Makale

A’DAN Z’YE BAĞIMLILIK

A’DAN Z’YE BAĞIMLILIK

Kaan H. SÜLEYMANOĞLU

Acaba bir konuda edindiğimiz bilgiler, zamanla ezbere dönüşerek o konu hakkında düşüncelerimizi zayıflatan bir kafese tahavvül edebilir mi? Doğrusu, bu sorunun izini pek çok şekilde sürebiliriz. Ama biz bu yazıda “bağımlılık” kavramını merkezimize alarak buna cüret edeceğiz. Evvela herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için peşin peşin söyleyelim: Bilgi, insanoğlunun yegâne tırabzanıdır. İnsan, bilgi sayesinde gelişip olgunlaşır, güven içinde yaşamını sürdürür, hastalandığında tedavi olur, geleceğini inşa eder ve istikbalde onu bekleyen ahirete en doğru şekilde hazırlanabilir. Bilgisizlik karanlıktır. Ve bütün kötülükler bilgi yoksunluğundan neşet eder.

Fakat bir konu hakkında yaygın bilgi ve kanılar kalıplaşırsa o konunun yol boyu uğrayacağı değişimler yeterince anlaşılmaz. Örneğin bağımlılık denildiğinde bütün dünyada hemen herkes aynı şeyleri hatırlar: Uyuşturucu ve içki başta olmak üzere bütün zararlı alışkanlıklar. Halkayı biraz daha genişlettiğimizde kumarı ve şans oyunlarını da içine alan bir çerçeveyle karşılaşırız. Bunlar bağımlılık hakkında kesinlikle isabetli misallerdir. Ama bağımlılığın gerçekte ne olduğunu anlamak için bu ilk örneklere değil, bu ilk örneklerin meydana getirdiği zarara dikkat kesilmeliyiz. Böylece, bağımlılığın izini başka madde ve eylemlerde de sürebilir, onu daha kapsamlı şekilde tanımlayabiliriz.

Şu hâlde gözümüzü, zararlı alışkanlıklarla insan arasına çok belirgin bir çizgi çeken İslami kaide ve duyarlılıklara çevirmeliyiz. Temelde şunu unutmamak gerekir. Bağımlılık, insanın kişilik haklarından taviz vermesi demektir. Çünkü bağımlılık, iradenin kaybedildiği çizgide başlar. Oysa varlık âleminin en şerefli, en değerli üyesi olan insanın kişiliği, onuru her şeyin üzerindedir. Örneğin İslam dininin bütün emir ve nehiylerle kurduğu paradigma, ona bu şerefi hatırlatmaya dönüktür. Hz. Âdem’den beri vahiy, kişiye kendi kıymetini göstermeye çalışmış, kendisini nefsani ve hayvani dürtülerin elinde ziyan etmemesini amaç edinmiştir. İnsan ancak kendi şerefli mevkisini görebildiği ölçüde dünyasını ve ahiretini mamur edebilir. Nitekim son ilahi din İslam’ın nihai gayesi, insanın dünya ve ahiret saadetine ermesi, bu yolda karşısına çıkacak engellerle baş edebilmesidir. Bu mücadele boyunca Cenab-ı Hak, kişinin niyetine ve gayretine bakacaktır. “Biz seferle yükümlüyüz, zafer Allah’tandır.” şiarı, Müslüman’ın yaşamını bir baştan bir başa kapsayan; nefsine, ailesine, çevresine ve bütün insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getirirken gözünü ayırmayacağı önemli bir pusuladır. Kullarına adaletle muamele edeceğini vadeden Allah (c.c.), böylece onların doğduğu şartları, mahrumiyetlerini veya dezavantajlarını da hesaba dâhil edeceğinin altını çizmiştir.

Aklı Örten Bağımlılık

Yüce dinimiz İslam, insanın canını, aklını, ırzını, malını, inancını her türlü kötülükten korumayı hedefler. Ortaya koyduğu inanç ve ahlak nizamı, öngördüğü aile ve toplum yapısı, bildirdiği emir ve yasaklar hep bu amaca hizmet eder. İnsanı korumayan hiçbir sistemin hayırlı sonuçlar doğurması beklenmez. Aksine kötülük, insanın tehlike altında olduğu ortamlardan neşet eder. İslam dini, Medine ve Mekke örnekleri başta olmak üzere huzur ortamı tesis etmiş, bu ortamın en bariz özelliği olarak canı, aklı ve malı özenle koruyup kollamıştır. Bu sebeple İslam, insanın canına ve malına kasteden, aklını ve idrakini zayıflatan, ırzına ve nesline zarar veren, din ve inanç özgürlüğünü elinden alan her şeyle mücadele eder. Ferdin, ailenin ve toplumun huzurunu bozan bütün zararlı alışkanlıkları ve bağımlılıkları yasaklar. Çünkü aklı örten, insanı acze düşüren bağımlılıklar, âdemoğlunun varoluş gayesini elinden almakla kalmaz; onu Allah Teâlâ’nın yeryüzünün halifesi olarak konumlandırdığı mevkiden alarak şerrin merkezi konumuna indirger. Bu duruma düşen kişi sadece kendisine zarar vermez; söz, eylem ve düşünceleriyle kötülüğü yayar, fenalığa hizmet eder. Açıkçası şeytanın yeryüzündeki oyuncağı olur.

