Makale

ANKARA’DA BİR TATLI HUZUR: ÇAMLIDERE

ANKARA’DA BİR TATLI HUZUR: ÇAMLIDERE

Seher MERİÇ

Yola çıkalı daha bir saat olmamıştı ki tabela, Çamlıdere için sağa doğru gitmemi söylüyordu. Sonbaharın iyiden iyiye hissedildiği bugünlerde yol kenarındaki ağaçların yaprakları rüzgârın ritmiyle bir sağa bir sola dans edercesine salınıyordu. Arabanın hızını biraz daha azalttım, pencereyi açıp mis gibi havayı içime çekmeye başladım. Yol o kadar düzgün ve bakımlı ki otobanı aratmadığını söylemeliyim. Bu şekilde 7-8 km gittikten sonra yol kenarlarındaki ağaçların altlarında ahşaptan yapılmış bir köpek, bir köylü amca ya da bir el arabası gibi objeler dikkatimi çekmeye başladı. Sol tarafta ise yol kenarında tomruklar kalem gibi dizilmişti. Küçük bir orman kasabasında olduğumu şimdi daha iyi hissettim.

Kasabanın girişinde Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin türbesi bulunuyor. Türbe dediğime bakmayın, burası bana kalırsa şehrin kalbi. Yeme içme, alışveriş, cami, mezarlık, eğitim kurumları bir külliye şeklinde burada bulunuyor. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmanın faydasını burada da gördüm. Arabamı rahatça park ettim. Duyduğuma göre öğlene doğru çok kalabalık olurmuş. Büyük bir taç kapıdan içeriye doğru yürümeye başladım. Sağlı sollu dükkânlarda yöresel ürünler satılıyor. Hele bir dükkândan gelen ekmek kokusu insanın içine işliyor.

Semerkandi Evi: Türbeye doğru giderken gözleme dükkânlarının hemen arasında eski toprak bir ev dikkatimi çekti. Birden yolumu değiştirerek o tarafa doğru ilerlemeye başladım. Burası Semerkandi Hazretlerinin yaşadığı evmiş. Eve beş altı basamaklı, ahşap merdivenle çıkılıyor. Bizi minik bir veranda karşılıyor. Burada ayakkabılarınızı çıkarmak zorundasınız. Çünkü her yer halı ve kilimle kaplanmış. Anadolu’nun renkleriyle donatılmış olan bu kilimler, tabanı bile toprak olan eve neşe ve enerji saçıyor. İçeri girince sanki takvimler bir anda 1300’lü yılların ortalarını göstermeye başladı. Tam bir Anadolu evi. Yorganlar için yüklük, duvara asılmış tabak, tencere, elek var. Sağ tarafta bir ocak, kırmızılı yer minderleri ve soğuk geçirmemesi için minik yapılmış pencereler bulunuyor. Günümüzden 700 yıl evvel yaşanan hayatı gördüğümde, yaşadığımız hayatı bir kez daha gözden geçirdim. Hangisi daha iyiydi?

Şeyh Ali Semerkandi Türbesi: Evden ayrıldıktan sonra türbeyi ziyaret etmeye karar verdim. Türbe, bir mezarlığın tam ortasında bulunuyor. Mezarlığa girince sağlı sollu süslü kanallardan sular akıyor. Su sesi her zaman insan ruhuna iyi gelmiştir. Ben de sonbahar rüzgârının tatlı esintisini hissederek ve çevremdeki kabirlerde yatanlara Fatiha okuya okuya türbeye vardım. Yeşillikler içinde yer alan türbe ve çevresi tertemiz ve oldukça bakımlı. İçeri geçip dua ettikten sonra türbenin hemen arkasından giden ahşap yolu takip edince Semerkandi Hazretlerinin altında öğrencilerine ders anlattığı ağacın yanına gittim. Kocaman dalları altına sığınanları yazın güneşten, kışın da yağmurdan koruyan bu ağacın altında biraz soluklandım. Etraftaki ağaçlara bakarken birden uzaklarda bir şeylerin hareket ettiğini fark ettim. Şöyle biraz dikkat edince her tarafta minik minik sincapların ordan oraya koştuğunu gördüm. Öyle sevimlilerdi ki yüzüme kocaman bir gülümseme oturdu.

Daha gezecek çok yerim olduğunu bildiğim için gönlümü bu huzurlu mekânda bırakarak yavaş yavaş buradan ayrıldım. Tam çıkışa yakın bir alanda köyün tüm yaşamını anlatan Semerkandi Müzesi’ne de uğramadan geçemedim. Burası öyle sevimli bir yer ki ayrılmak istemeyeceğinize eminim.

