Makale

NE ÇIKARSA BAHTINA

NE ÇIKARSA BAHTINA

Süreyya MERİÇ

Pişirdiğini aş yapan, bereketli sofralar kuran insanoğlunun beslenme kültürünün vazgeçilmez enstrümanlarından biridir kaşık. Ne zaman icat edildiği tam olarak bilinmese de Arkeolog Erdem Yücel, kaşığın, ilk sofra aleti olduğunu belirtir. Bıçak her ne kadar avcılığın vazgeçilmez unsuru olsa da yemek yeme aracı olarak kullanılmamış, çatal ise 1100 yılına kadar sofralarda boy gösterememiştir. Kaşığın “bilinen” tarihi Eski Mısır’a kadar uzanır. Fildişi, çakmak taşı ya da ahşap malzemeden yapılma kaşıklar Batı’ya gidildikçe bronz, gümüş gibi malzemelerle tanışır.

Anadolu’da MÖ 6000’li yıllara ait olduğu belirlenen ilk kaşık örnekleri pişmiş topraktan imal edilmiştir ve günümüzdeki estetik formundan epeyce uzaktır. Kaşıkla birlikte onun yoldaşı sayabileceğimiz kepçenin tarihi de benzer aşamalardan geçmiştir. Kaşığın ahşapla buluşmasıyla birlikte estetiğin kapıları aralanır. Oymacılık sanatının vazgeçilmez ham maddelerinden biri olan ahşap, sofralarda önemli bir rol üstlenen kaşıkları geleneksel el sanatlarının bir kolu mertebesine çıkarır. Kök boyalarla bezeli tahta oyma kaşıklar kültürel mirasın birer aktarıcısı olur.

Türk İslam medeniyetinde sanat, insan için var olagelmiş, günlük hayatta kullanılagelen nesneleri estetik bir forma dönüştürmüş, diz kırıp Kur’an okuduğu rahleden, bir kâseden çorba içtiği kaşığa kadar hayatın içine karışan eşyada makes bulmuştur. Türk kültürü üzerine araştırmalarıyla tanınan Bahaddin Ögel de Türklerin tarih sahnesine çıktıkları Orta Asya’dan itibaren kullandıkları kaşıkların ağaçtan yapılmış olduğunu belirtir. Anadolu Selçuklu Devleti başkenti Konya’da “Talebe-i Ulûm” Anadolu’daki ilk kaşık zanaatkârlarıdır. İhtiyaçla estetiği buluşturan bu zanaatkârlar sayesinde zaman içinde ustaların zevk ve becerilerine göre kaşıklar birer sanat eserine dönüşmüştür. Öyle ki Anadolu’da kimi yöreler ön plana çıkarak ürettikleri kaşıklarla literatürde yerlerini alırlar. Kastamonu, Konya, Bursa, Eskişehir, Trabzon gibi şehirlerde ağaç kaşık yapımı alanında pek çok zanaatkâr çıkmıştır. Modern teknolojinin ve seri üretimin karşısında giderek mevzi kaybetseler de ahşap el sanatları sınırlı sayıda temsilcisi ile var olma çabası içinde.

Kaşık, zanaatkârların yanı sıra ediplerin, münevverlerin de ilgisine mazhar olmuş bir araç. Kaşgarlı Mahmut, Dîvân-ü Lügâti’t-Türk eserinde “Kuru kaşık ağza, kuru söz kulağa yakışmaz.” der. Atasözlerinde de önemli bir yere sahiptir kaşık, kimi zaman kararlılığın simgesi olur, kimi zaman kanaatin. Kimi zaman insanın hasını seçer, kimi zaman kısmetin remzi olur. Pilavdan dönenin kaşığı kırılır, kısmetinde ne varsa kaşığına o çıkar... Kaşık nefsin simgesi olarak çıkar karşımıza. Çalakaşık sofraya dalmak ayıplanır.

Çağdaş ozanlarımızdan Barış Manço’nun sözlerini yâd ederek sözü tamam edelim isterseniz. Tarihte uzun yoldan gelen kaşığın insana öğreteceği şeylere de kulak verelim:

Daha çatal, bıçak, kaşık icat edilmemişken

İsmail’e inen koç kurban edilmemişken

Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna

Kapağı ver, kulpu al, kurbanı hiç soran yok

(…)

Alnı açık, gözü toklar buyursunlar başköşeye

Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye

Nefsine hâkim olursan kurulursun tahtına

Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına

Talebe-i Ulûm: Konya’ya Karaman’dan gelen Talebe-i Ulûm sayesinde Konya kaşıklarının ünü Paris’ten Mısır’a, Cezayir’den Tunus’a kadar ulaşmıştı. Malzeme olarak şimşir, meşe ve armut ağaçlarının kullanıldığı kaşıklar, çeşitli desen ve yazılarla da görsel hafızalarda iz bırakıyordu.

Kaşık Çatal İkilemi: Günlük dilde sık sık yan yana gelen kaşık çatal ikilisini hakiki manada birleştiren ise Romalılar oldu. Bir ucu kaşık, diğer ucu çatal şeklinde imal edilen kaşıklar kullanışlı mıydı bilinmez ama ilginç bir deneme olarak tarih sahnesinde yerini aldı.

Kertme Boğaz: İlk başta oldukça ilginç gelen bu adlandırma, kısa saplı oyun kaşıkları için kullanılıyor. Ahşap oyma kaşıklar sofradaki yerlerini metal haleflerine bırakınca kaşık oyunları için farklı özellikte kaşıklar yapılmaya başlandı. Ağız kısmı geniş, sırtı düz, sapı kısa bu kaşıklar yöresel oyunların da vazgeçilmezi oldu.

Göz Dolduran Gümüş Takımlar: Ağız kısmından sapına kadar gümüş işlemeciliğinin zarafetini yansıtan bu kaşıkları insan kullanmaya kıyamasa da kimi zaman zenginliğin kimi zaman sanat zevkinin göstergesi olarak saray erkânı tercih ediyor, bilhassa özel misafirler için gümüş takımlar sofralarda arzıendam ediyordu.