Demek ki aklı örten bütün edimler, içlerinde “zararlı bağımlılık” olanağı taşırlar. Sağlık, insana bahşedilen en değerli nimettir. Akıl, ruh ve beden sağlığı kaybolan kişinin mümin ve mükellef olabilme imkânı ve gerekçeleri de ortadan kalkar. Hz. Peygamber (s.a.s.), “İki nimet vardır ki insanların pek çoğu bunların kıymetini bilmeyerek aldanmaktadır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak, 1) buyurmak suretiyle bizleri iki önemli konuda dikkatli olmaya davet eder. Zararlı maddelere bağımlılığın bizi sağlığımızdan alıkoyduğu hepimizin malumu. Bilim gittikçe daha çok insanın bir zararlı alışkanlığa bağlı nedenlerden hayatını kaybettiğini söylüyor. Zararlı madde kullanımı artık kötü geçen çocuklukla açıklanamıyor. Oldukça varlıklı çevrelerde de alkol, uyuşturucu, sigara ve benzeri alışkanlıkların insanları kendine köle ettiği gözleniyor. Bağımlılıkların kökeninde başta çevresel etkenler, zedelenmiş aile bağları, depresyon gibi nedenler sıralanmakla birlikte; anlam kaybı veya anlamsızlık gibi daha varoluşsal dürtülerin de rol oynadığı biliniyor. Modern dünyada bu oranın artmasının, insanın kendini yalnız ve çaresiz hissetmesiyle de doğrudan ilgisi var. Fakat hiçbir mazeret onun yaşamını zayi etmesine gerekçe olamaz. Çünkü insanın hayatı gibi aklı, bedeni de ona emanettir ve zamanı geldiğinde ondan bunları nasıl kullandığının hesabı sorulacaktır.

Nefsine Köle Olanlar

Özellikle akıl, Cenab-ı Hakk’ın biz kullarına en büyük bir nimetidir. İnsan akıl nimeti sayesinde Rabbinin karşısında sorumluluk sahibi olur. Peki, akıllı kime denir? Bu sorunun cevabını, iki cihan serveri Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) dinleyelim: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.” (Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 25) Evet, bu nebevi öğretiden, nefsin isteklerinin peşine takılıp gitmenin de bir tür bağımlılık, hastalık olduğunu; bu nevi fiillerin aklın örtülmesinin sebebi ya da sonucu olarak ortaya çıktığını anlıyoruz.

Kur’an-ı Kerim’de dünya hayatının imtihan oluşuna vurgu yapılır ve bu imtihandan başarıyla çıkmanın yolunun nefsin isteklerine karşı koyabilmek, onları meşru sınırlar çerçevesinde gidermekten geçtiğinin altı çizilir. Nefsine esir olanların imtihanda başarılı olması güçtür. Dünya ve içindeki nimetler gelip geçici, ahiretse sonsuzdur. Fâni olanın peşinde koşanları hüsran beklemektedir. Geçici dünya hayatını merkeze alarak bize ebedî hayatı unutturan, ihmal ettiren bütün bağımlılık ve alışkanlıkları şeytan tarafından yolumuza döşenen tuzaklar olarak görebiliriz. Kötü alışkanlıklar bizim sadece bugünümüzü, sağlığımızı değil; yarınlarımızı, öte dünyamızı da tehlike altına sokan felaketlerdir. Kişi, nefsinin istek ve arzularına karşı sürekli tetikte olmalıdır.

Alkol, uyuşturucu ve bilumum zararlı alışkanlıklar, bireyi hem bedenen hem de ruhen tükenişe sürükler. Bağımlılıklar aileden huzuru uzaklaştırır, yuvaları yorgun düşürür, şiddetin doğmasına neden olur, maneviyatı söndürür ve elbette millî servetimizi heder eder. Bağımlı kişi, çaresizlik içinde kaldıkça kölesi olduğu alışkanlığa daha çok sarılacak, böylece âdeta düştüğü bataklıkta çırpınan, çırpındıkça daha da batan zavallı birine dönüşecektir. Oysa insan, üstün meziyetlerle yaratılıp kendisine ve çevresine faydalı olsun diye yeryüzüne gönderilmiştir. Onun, aklını, sözlerini ve eylemlerini insanlığın lehine kullanamadan yaşayıp ölmesi çok acıdır.

