Makale

UZMANINA SORDUK

UZMANINA SORDUK

Cihan ULUÇ
Psikolog/ Psikoterapist

Zararlı bir maddeye bağımlılıktan takıntı düzeyine gelmiş çeşitli alışkanlıklara kadar, insan iradesini elinden alan pek çok bağımlılık türü var. Hepsini birden kapsayacak şekilde soralım: Bağımlılık hastalık mıdır? Neden?

Bu soru için öncelikle bağımlılığın genel tanımına ve beyin nörofizyolojisinde oluşturduğu değişikliğe bakmakta yarar var. Kısaca bağımlılık, bir maddenin yaşamı ve sağlığı olumsuz etkilemesine rağmen kullanımına devam edilmesine denir. Bağımlılık, kişide kontrolü aşan bir davranış biçimi değişikliği ile beyinde birçok nörokimyasal ve nörofizyolojik değişikliğe yol açtığı için hastalık olarak kabul edilmekte olup tedaviler “Bağımlılık kronik bir beyin hastalığıdır.” esasına göre kurgulanmaktadır. Örneğin; bir yemeğin yenilebilir ve lezzetli olması için içerisine katılan tüm malzemelerin belli bir oranda olması gerekir. Bir tutam karabiber yerine 1 kilo karabiber koyduğunuzda yemeğin tüm dengesi alt üst olur. Bağımlılık yapıcı maddeler de beyin kimyasında bu etkiyi oluşturur. Normalde mutlu, uyumlu, sakin, dinlenmiş hissetmemizi sağlayan bir takım nörokimyasalların dengesi bozulur ve kişi madde kontrolüne girer. Böylece o bağımlılık nesnesine, karşı konulması güç bir istek duymaya başlar. Bir kez bağımlılık oluştuktan sonra tıpkı şeker hastalığı, hipertansiyon, astım gibi kronik bir hastalık olduğu ve yeniden nüksedebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Sorunuzdaki takıntı meselesine de kısaca değinecek olursak; kişide bağımlılık nesnesine karşı zorlayıcı bir istek uyandırması açısından benzerlik ihtiva etmesine rağmen, takıntı ya da obsesyonun dinamikleri bağımlılık hastalığından farklıdır.

Bize her zaman “çevre, kötü arkadaş vb.” gibi bağımlılıkların görünen sebepleri anlatılır. Özgürlüğüne düşkün bir varlık olan insanın bir maddenin egemenliği altına girmesinin arka planında bilişsel, ruhsal bakımdan ne gibi gerekçeler yatar?

Buradaki özgürlük kavramı, beraberinde bağımlılık tedavi süreçlerinde de sıkça vurguladığımız sorumluluk kavramını çağırıyor. Özgürlüğün doğal sonucu ve gereği olarak sorumluluk, kişiye göre bazen kaygı doğuran, korkutucu bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor. Hatta bizatihi bu bağımlılıklar, sorumluluklarımızın yükünden yahut kendimizden kaçmak için bir araç görevi görebiliyor. Mustafa Özel, Dostoyevski’nin kumarbaz romanını şöyle yorumlamıştı: “Kumarbaz’dan çıkardığım ders: Kumar bir talih oyunu değil, bir vertigo (baş dönmesi) oyunudur. İnsan kazanmak için değil, kaybetmek için oynar. Kaybetmek istediği para değil, kendisidir!”

Bağımlılık nesnesi her ne olursa olsun, insanın kaybettiği ya da kaybetmek istediği şey kendisi olabiliyor. Varoluşşsal kaygılar, kendimizden memnun olmadığımız ya da görmekten ısrarla kaçındığımız karanlık noktalarımız, günlük hayatın stresi, hayal kırıklığı, başarısızlık, yetersizlik ve değersizlik gibi güçlü duygulardan bir an olsun uzaklaşabilmenin işlevsel olmayan bir yolunu üretmiş olabilir kişi. Özellikle bireysel görüşmelerde adım adım “Bu madde benim hayatımdaki hangi boşluğu dolduruyor?” sorusuna yanıt ararız. Bu sorunun peşinden giderek ve insanın boşluk kabul etmez bir yapısı olduğunu da hesaba katarak üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Bağımlılıklarla mücadele eden kişiyi kolay olmayan bir sürecin beklediğini biliyoruz. Peki, bu süreçte kişinin ailesine ve çevresine ne gibi sorumluluklar düşer?

