Makale

UZMANINA SORDUK

UZMANINA SORDUK

Esra Oras
Uzman Psikolog

Kullandığımız kavramlar bir düşünce üretirken aynı zamanda onu şekillendirir. Popüler kültür son dönemde kapısını sıkça çaldığımız kavramlar arasında, peki bu kavramı doğru kullanıyor muyuz? Nedir popüler kültür?

Kültür kavramını, belli bir tecrübe ve sürecin getirdiği, bir toplumu birbirine bağlı kılan ortak araçlar olarak algılayabiliriz. Popüler kültür ise bilginin hızlıca yayıldığı ve iletişimin hat safhada olduğu günümüzde, rutin hayatın akışı içerisinde çoğunluğu etkisi altına alan ve hızlıca yayılan, bir akım gibi kapılabildiğimiz araçları içine alır. Bu açıdan bakıldığında popüler kültür zincirine bağlı halkalar, daha dönemsel ve yüzeyseldir.

İnternetin yaygınlık kazanması ve sosyal medyada sanal karakterlerin türemesiyle birlikte ortaya çıkan “imaj tutkusu” ile karşı karşıyayız. Sizce bu tutkuyu sağlıklı bir zemine çekmek mümkün mü, mümkünse bunun yolları nelerdir?

Görünür olmak, bilinmek insanın temel duygusal ihtiyaçlarından biridir. Ömrümüzün tamamında hep bir ötekine ihtiyaç duyarız, öteki ayna işlevi görür, onun varlığı aracılığıyla kendimize bakarız. Sosyal medya ile birlikte, bu ihtiyaçlar yeni bir mecrada karşılanmaya çalışıldı. dikkat çekmek ve takdir görmek için olduğumuzdan farklı bir görünüme büründük. Beni nasıl bilsinler, hakkımda nasıl düşünsünler sorusuna cevap olarak oluşturacağımız sanal bir imaj, ihtiyacımız olan tüm onaylanma ve görülme ihtiyacını çok az bir çabayla karşılayabilir. İşte imaj tutkusu dediğimiz şey aslında bunun bir tezahürü. Gerçeğin ne olduğundan ziyade nasıl bir imaj sergilendiği önemsenir hâle geldi. Ne hissettiğimizden ziyade nasıl hissetmemiz gerektiği ve bunu nasıl sunacağımız zihnimizi daha çok meşgul eder oldu. İşin fenası paylaşımlarımızda kendimizi sunma biçimimizi gerçeklik olarak ele alır hâle geldik. Bu, büsbütün kendini de kandırmak aslında.

Hepimizin içinde ideal bir benlik algısı var. Mevcut ben ile ideal ben arasındaki makas açıldıkça Carl Rogers’a göre benlik saygısı azalacaktır. Dolayısıyla bu, bizi başkalarının desteğine ve kendimiz hakkındaki olumlu düşüncelerine daha fazla muhtaç hissettirecektir. Sanal âlemde sergilediğimiz benlik aslında “ideal benlik” algımıza hizmet ettiğinden fakat mevcut benlik öyle olmadığından, benlik saygımız azalacak, böylece imaj tutkusu yükselecek ve bu kısır döngü kendini besleyecektir. Bu yüzden bu tutkuyu sağlıklı zemine çekmenin kanaatimce tek yolu, ideal benlik algısı için gerçek hayatta da emek vermeye devam etmek ve kendi gerçekliğimizi göz ardı etmeden sosyal medyada kendimizi var etmek. Elbette ki sanal âlemde yüzde yüz şeffaflık mümkün olamaz fakat paylaşımlarımız sahteyse, sadece bir imaja hizmet ediyorsa orada kendimizi durdurmak zorundayız. Bunun yerine ihtiyacımız olan onay ve desteği sanal ilişkilerde aramayıp gerçek ilişkilerimize emek vermek ve gerçek bir kabulü deneyimlemek çok daha iyi bir alternatif. Sanal yollarla çizdiğimiz imajın gerçekliği ile yüzleşmek zorundayız, aksi hâlde bu, kısa vadede keyif getirse de uzun vadede içimizdeki açlığı arttıracaktır.

Tüketim kültürünün dayattığı mutluluk tanımları karşısında insanın fıtratını koruması, ibreyi kanaate, şükre, tevazuya çevirmesi için neler önerirsiniz?

