Makale

İSTİKLAL ŞAİRİMİZİN VATAN SEVGİSİ

İSTİKLAL ŞAİRİMİZİN VATAN SEVGİSİ

Musa TEKTAŞ

Büyük dava ve mücadele adamlarının en belirgin özelliği, hayatı bütün cephesiyle kavrayan bir ufuk göstermeleridir. Mehmet Akif Ersoy da bu adamlardan biridir. Vatan ve insan tutkusu, onu, ideali realitenin önüne almaya zorlamış ve kendini ıstırapla dolu bir isyan çığlığı içinde bulmuştur. Bunu yaparken de istediği tek şey daha ilerilere gitmek ve diğer ülkelerden geri kalmamaktır.

Akif, vatanı sadece bir toprak parçası olarak görmez, bütün mukaddes değerlerimizin temsil edildiği, millî varlığımızın hayatiyetinin devam ettiği, şanlı geçmişimizin ve kutlu geleceğimizin sembolü olarak kabul eder.

Şühedalar yurdu aziz vatanın bazı gölgelerce işgal edilmiş olması bütün vatanseverler gibi Mehmet Akif’i de Anadolu yollarına düşürmüş, millî mücadeleye teşvik etmiştir. Bu sebepledir ki şairimiz 1920 yılından itibaren bütün mesaisini millî mücadele hareketine hasretmiş, il il dolaşmıştır. Kurtuluş Savaşı günlerinde kalbi vatan için atan ve Anadolu’da bulunan Akif, Ekim 1920 tarihinde “Üsküdar-Âlemdağı”ndan hareketle deniz yoluyla İnebolu’ya vasıl olmuştur. 19 Ekim 1920 tarihinde Kastamonu Nasrullah Camii’nde vermiş olduğu meşhur vaazı vatanın birliği için çok büyük bir önem arz etmektedir.

Bu vaazında Akif, devletimizin düştüğü durumları açıkça izah etmiş, Sevr Anlaşması’nın devleti yok saymak gibi bir anlama geldiğini, yapılacak tek şeyin medeniyet maskesi altına gizlenmiş olan Batı sömürgecilerinin karşısına inançla silahlanarak dikilmek olduğunu söylemiştir. Bu savunmanın gerekliğini heyecanlı bir şekilde dinleyenlere zaman zaman şiirsel bir dille anlatmıştır. Bu vaazın metni, o günlerde Ankara’da basımı yapılan “Sebilü’r-Reşat” mecmuasında yayımlanmış ve yurdun en ücra köşesine kadar ulaşmıştır. Komutanlar, küçük risaleler olarak askerlere ve halka dağıtımını yapmış, birçok caminin minberinde ve kürsülerinde yeniden, hem de birkaç kez okutulmuştur.

Akif şöyle diyor: “Mademki vatanın müdafaası farz-ı ayndır, bu farzın mütevakkıf olduğu esbabı elde etmek farzdır. O hâlde onların kuvvet namına neleri varsa hepsini elde etmek için çalışmak hepimize farz-ı ayndır.” (Mehmet Akif Ersoy, Tefsir Yazıları ve Vaazlar, (haz: M. Ertuğrul Düzdağ) Ankara, 2012, DİB Yayınları.)

Kurtuluş mücadelesinde millî birlik ruhunun dirilişinde, halkın askerlerle birlikte hareket etmesinde ve gönüllerin bütünleşmesinde Akif’in vatan hissiyatı dolu vaazları ve şiirleri önemli rol oynamıştır.

Akif, vatan, millet ve inanmış olduğu kutsal değerler için bütün varlığıyla kendini feda edebilecek bir dava adamıdır. Muhakkak ki Akif’in aksiyon tarafı, vatan, millet, din, diyanet gibi hususlarda en üst seviyeye çıkar.

İstiklal Marşı’nın tamamına baktığımızda aziz vatan toprağının kutsallık destanının hürriyet sedasıyla dile getirildiği görülür:

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.”

Akif, aziz Türk milletini cesaretlendirmek gayesiyle bir duygu hareketi maksadıyla şiire korkma lafzıyla başlangıç yapar. Âdeta “La tahzen” ifadesindeki sırları kulaklara fısıldar. Bayrak kutlu bir değer olarak milletin istiklalinin ve istikbaldeki bağımsızlığının sembolü olarak zikredilir. Bayrağın yere düşmesi Türk milletinin istiklalini kaybetmesi anlamına gelecektir. Akif, vatan topraklarında tek bir ocak kalana değin bu aziz yurdu savunacağımızı ifade eder. O hâlde bu topraklarda tek bir Türk vatandaşı bile kalsa, o son nefesini verinceye kadar, Türk istiklali için savaşacaktır. Şanlı Türk bayrağının ay yıldızı semalardan inmeyecektir. Çünkü bayrağımız Türk milletinin hürriyet abidesidir. Bayrağımızın kaderi, milletimizin kaderi demektir. Bayrak dalgalandıkça hürriyetimizi elimizden hiç kimse alamayacaktır. Türk milletinin bütün fertleri şehit olmadıkça vatanın bağımsızlığının sembolü olan bayrağımız inmeyecektir. (Ebülfez Amanoğlu “Mehmet Akif’in Millî Mücadele Dönemindeki Edebî Faaliyetleri Üzerine Bir İnceleme”, (Ed. Gökay Yıldız, M. Zeki Yıldırım, Şevkiye Kazan, Hülya Yazıcı Okuyan), I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu (19-21 Kasım 2008), C.1, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2009, s.183-186.) Yine İstiklal Marşı’nın bir başka dörtlüğü aynı hakikati haykırmaktadır:

“Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”

Bu dörtlükte de Türk ordusunun, vatanı kutsal yapan değerler hususunda dikkat etmesi gerekenler işaret ediliyor. Vatan derken, onu koruma mücadelesi için yapılan fedakârlıklar, verilen şehitler, toprağın altında yatan şahitler göz önüne getirilmelidir. Vatan sıradan bir toprak değil, şehadete ermiş atalarımızın kanlarıyla suladığı, onların bize kutsal emanetidir. Vatan için can vermenin kutsiyetini ifade eden Akif, vatansız kalmaktansa ölmeyi hatta her şeyini kaybetmeyi yeğler:

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Cennete benzeyen yurdumuz bizim için çok kıymetlidir. Şehitlerin ruhları cennete gittiğine göre, biz her karışında şüheda kanı olan toprakların yani cennetin üzerinde yaşıyoruz. İnsan vatanı için sevdiklerini, ailesini, malını mülkünü her şeyini kaybeder ama vatanını kazanırsa hür ve kutsalını korumuş insan olarak hayatını devam ettirir. Akif’in “Cenab-ı Allah bu aziz millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın ve vatansız bırakmasın.” sözü tüm yaşanılanların özeti gibidir.