diğer emanetlerde olduğu gibi bu emanetinin de kadrini bilmek ve bu nimeti O’nun istediği gibi yerli yerince kullanmakla sorumluyuz.

Sevgili Peygamberimiz de (s.a.s.): “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhari, Rikak, 1.), ifadesiyle zamanın ve sağlığın önemine dikkat çekerek pek çok insanın bu iki imkânı değerlendirme konusunda gereken özeni göstermeyerek zarara uğradığını bildirmektedir.

Hayatın tüm alanlarında bizler için eşsiz bir örnek olan Allah Resulü (s.a.s.) “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini çok iyi bilmelisin: Ölüm gelmeden önce hayatın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin.” (Hâkim, el-Müstedrek, IV,341.) buyurarak, geçip giden zamana karşı geliştirilmesi gereken dikkatin, hayatın her anında korunması gerektiğini vurgulamıştır.

Ramazanı itikâfla bereketlendirmek

Yıl içine serpiştirilen mübarek gün ve geceler, silkelenip kendimize gelmemiz, ömrümüzün muhasebesini yapmamız, Rabbimizin mağfiret ve rahmetine erişebilmemiz için fırsat zamanlarıdır. Özellikle ayların sultanı olarak nitelendirilen ramazan, nefsi terbiye açısından önemli bir zaman dilimidir. Bu bakımdan, İslam’da rahmet ve mağfiret ayı olarak vasıflandırılan ramazan ayının on iki ayın arasında özel bir yeri ve değeri vardır. Pek çok ibadeti bünyesinde barındıran bu ayda özellikle tutulması farz olan oruç ibadetinin en önemli amaçlarından birisi nefsi terbiye ederek kişinin arınmasını sağlamaktır. Nefsi arındırma noktasında bu mübarek ayın Müslümanlara sunduğu en değerli fırsatların başında itikâf ibadeti gelir. Çünkü itikâf ramazana has bir ibadettir.

Nedir itikâf?

“Bir mekânda kalmak ve kendini bir şeye adamak/ hasretmek, hapsetmek” anlamlarına gelen itikâf dinî manasıyla oruçlu bir kişinin umuma açık bir mescitte veya o hükümdeki bir yerde niyet ederek, kalbini dünyevi meşgalelerden arındırması ve kendini tedebbür, tefekkür, ibadet ve zikirle Yüce Allah’a teslim etmesi anlamına gelir. (el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, s. 31.)

Meşruluğu Kur’an ve sünnet ile belirlenmiş olan itikâf ibadetinin yerine getirilmesi sünnet-i kifayedir. Bir yerleşim merkezinde bulunan Müslümanlardan birisinin veya bir kısmının bu sünneti eda etmesiyle diğerleri üzerinden bu sorumluluk düşer.

Kur’an-ı Kerim’de ramazan ayı ve oruçtan bahsedilirken “Mescitlerde ibadete çekilmişken (itikâfta iken) kadınlarla cinsel ilişkide bulunmayın.” (Bakara, 2/187.) buyrulmuş olması, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında önemli bir yer tutan itikâf uygulamasının, vahiy tarafından onaylanması bakımından önem arz etmektedir. (DİB, Hadislerle İslam, II, 436.) Bu ibadet sadece Efendimize (s.a.s.) ve İslam ümmetine özgü bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde muhtelif şekillerde gerçekleştirilen köklü bir uygulamadır. İslami öğreti içinde de Hz. İbrahim ve oğlu İsmail zamanından beri devam edegelen bir sünnet olarak bilinir. (M. Şener, İtikâf, DİA, XXIII, s. 458.) Nitekim “... O zaman biz beyti insanların gidip gelip ziyaret edecekleri bir makam ve bir güvenlik yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize namaz kılacak bir yer edinin. İbrahim ve İsmail’e de ‘Tavaf edecekler için ibadete kapanacaklar (âkifîn), rükû ve secde edecekler için evimizi temiz tutun.’ diye talimat verdik.” (Bakara, 2/125.) mealindeki ayet bir yönüyle buna işaret etmektedir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tebliğ, eğitim, cihat gibi nice önemli meşguliyetlerine rağmen itikâf ibadetine ayrı bir önem vermiş, Medine’de hicretin ikinci yılında ramazan orucunun farz kılınmasından itibaren vefat edinceye kadar her ramazan ayının son on gününde Mescid-i Nebevi’de itikâfa girmiş, böylece bu mübarek ayı en güzel şekilde değerlendirerek, ibadet, dua ve taat hususunda daha bir özen göstermiştir.

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.s.) ramazan ayında kendisi bu değerli zaman dilimini ihya ettiği gibi ailesinin de aynı feyiz ve bereketten faydalanmasını ister ve geceleri aile fertlerini ibadet için uyandırırdı. Nitekim Hz. Aişe validemizden şöyle bir rivayet nakledilmiştir: “Resulüllah (s.a.s.) vefat edinceye kadar ramazanın son on gününde itikâfa girer ve şöyle derdi: ‘Kadir Gecesi’ni ramazanın son on gününde arayınız!’ Bu durum vefat zamanına kadar bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra Hz. Peygamber’in zevceleri itikâfı sürdürmüşlerdir.” (Buhari, İtikâf, 1-18; Ezan, 12, 135; Müslim, İtikâf, 1-6; Ebu Davud, Ramazan, 3; Savm, 77.)