Çuf Çuf Oyuncak Müzesi: Şeyh Ali Semerkandi Külliyesinin tam karşında tren vagonlarının birbirine eklenmesiyle oluşturulmuş bir oyuncak müzesi bulunuyor. Evet, yanlış okumadınız. Size burayı nasıl anlatayım bilemedim. Öyle güzel ve sevimli ki vagonlara sığmayan ve içinde bulunduğu bahçeye yayılmış olan bu müzeyi bir çocuk neşesiyle gezdim. O kadar çok ve çeşitli oyuncak var ki bana kalırsa bu alan daha da genişletilmeli. Müze, eski Çamlıdere evleri ve sokaklarında eski oyunları oynayan çocukların maketleri ve figürler, el yapımı ahşap oyuncakların yanında tel ve demirden yapılmış birçok oyuncak ile ziyaretçilerini nostaljik bir yolculuğa çıkarıyor. Çocuklar ise anne babalarının hatta nine ve dedelerinin oynadıkları oyuncakları ve oyunları görme, öğrenme imkânı bulabiliyor. Ben de müzeyi gezerken sürekli “Aaa bunlar benim çocukluğuma ait...” deyip durdum. Hoş benim çocukluğumda hiç böyle çeşitli ve renkli bir oyuncağım olmamıştı ya neyse…

Şeyh Ali Semerkandi hakkında bölgede birçok hikâye anlatılıyor. Buraya geldiğinde çok fakir bir köy olan (eski adı Şeyhler) Çamlıdere’ye yerleşmiş. Hem bölgenin kalkınmasına destek olmuş hem de halka dinî anlamda rehberlik etmiş. Onlarla gönül bağı kurmuş. Söylediği güzel sözler çağlar sonra bile herkesin dilinde. Bunlardan belki en bilineni “Niyet hayır, akıbet hayır.”

Oyuncak müzesindeki yetkililer şehrin merkezinde birkaç müze daha olduğunu söylediler. Merak içerisinde tarif ettikleri yere geldim. Burada birkaç müze bir arada bulunuyor. Öncelikle sizlere doğa ve hayvan müzesini anlatayım.

Doğa ve Hayvan Müzesi: Günümüzde nesli tükenmek üzere olan hayvanları gelecek nesillere tanıtmak, doğa ve hayvan bilinci oluşturmak amacıyla uygulamaya geçirilen bu proje Türkiye’de bir ilk ve tek olma özelliği taşıyor.

Çamlıdere coğrafyası ve bu coğrafya üzerinde yaşayan yabani hayvanlar doğada öldükten sonra Çamlıdere Belediyesi tarafından toplanmış ve tahnit edilerek hazırlanmış. Yüz farklı çeşit hayvan, doğal yaşam biçimleri de korunarak sergileniyor. Müzede özel ses sistemi bulunuyor. Gezinti yaparken önünden geçtiğiniz hayvanın doğa içerisindeki seslerini de duyabiliyorsunuz.

Çamlıdere Kültür Evi: Müzeden çıkınca hemen karşımdaki Çamlıdere Kültür Evi’ne geçiyorum. Ayakkabılarımızı çıkararak girdiğimiz bu evde içimi bir huzur kaplıyor. İçeride Münir Nurettin Selçuk’un “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” isimli eseri plaktan çalıyordu. Kulağımda bu güzel notalarla birlikte bundan yüz sene evvelki yaşam tarzına uygun olarak döşenmiş olan bu evi, şehir yaşamındaki tüm sıkıntıları arkamda bırakarak gezdim.

Tarım Müzesi: Burada çocukluğunu köyde geçiren birçoğumuzun hatırlayacağı eski kara sabanlar, kağnılar, el değirmenleri, körükler, düven tahtaları ve tırmık gibi o dönemde kullanılan tarım aletleri ziyaretçilere sergileniyor.

Terazi Müzesi: Müze “Yerler ve gökler adalet sayesinde ayakta durur.” diyen Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin adalete ve ahiliğe verdiği önemi yaşatmak amacıyla kurulmuş. Gerek farklı mimarisi gerekse iç tasarımıyla ziyaretçilere zamanda yolculuk yaptıracak olan, yeni nesilleri de terazinin ve ahiliğin hayatımızdaki öneminin sadece aldığınız herhangi bir şeyi tartmaktan fazlası olduğunu anlatacak bir müze. Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki terazilerin günümüze kadar gelenleri, bu müzede toplanmış.

Çamlıdere Yaylası: Bu kadar kültür gezisinden sonra doğayla buluşmanın vakti geldi diyerek merkeze 6-7 km uzakta bulunan Çamlıdere Yaylası’na doğru yola çıktım. Yol kenarında bir amcadan bu bölgede yetişen mis kokulu armutlardan almayı da unutmadım. Yaylanın tam ortasında bir gölet bulunuyor. Yayla dediğime bakmayın burası tam bir tatil köyü. İki katlı sevimli evler, gölün etrafında inci taneleri gibi dizilmişler. Göl ise sırtını çam ağaçlarıyla örtülü Aluç Dağı’na yaslamış. Gölün kenarında piknik alanları olduğu gibi isterseniz yemek yiyebileceğiniz bir mekân da bulunuyor.

Artık hava iyice karardı. Benim de eve dönme vaktim geldi. Bir sonraki yolculukta görüşmek üzere inşallah diyor ve hepinizi Allah’a emanet ediyorum.