Başka Bağımlılıklar

Çocuklar ve gençler, zararlı alışkanlıklar karşısında en savunmasız olan kesimdir. Onlar ergenliğin bunalımlı geçitlerinde, özenti ve merak duygularının pençesinde kötü alışkanlıklara meyledebilmekte; hele ki ailelerin duyarsızlığı da buna eklenince felaketin boyutu daha da artmaktadır. Gençler, en yakınındakilerin bu tür alışkanlıklara sahip olduğunu gördüğünde o zehirli maddelere karşı zihinlerindeki bariyerleri kaldırmakta, zihinlerindeki kapalı kapıları arkadaş meşruiyeti yüzünden ardına kadar açabilmektedir.

Çünkü onlar taklit ve özenti yaşlarında aile desteğine çokça ihtiyaç duyarlar. Ergenlik bunalımının hat safhada olduğu, aileyle iletişimi en aza indirdikleri zamanlarda bile içten içe ruhları sevgi, ilgi, alaka beklerler. Ebeveynlerin onların agresif tutumlarına bakıp mütekabiliyet gütmesi, çok daha kötü sonuçların doğmasına neden olabilir. Velilere düşen, onların hassas dönemlerinin farkına varmak ve sıkboğaz etmeyen, rahat bir dikkatle onların haletiruhiyelerini sürekli izlemektir. Ailesinden yeterli ilgiyi bulamayan gençlerin kolayca kötü çevrelerin ağına düşmesi ve zararlı alışkanlıklar edinmesi neredeyse kaçınılmazdır. Çocuklara ve gençlere yapılacak en doğru ebeveynlik, sevgidir. Bu, bütün ahlaki edimler kadar önemlidir. Çünkü ahlaki kurallar daha ziyade görerek, fark edilerek öğrenilir, kanıksanır. Ama sevgisizlik, gencin güvenli halkadan dışarı adım atmasına, daha sonra telafisi mümkün olmayan savrulmalar yaşamasına neden olabilir. Aile, sevgi ve ilgiyle oluşturacağı koruma kalkanı sayesinde, muhtemel felaketleri her zaman en aza indirmiş olacaktır.

Tabii, bağımlılık meselesini zararlı maddelerle sınırlandırarak kendimizi ve ailemizi güvenli, konforlu bir alanda tuttuğumuzu zannedebiliriz. Saatlerimizi kara delik gibi yutan, aynı evlerin içinde yabancı insanlar gibi yaşamamıza neden olan başka bağımlılıklarımız yok mudur acaba? Evet, sözü dijital bağımlılıklara getirdiğimizin farkındasınızdır. Bu noktada açıkça söylemeliyiz ki çocuklarla yetişkinlerin karşı karşıya bulunduğu tehdidin boyutları iki kesim için de neredeyse aynıdır. Teknolojinin gelişmesiyle bilimde, tıpta ve iletişimde son derece faydalı adımlar atıldı. Buna paralel olarak pek çok sosyal mecra, uygulama ve oyun gerçekten akıl almaz derecede cazibeli hâle geldi. Artık pek çok ihtiyacımızı dijital yollardan temin ediyoruz. Fakat ekran başında geçirdiğimiz saatlere bakacak olursak ortaya korkunç sonuçların çıktığı da vakıa. Başımızı telefonlardan veya tabletlerden kaldırıp bir süre düşündüğümüzde, gerçekten dijital bir bağımlılığın ağına düştüğümüzün farkına varıyoruz. Çocuklarımızı zararlı alışkanlıklar ve maddelerden korurken onların bilincinin, ilmekleri yazılımdan oluşan başka örtülerle örtülmesine fırsat vermemeliyiz. Neticede yazının girişinde zararlı alışkanlıkları tanımlarken onların ruh ve beden sağlığını bozduklarının, aklı örttüklerinin altını çizmiştik. Bu sebeple, bizim düşünce melekemizi zayıflatan, kontrol altına alan bütün alışkanlıklara karşı dikkatli olmamız gerektiğini unutmamalıyız. Yazımızı Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) şu serlevha hadisiyle bitirelim istiyorum: “Kıyamet gününde hiçbir kul, ömrünü ne için tükettiği, bilgisiyle ne yaptığı, malını nereden kazanıp nerede harcadığı ve bedenini neyle yıprattığı konusunda hesaba çekilmedikçe bir yere kıpırdayamayacaktır.” (Tirmizî, Sıfâtü’l -kıyame, 1)