Makale

TURUNCU ÇEKYAT

TURUNCU ÇEKYAT

Eda Saklı KÖKSAL

15 Şubat 2018

Bugün sabah namazını kılmak niyetiyle açtım gözlerimi, namazı kıldıktan sonra tekrar uykuya heba etmedim sabah bereketini; bunun için de şükrettim. Geç başlanan günde ne iş bitiyor ne de düşünce... Hâlbuki gece -diğer gecelerde olduğu gibi- uyumakta direnen oğlumu uyuması için ikna ederken epey yorulmuştum. “Uyurken canım sıkılıyor anne. Hem ne olur ki balıklar gibi gözlerim açık uyusam?” demişti. Güldüm; bir bilse annesi ne kadar yoruluyordu akşama kadar. Çocuk işte...

Fakat annelik öyle eşi bulunmaz bir nimet ki tüm yorgunlukları unutturmakla kalmaz yeni yorgunluklara yelken açmaya gönüllü eyler kadınları. Bugün yine öyle bir gün olacağını tecrübelerimden bilsem de çevremi, yaşamımı bu kadar sorgulayacağımı tahmin edemezdim.

Kahvaltı çayını demlemeye koyulduğumda oğlum için sevdiği yiyeceklerden hangisini hazırlasam da iştahı kabarsa diye düşündüm. Hatta biraz süslesem, damak zevkine olduğu kadar göz zevkine de hitap etsem mi dedim. Aklıma şahane sayılacak fikirler gelmişti; salatalıktan palmiyeleri, haşlanmış yumurtadan güneşi resmedebilirdim. Domatesi bir uğurböceği yapıp çimen rolündeki maydanozların üzerine kondurabilirdim. Ama yapamadım. Oldum olası öze odaklanır sıra görsele geldiğinde bende pil biterdi. Sonuçta nimetti canım bu, nimetle oyun olmaz ki!

Kahvaltı sonrası keyif çayımı ince belli bardağa alıp şimdilik oturma odası olarak kullandığımız odaya geçtim. Şimdilik diyorum zira büyüyen oğlumuzun eşyalarını buraya geçirecektik. Alacağımız yeni ders masası ve kütüphane, şu an kaldığı odaya mümkün değil sığmazdı.

İlk olarak severek satın aldığımız turuncu çekyatı bu odadan çıkarmalıydık, dün gece eşimle böyle karar almıştık. Satamazdık çünkü aktif kullanılmış eşyalar çok iyi fiyata gitmiyordu, biliyorduk. Atık sayıp belediyeye verecek kadar da kullanılamaz değildi, kıyamadık. İhtiyacı olan birine verebilirdik ama kime? Etrafımızda böyle biri yoktu ki olsa da bilemezdik çünkü birkaç yıldır oturduğumuz bu sokağın sakinleriyle selamlaşmak dışında bir münasebetimiz olmamıştı.

Mahalledeki ihtiyaç sahiplerini muhtardan daha iyi kim bilecek diyerek elimdeki bardağı bıraktığım gibi oğlumu da alıp muhtarlığın yolunu tuttum. Muhtarın yanına vardığımızda ona ihtiyaç fazlası çekyatımızdan bahsettim. Mahallede 60’tan fazla yardıma muhtaç aile olduğunu, yardımcı olabileceğini söylediğinde aldığım cevaba sevinemeden sadece yutkundum. Mahallede 60’tan fazla muhtaç aile vardı ve biz birinden bile haberdar değildik. Muhtar söze devam ettiğinde utancımın yanına bir de yara eklendi. Derme çatma bir eve yerleşen, Suriyeli yetim bir kız ve ailesinden bahsetti. Burada okula kaydedilmiş, boş vakitlerinde muhtarlığa uğrayıp yeni göçen ve Arapça dışında dil bilmeyen yurttaşlarıyla muhtarlık arasında tercümanlık yapan kıza, buna mukabil bazen harçlık veriyorlarmış. “Yaşayacakları çatıyı bulsak da henüz eşya alamadık, kış günü ailecek yerde yatıyorlar.” dedi muhtar. “Onlara vermek ister misiniz?” diye de ekledi. Gözümle onaylasam da kış günü betonda uyuyan benmişim gibi kaskatı kesilmiştim. İrtibat kurabilmek için birbirimize telefon numaralarımızı verdikten sonra oradan ayrılıyordum ki muhtar arkamdan seslendi: “Beklerseniz kızı sizin yanınızda arayayım çekyatı duyduğundaki sevincine siz de şahit olun.”

Durdum, birkaç çalma sesinden sonra 10-11 yaşlarında Arapça aksanla Türkçe konuşan bir kız telefonu açtı “Buyur amca.” dedi. Muhtar kısaca durumu anlattı, eğer bir araç bulabilirse çekyatı onların evine kendisinin götüreceğinin müjdesini verdi. Kız ise kalan cümleleri dinlemeden, sadece şu sözleri tekrarlıyordu: “Ne olur Muhtar Amca, başkasına vermesinler. Bizim çok ihtiyacımız var, annem çok sevinecek!”

Konuşma bitip oğlumun elini tutarak evimize çıkan sokaklara saptığımızda aklıma domatesten uğur böcekleri, çimen dekoru olabilecek maydanozlar ve hamile hâlimle ayaklarım şişene kadar keyfe keder gezdiğimiz mobilyacılardan aldığımız ve bir çırpıda vazgeçebildiğimiz çekyat geldi.

Akşam olduğunda muhtar arayıp çekyatı nakletmek için bir kamyonet ayarladığını haber verdi. Sonunda oda, gerekli eşyalara yer açılacak şekilde boşalacaktı. Peki, ama çekyatı ihtiyaç sahibine ulaştırmanın rahatlığıyla yeni mobilyaların yerini belirlemek varken içimi kaplayan bu hevessizliğin sebebi de neydi?

Gece siyah örtüsünü üzerimize çekti ve nihayet gün bitti.

Uyku, yarı ölüm hâliyle sarmadan bizi, bu son soru şimdi: Eşyanın, yiyeceğin, vaktin hatta uykuya doyduğumuz sıcacık yatağın hakkını bugün verdik mi? Şu an bu satırları yazarken bile aynı sesi duyuyorum sanki “Muhtar amca, ne olur başkasına vermesinler, annem çok sevinecek şimdi!”