Hepimizin en temel varoluşsal ihtiyacı anlamlı bir yaşam inşa etmek. Bu anlam dairesinde, değer odaklı eylemler ortaya koyduğumuz bir yaşam için çabaladığımızda bir denge hâline erişiyoruz ve bu denge hâli bizleri zorlayıcı duygu ve deneyimlere daha dayanıklı kılıyor. Fakat yaşamı kendimiz için anlamlı bir hâle getirmek, öncesinde bir kriz yaşamayı gerektiriyor. Canımız sıkılmadan, kaygılanmadan ve diğer zorlayıcı duyguları hissetmeden içinde bulunduğumuz anlamsızlığın farkına varamıyoruz. Modern hayat, bizi anlam arayışına sevk eden nice zorlayıcı duygumuza afyon etkisi yapacak nice seçenek sundu bize. Mevcut tüketim kültürü de bu seçeneklerden biri. Tüketiyoruz ve geçici olarak can sıkıntımız geçiyor, kaygılarımız azalıyor, arzularımız tamamlandı zannediyoruz; kısacası oyalanıyoruz. İçimizdeki anlam çığlığını her defasında daha fazla tüketerek ve daha fazla ihtiyaç üreterek bastırıyoruz. Bu yüzden varoluşsal meselelerimiz canımızı sıksa da kendi içimizdeki bu meselelerle yüzleşmeliyiz. İmajım, sahip olduklarım, peşinde koştuklarım, indirimini kovaladıklarım gerçekten benim için asıl önemli olan şeylere ne kadar hizmet ediyor? Hayatımı anlamlı kılan değerlerim neler ve bu değerler beni hangi sorumluluklara sevk ediyor? Gerçekten ihtiyacım dediklerim, ihtiyacım mı ve değer odaklı sorumluluklarıma katkı sağlıyor mu? Benim daha iyi bir eş, anne, baba, kul, komşu, mümin olmama bir katkısı var mı?

Bu ve buna benzer sorularla kendimizi yüzleştirerek iç dünyamıza dönmeliyiz. Dünyaya geliş gayemizi gerçekleştirebilmek ve buna çabalarken dış ayartıcılardan etkilenmemek için öncelikle iç kaynaklarımızı keşfetmemiz ve kendi anlam arayışımıza kulak vermemiz esas meselemiz olmalı diye düşünüyorum.

Popüler kültürün harcını karan en önemli faktörlerden biri sosyal medya. Hayatımıza giren bu yeni mecraya pek çoğumuz hazırlıksız yakalandık. Sosyal medya, heveslerimizi nasıl besliyor yahut ne şekilde kullanıyor?

Fotoğraf karelerini gerçek zannediyoruz. Aslında sadece bir algı yanılsaması yani illüzyon; fakat o fotoğrafın bizde oluşturduğu şemayı hakikat zannediyoruz. Evler hep temiz, eşyalar hep yeni, eşler hep uyumlu ve birbirine âşık, herkes varlıklı ve bitmez bir huzur var o fotoğraflarda. İdeal olana dair standartlarımız artık çok daha kontrol edilemez bir etki altında. O yüzden “asla o fotoğraflardaki kadar kusursuz” olamayacağından, o karedeki ideali yakalama hevesi anın içindeki güzellikleri göz ardı etmemize sebebiyet veriyor. İçimizdeki haset artık çok daha fazla tetikte, kendimizi kıyaslayabileceğimiz insan sayısı çok daha fazla, eksiklerimiz daha eksik, yetersizlik hislerimiz çok daha gün yüzünde.

Hâl böyle olunca tüm bu zorlu duyguları, daha fazla satın alarak yatıştırıyoruz. Kısa süre için daha yeterli, daha tamam, daha değerli hissediyoruz. Markalar da bunu bildikleri için sosyal medyadaki reklam stratejilerine anlamlı yatırım yapıyorlar. Reklamlar aracılığıyla zevklerimizi, yaşam biçimimizi, kültürümüzü şekillendiriyorlar. Farklı olma, ekranlarda izlediğimiz hayata sahip olma güdülerimizi harekete geçirerek bizleri daha çok tüketmeye yönlendiriyorlar. Bizler de her yerde karşımıza çıkan reklamlar sayesinde bilinçaltımıza işlenen düşüncelerle bilerek ya da bilmeyerek sistemin işleyişine ve kapitalizmin iktidarına hizmet ediyoruz.