Makale

İLK İNSAN İLK TÖVBE: HZ. ÂDEM

İLK İNSAN İLK TÖVBE: HZ. ÂDEM

Prof. Dr. Âdem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Beşer sıfatıyla yaratılmış olan insan tabii olarak hata etme özelliğine sahiptir. Çünkü Kur’an’ın da bildirdiği gibi onun ruhunda hayır ile şer, iyilik ile kötülük yapma imkânı birlikte vardır. (Şems, 91/8.) Bu nedenle insanlar hem günahsız olan meleklik hem de günahlar içinde bocalayan şeytanlık potansiyelini üzerlerinde taşırlar. Sadece peygamberler ismet yani günah işlememe vasfıyla korunmuşlardır. Kaldı ki onların da beşer olmaları hasebiyle insani bir kısım hataları olmuştur ki Kur’an’da buna örnek bulmak mümkündür. Diğer taraftan hatanın yapılmış olması da her şeyin sonu değildir. Zira insan hata yaptığında hatadan dönme hakkı olan tövbe imkânına her zaman sahiptir. İnsan olması yönüyle hata işleyen, ancak hatasını anladıktan sonra pişman olup af dilemek suretiyle tövbe edenlerin başta geleni ise ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olarak seçilen bütün insanlığın atası Hz. Âdem’dir.

Kur’an’da Cenab-ı Hak tarafından ilk yaratılan insanın Hz. Âdem olduğu beyan edilir: “Allah insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini hakir bir sudan yarattı. Sonra onu düzenledi ve ruhundan üfledi/ruh vasıtasıyla canlılık verdi. Akabinde sizin için kulak, göz ve gönüller yarattı.” (Secde, 32/7-9.) Yine Kur’an’da daha önce yaratılmış olan varlıkların Allah tarafından Hz. Âdem’in yaratılmasıyla imtihana tabi tutulduğuna da işaret vardır. Nitekim Allah, “Rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.”(Bakara, 2/30.) ve “Ben kuru çamurdan, suret verilmiş balçıktan bir beşer yaratacağım, onu düzenlediğim ve ruhumdan üflediğim ruh vasıtasıyla ona canlılık verdiğim zaman hemen secdeye kapanın.” (Hicr, 15/28-29.) buyurmuş, onları kendi emrine uyup uymayacakları konusunda imtihana tabi tutmuştur. Melekler “Ya Rabbi biz senin bildirdiğinden başkasını bilmeyiz. Sen her şeyi bilen ve her şeyi muhkem kılansın.” (Bakara, 2/32.) itiraflarıyla kendilerine verilen emre boyun eğmişler, buna karşılık kendisi de benzer şekilde secdeyle sorumlu tutulan İblis ise kendisinin Âdem’den daha hayırlı olduğu, çünkü kendisinin daha üstün olan ateşten Âdem’in ise hakir olan topraktan yaratıldığını iddia ederek rabbinin emrine karşı çıkmış ve imtihanı kaybetmiştir:

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: Öyle ise ‘İn oradan!’ Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın!” buyurdu. (Araf, 7/11-13.)

Cenab-ı Hak Hz. Âdem’i yarattıktan sonra onunla aynı özelliklere sahip eşi Hz. Havva’yı da yaratmış, her ikisi de Cennete konulduktan ve kendilerine burada diledikleri gibi yaşayacakları, her şeyden istedikleri gibi istifade edecekleri bildirildikten sonra sadece bir ağaca yaklaşmaları ve meyvesinden yemeleri yasaklanmıştır. Ancak onları yoldan çıkarmaya çalışan ve kendisi gibi imtihanı kaybetmelerini isteyen İblis gerek Hz. Âdem gerekse Hz. Havva’ya kendilerine bu ağacın yasaklanma gerekçesinin ebedî hayata kavuşmamaları niyeti olduğu telkinini işlemiş, sonunda hedefine ulaşarak her ikisinin de yasak meyveden yemelerini sağlamıştır. Onlar da kaybettikleri imtihanın bir neticesi olarak cennette kalma haklarını kaybetmişler ve Allah’ın kendilerine tayin ettikleri ömrü yaşamak üzere yeryüzüne indirilmişlerdir. (Araf, 7/19-22.)

Allah ardından da Âdem’in oğullarına da benzer bir uyarıda bulunmuştur:

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların dostları kıldık.” (Araf, 7/27.) Yeryüzüne gönderilen Hz. Âdem ile Hz. Havva burada yaptıklarından derin pişmanlık duymuşlar ve şu sözleriyle Allah’tan af dilemişler ve “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız.” dedi. Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (Araf, 7/23-26.) ifadeleriyle tövbe etmişlerdir. İçten pişmanlıkları sebebiyle Allah her ikisini de affetmiş, tövbelerini kabul etmiştir. (Bakara, 2/37.)

Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva’nın cennette karşı karşıya kaldığı imtihana dünyada da onların çocukları tabi tutulmuşlardır. Nitekim Kur’an onların oğulları Habil ile Kabil’in arasında kıskançlık sebebiyle meydana gelen husumet ve ilahi emrin çiğnenmesi sonucunda yeryüzündeki ilk katl olayına işaret eder: “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘Andolsun seni öldüreceğim.’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.’ dedi (ve ekledi:) Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, Âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu.” (Maide, 5/27-30.)

Hz. Âdem’in ilk çocukları da yeryüzünde imtihana tabi tutulmuşlar, onlardan biri ilahi emre aykırı davranıp kardeşini öldürmek suretiyle en büyük cürmü işlemiş, pişmanlık ve tövbe yolunu tutmadığı için de hüsrana uğramıştır. Oysa Allah, hem Hz. Âdem hem Hz. Havva hem de onların çocuklarına şeytanın kendilerinin düşmanı olduğunu ve onun hile ve tuzaklarına karşı müteyakkız olmaları gerektiğini bildirmişti. (Araf, 7/22.) Ne var ki onlardan bir kısmı bu hatırlatmaları göz ardı ederek imtihanı kaybetmiş ve kıyamete kadar sürecek düşmanlığı sürdürmüşlerdir.

Allah ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar kullarına doğruyu göstermek için hidayet rehberi göndermiş, onlara neyin iyi neyin kötü, neyin faydalı neyin zararlı olduğunu vahiyle bildirmiş ve kurtuluşa ermeleri için ne yapmaları gerektiğini beyan etmiştir. Bu emirlere uyan insanlar kurtuluşa erecekler, uymayanlar ise hüsrana uğrayacaklardır. Kullarının güzel amellerini kat kat mükâfatla ödüllendiren Cenab-ı Hak, onların günahlarını ise misliyle cezalandırmaktadır. Ancak bununla birlikte Allah, hata işleyen âdemoğulları için bir çıkış ve kurtuluş yolu göstermiş; onlara pişmanlık duymak anlamına gelen tövbe kapısını her zaman sonuna kadar açık tutacağını beyan etmiş, pek çok ayette tövbe edenleri bağışlayacağını bildirmiştir: “Ey Muhammed, de ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım. Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsini bağışlar. Çünkü O bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 39/52.), “Ey insanlar, yürekten tövbe ederek Allah’a dönün ki Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlerine koysun...” (Tahrim, 66/8.)

Burada geçen ilk ayetlerde Cenab-ı Allah, nefsine uyarak günaha bulaşmış kullarına pişmanlık duyarak kendisine tövbe etmelerini tavsiye etmektedir. Allah hata yapana tövbe kapısını devamlı açık tutandır. Öyle ki Peygamberimizin anlattığına göre Allah, günahkâr bir kulun pişman olarak tövbe edip kendisine yönelmesine ıssız bir çölde devesini kaybedip daha sonra devesini tüm eşyalarıyla birlikte bulan kimsenin sevinmesinden daha çok sevinir. (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 49.)

İslam dini hiç bir zaman umutsuzluk telkin etmez. Her insanın hata yapması mümkündür. İnsan bazen haddini aşarak rabbine karşı isyanda bile bulunabilir. Yeter ki isyanında ısrarcı olmasın, hatasını anladığı anda tövbe kapısına yönelip rabbinden af dileyebilsin. Şüphesiz Allah, ihlasla kendisine açılan elleri boş çevirmeyecektir. O “Tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 110/3.) Şu kadar var ki işlenmiş olan günahlar kul hakkıyla ilgili olmamalıdır. Allah, kendisine ait haklarla ilgili olan günahları bağışlamakla birlikte başka kulları mağdur eden günahlar konusunda yetkiyi hakkı gasp edilen insana bırakmakta, o razı olmadıkça günahkârın tövbesini kabul etmemektedir. Bu nedenle, insanların haklarını alanlar, ne kadar pişman olurlarsa olsunlar, nasıl tövbe ederlerse etsinler bu günahın sorumluluğundan kurtulamayacaklardır. Çare olarak, zarar verdikleri insanlardan helallik dileyecekler, onların hoşnutluğunu kazanacaklar, sonra pişmanlıklarını tövbe yoluyla Yüce Allah’a ileteceklerdir. Ancak bu şekilde kul hakkı sorumluluğundan kurtulmak mümkündür. (Müslim, Birr, 59.)

Atasözünde de ifade edildiği üzere “hatasız kul olmaz.” ifadesi gereğince, sürekli hata yapan, günah işleyen biz kulların tövbe kapısından başka gideceği bir sığınağı yoktur. Yüce Allah da ihlasla, samimiyetle, pişmanlıkla kendisine yönelen ve sözünde sadık kalan hatalı kullarını her zaman bağışlayacağını tekrar tekrar beyan etmektedir. Şüphesiz bu konuda bizlere ilk yol gösterici örnekliği sunan ise insanlığın atası olan ilk peygamber Hz. Âdem’dir.