Kaldı ki Allah Resulü (s.a.s.), risaletinden önceki günlerinde Kâbe hakemliğini takip eden beş yıl boyunca çevresindeki toplumun ve tüm insanlığın durumunu düşünüp tahlil etmek ve gönül dünyasında olup bitenlerin muhasebesini yapmak için sık sık Hira’da yalnızlığa ve inzivaya çekilmiştir. Özellikle bu noktada Hira Nur mağarası onun için sığınılacak bir yer olmuştur. Hemen hemen bütün tarihî kaynaklar Peygamberimizin ilk vahyi aldığı sırada Hira’da semayı ve Kâbe’yi seyrederek bir tür itikâf ve inziva hâlinde olduğunu haber vermektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübrâ, Beyrut ty. I, 190-195; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1991, s. I, 173.)

Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.) itikâf için gösterdiği bu hassasiyetin ardında yatan temel neden, Kur’an-ı Kerim’de bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (Kadir, 97/3.) Kadir Gecesi’ni ihya etme düşüncesiydi. Resul-i Ekrem (s.a.s.), ramazanın son on gününü itikâfta geçirmekle, âdeta bu kıymetli geceyi yakalamayı, böylece gece ve gündüzü ibadetle, tezekkür ve tefekkürle geçirerek o gecenin feyzinden, bereketinden faydalanmayı arzu etmiştir. Nitekim Cebrail (a.s.) tarafından Kadir Gecesi’nin ramazanın son on gününde olduğu kendisine bildirilene kadar Hz. Peygamber, önce ramazanın ilk on gününde, sonra ortasındaki on günde itikâfa girmiştir. Ancak Hz. Cebrail’in her defasında “Aradığın şey önünde(ki günlerde)dir.” uyarısı nihayetinde onu son on günde itikâfa girmeye sevk etmiştir. (Buhari, Ezan, 135.) Resulüllah (s.a.s.), bundan böyle ramazanın son on günü itikâf edeceği yere çekilmiş ve ashabına da Kadir Gecesi’ni, ramazanın son on gününde aramalarını söylemiştir. (Buhari, Fadlü leyleti‘l-kadr, 3; Tirmizi, Savm, 72.) Peygamberimiz (s.a.s.) itikâftayken hane-i saadete eşlerinin yanına gitmez, temel ihtiyaçları mescide getirilirdi. İmkân ölçüsünde dünyevi konuşma yapmaz, ya ibadetle ya da ashabına İslam’ı öğretmekle meşgul olurdu.

İtikâfın önemi ve kazanımları

Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırmak ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsani ve şehevi arzulardan uzak durmak, kişinin manen olgunlaşmasına vesile olan şeylerin başında gelir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı ve mümkün olduğu ölçüde maddi ilgilerden uzaklaşarak Yüce Yaradan’a yönelmeyi sağlayan bir ortam insana derin bir manevi ufuk ve imkân sunmaktadır. (DİA, İtikâf, XXIII, 458.) Nitekim Allah Resulü, bu imkânı en güzel şekilde değerlendirerek itikâfa verdiği önemi ümmetine göstermiş ve bu ibadeti yerine getiren kimsenin kazancını şöyle ifade etmiştir: “O, günahlardan uzak kalır ve kendisine (hayatın içinde) tüm iyilikleri yapan kimse gibi iyilikler yazılır.” (İbn Mace, Sıyam, 67.)

İnsan, dünyanın yoğun koşuşturması içinde zaman zaman kendi iç âlemiyle ve Rabbiyle bağ kuramamanın hüznünü derinden hissetmektedir. Özellikle günümüzde dünyevi meşguliyetlerin, insanların hayatlarını yoğun bir şekilde etki altına aldığı bir gerçektir. Bu koşuşturma insanı varoluş gayesinden uzaklaştırarak Allah’ı unutturabilmektedir. Eğer insan Rabbini unutursa Allah da ona kendini unutturmakta, böylece varlık gayesinden uzaklaşarak iyice özünden kopmaktadır. Bu durum onun fıtratına yabancılaşmasına ve neticede dinî anlamda hak ve doğru yoldan sapmasına sebep olabilmektedir: “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.” (Haşr, 59/19.)

İşte itikâf bir süreliğine de olsa dünya telaşından uzaklaşarak insana kendini gözlemleyebilme, iç dünyasında sorgulama yapabilme, hesaba çekebilme ve öncelikle kendine iyiliği emredip içindeki kötülüklere karşı çıkarak nefsini ıslah edebilme yolunun anahtarını kazandırır. Rabbi ile baş başa kalan insan, O’nun azametini idrak ederek gönülden Allah’a boyun eğer, işlemiş olduğu tüm günahlarını itiraf ederek sadece O’ndan af ve mağfiret diler, O’ndan başka gidecek bir kapısının olmadığını anlar.