Sorunuzda da belirttiğiniz gibi bağımlılıkla ilgili tedavilerin genelde zorlu ve sabır isteyen bir niteliği var. Bunun nedeni bağımlılık dediğimiz hadisenin, tek bir nedene indirgenemeyecek kadar hayatın geneline sirayet etmiş olmasıdır. İşin fizyolojik tarafı var, psikolojik tarafı var yine sosyolojik ya da sosyal çevreyi ilgilendiren tarafı var. Tedaviler de genelde bu üç sacayağını kontrol altına alma ve düzenleme müdahaleleri üzerine kuruludur. Bu sürecin içerisinde bir süre bağımlılık nesnesini bırakmalar, akabinde bağımlılık nesnesine geri dönmeler bağımlılık nesnesine karşı hissedilen yoğun bir arzuya karşı koyma çabası gibi gelgitli bir ruh hâli var. Öncelikle durumla en kısa sürede yüzleşerek bağımlılığın hastalık olduğunu kabul etmek ve vakit kaybetmeden sağlık kuruluşlarına başvurmak çok önemli. Burada özellikle aile ve yakın çevrenin bağımlılığın doğası hakkında bilinçlenmesi, destek alması en az bağımlının destek alması kadar önem arz ediyor. Hele ki bağımlılığın bir aile hastalığı olduğu değerlendirilirse, ailenin işin içine dâhil olmadığı ve bozuk bir elektronik aleti tamirciye götürüp “Hadi şimdi tamir olsun.” şeklinde yaklaşımı tedavi sürecini zorlaştıracaktır. Aile ve yakın çevrenin üzerine düşen diğer görev, bağımlının kendilerinden kaynaklı tetiklenmelerini tespit etmek ve bunları olabildiğince en aza indirmektir. Yine destekleyici ve şefkatli bir tutum çok önemlidir. Bağımlı, etiketlenmekten ve dışlanmaktan endişe duyar. Eğer aile ve yakın çevresi de onu reddederse belki de tutunacak son dalını kaybetmiş olacaktır. Yine yargılamamak, suçlamamak ve öğüt verici bir tutumda olmamak tedavi sürecine destek sunacaktır. Kişiyle sürekli bağımlılığı üzerinden konuşmak da uzun vadede tedavi sürecini yaralayabilir. Negatif bir duruma saplanıp kalmaktansa hayatın diğer yönlerini görmesine yardımcı olmak, kişideki pozitif yönlere odaklanıp onları ön plana çıkarmak da fayda sağlayacaktır.

Modern çağda bağımlılık çeşitlerinin de çoğaldığını görüyoruz. Dijital bağımlılıklar gibi. Burada her bir bağımlılığa ayrı bir koruma mekanizması mı geliştirmeliyiz, yoksa bütün bağımlılıklar aynı kökten mi beslenir? Modern bağımlılıklar hakkında neler söylersiniz?

Diğer bağımlılıklarda olduğu gibi dijital bağımlılıklar da kişide bir boşluğu doldurur. Burada bağımlılığın işlevsel olmasa bile kişiye ne tür kazançlar sağladığına odaklanmak gerekir. Bu bağımlılık hâli kişide neye yarıyor? Hangi sorumluluğundan kaçmasına, hangi duygusuyla ya da durumla yüzleşmesine engel oluyor? Onu ne ile karşı karşıya kalmaktan koruyor? Hayat boşluk kabul etmez sözünden ilhamla insan da boşluk kabul etmiyor, orayı ama iyi ama kötü bir şey dolduruyor. Bunu, organizmanın virüslere ya da hastalıklara karşı geliştirdiği bağışıklık sistemi örneğiyle açıklayabiliriz. Eğer bağışıklık sisteminiz güçlüyse x virüsü, y hastalığı diye ayırmazsınız, tamamına karşı güçlüdür. Bağımlılık türlerinde de benzer bir durum var. Eğer siz kendinizi tanıyorsanız, duygularınızın farkında iseniz ve onlarla nasıl baş edebileceğinizi biliyorsanız, hayata dair sizi heyecanlandıran ve yatağınızdan erkenden uyanmanıza vesile olan bir hayat amacınız varsa bunların her biri sizin bağımlılıklara karşı bağışıklık ordunuzu oluşturur ve sizi korur. Tabii ki salgın döneminin olağanüstü koşullarını da göz önünde bulundurmamız gerekir. Normal şartlarda ekran kullanımımız belli bir süre ile sınırlıydı. Şimdi ise eğitimden çeşitli iş kollarına pek çok faaliyet çevrimiçi yürütülüyor. Günümüzün önemli bir kısmı ekran karşısında geçiyor. Bunun da denetim ve kontrolü zorlaştıran özel bir etken olduğunun altını çizmekte fayda var.