Günümüzde bir yandan yoğun iş temposu, diğer taraftan televizyon, internet, sosyal medya gibi pek çok alışkanlıklar sebebiyle tefekküre, özüne dönmeye bir türlü zaman ayıramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Huşu içinde kılınan namazlar, itikâfta zikir, tefekkür ve dua ile geçirilen zamanlar, sadece bir zihin boşalması değil aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti, nefis muhasebesi, terbiyesi ve tezkiyesidir. İtikâf sayesinde insan, ahlak ve ibadetlerle ilgili eksikliklerini gidermek için gerekli adımlar atabilir. Kötü alışkanlıklarını bırakma imkânına kavuşur. Bildiği doğruları ve güzellikleri hayata geçirme gayret ve çabasına kavuşur. Muhatapların güzel konuşmalardan değil ancak güzel yaşayıştan etkilendiği günümüzde, hâl diliyle güzel bir tebliğdir itikâf. Başkalarına iyiliği emrettiği hâlde kendi nefislerini unutanlara da önemli bir derstir. Kişinin Rabbine yaklaşabilmesi ve kendini O’nun yoluna adayacak seviyeye yükselebilmesi için fiilî bir dua, deruni bir yolculuktur.

İtikâf, bir anlamda Müslüman için ibadet ve kulluk kampına girmek, diğer bir deyişle ibadet ve kulluğu özümseyip daha derinden idrak edebilmektir. Çünkü itikâf, temel ibadetlerin neredeyse tamamını özünde barındırır. İnsan, dünyevi telaş ve düşüncelerden bir süreliğine kendisini azat edip ihlas ve samimiyetle, gücü yettiği ölçüde vaktini; Kur’an okuyarak, dua ederek, tövbe ve istiğfarda bulunarak, namaz kılarak (beş vakit farz namaz, teravih, varsa kaza namazları, nafile namazlar), zikir ve tefekküre dalarak, dinî bilgisini artıracak okumalar yaparak geçirir. İtikâfı, gece gündüz Allah ile bir arada bulunma hâli olarak değerlendiren kişi nefsini arındırarak gönül dünyasında gerçek bayramlara erişebilir. Hem kendi bayram yapar hem de çevresindekilere bayram sevincini yaşatır.

Bu ibadet aynı zamanda Kur’an’ın indirilmeye başladığı ve bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni dolu dolu yaşayarak geçirmeye yönelik nebevi bir öğretidir. İtikâfın herhangi bir zaman diliminde yapılması caiz olmakla birlikte, ramazanda ve özellikle de bu kutlu ayın son on gününde yerine getirilmesi rastgele bir durum değildir. İtikâf bizlere “Kadir Gecesi’ni (ramazanın) son on günü arayın.” (Buhari, Fadlü leyleti‘l-kadr, 3; Tirmizi, Savm, 72.) hadisi gereğince bu kutlu geceyi idrak etme ve yakalama imkân ve fırsatı sunar.

İtikâf nerede ve nasıl yapılır?

İtikâfta mekân önemli bir ayrıntıdır. Çünkü bulunduğu yerin de insanın üzerinde ayrı bir etkisi vardır. Bu noktada insana kazandıracağı olumlu duygular açısından itikâfın, Allah’ın evi ve Kâbe-i muazzamanın şubeleri kabul edilen camilerde/mescitlerde yapılması önem arz etmektedir. Nitekim İslam âlimlerinin kahir ekseriyeti de bunu zorunlu bir şart olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla uygun olan, kişinin cami veya mescitlerde itikâfa girmesidir. Bununla birlikte salgın vb. zorunlu nedenlerle camilerin kapalı olması ya da sağlık gerekçesiyle camilerde bu ibadetin yerine getirilememesi durumlarında, -kadınların evlerde itikâfa girebildikleri gibi- erkeklerin de evlerinin mescit olarak tayin ettikleri bir mekânında/odasında şartlarını gözeterek itikâfa girmeleri bazı âlimlerin görüşleri doğrultusunda uygun görülmüştür. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IV, 272; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV/317.) Ancak cami veya mescitlerde itikâf yapma imkânı ortaya çıktığında erkeklerin evde itikâf yapması caiz olmaz.

Hâsılı

İmkânı olan bir mümin hiç olmazsa yılda bir kez ramazan ayında, kendisini saran tüm meşgalelerden ve sorumluluklardan bir süreliğine sıyrılarak sadece Allah’la baş başa kalmanın hazzını yaşamak için giderek unutulan bu nebevi sünneti ihyaya gayret etmelidir. Peygamberlerin yaşadıkları bu manevi tecrübeden nasiplenip itikâfı bir ömre yayabilmelidir mümin. Böyle bir tecrübeden sonra hayattan kopmadan bu şuur ve bilinçle yaşamamız, hayatta bize çok şey kazandıracaktır.