Makale

Bir Yabancı Gözüyle XVI. YÜZYILDA Türk Zaferlerinin Sebepleri

Bir Yabancı Gözüyle
XVI. YÜZYILDA
Türk Zaferlerinin Sebepleri
Prof. Dr. Nesimi Yazıcı
Ankara Üniv. İlâhiyat Fak.

Son günlerde sıkça Nejat Göyünç (ö. 1 Temmuz 2001) hocanın yazdıklarından bazılarını okumaktayım. Bilindiği gibi Prof. Dr. Nejat Göyünç, Osmanlı Tarihi’yle ilgili 10 kitap, millî, milletlerarası kongrelerde sunulmuş, çeşitli ilmî dergilerde yayınlanmış 146 makale ve tebliğ, 15 ansiklopedi maddesi, 47 kitap tanıtımı... vb. çok sayıda çalışması bulunan, ülkemiz üniversitelerinde sayısız öğrencinin yetişmesine katkıda bulunmuş pek değerli bir araştırmacıydı. Peygamber Efendimiz’in bir hadisinde, ölen kişilerin amel defterinin kapanacağı, ancak insanlara devamlı olarak fayda sağlayan bir tesis kuranın, kendisine dua edecek hayırlı bir evlât yetiştirenin ve bir de kendisinden faydalanılacak bir ilim bırakanın amel defterine, buradan gelecek sevapların yazılmaya devam edeceği bildirilmektedir. İşte bu hadiste ortaya konan esaslardır ki, Müslümanları evlâtlarını iyi yetiştirmeye, vakıflar benzeri hayatın her yönünü içeren kalıcı hayırlar yapmaya ve ilim adamlarını da, herhangi bir yükselme arzusu duymadıkları zamanlarda bile, araştırmalarına devam ederek eserler ortaya koymaya yöneltmiş bulunmaktadır.

Nejat Göyünç Hocamız da peygamberimizin faydalı ilim bırakan âlimlerle ilgili müjdesine ulaşmış olan ilim adamlarımızdan biriydi. Bu küçük yazımızda biz, tanınmaya ve tanıtılmaya gerçekten lâyık olan Hocamızı anlatacak değiliz. Bizim arzumuz, kendisini bu kadarlık da olsa andıktan sonra, günümüzden otuz beş, kırk sene önce yapmış olduğu iki çalışmasına atıfta bulunmak ve bu vesileyle geçmişte sahip olduğumuz değerlerlerden, hiç değilse bazılarını, bir defa daha gözler önüne sermektir. Umulur ki bizim hissettiklerimizi başkaları da hissederler. Böylece kötü yönlerimizi düzeltme ve iyi örnekleri bilerek arttırma istikametinde çabalar içerisine gireriz. Sözünü etmek istediğimiz Salamon Schweigger isimli bir Alman’ın XVI. yüzyılın ikinci yarısı başlarında ülkemize yaptığı seyahat sırasında bizleri nasıl tanıdığı ve tanıttığıdır.

Bilindiği gibi Osmanlı Türkleri, XIV. yüzyılın ikinci yarısı başlarında Rumeli’ye geçmişler ve kısa süre içerisinde Balkanlardaki Hristiyan milletler karşısında büyük zaferler kazanmışlar, kesin bir üstünlük kurmuşlardı. Bu müthiş ilerleme, bir başka Türk ve Müslüman sultan olan Timur’un Anadolu seferi sonrasındaki karışıklıklar dolayısıyla, elli senelik bir duraksamaya uğradıysa da, 1453’te İstanbul’un fethinden sonra daha da hızlı biçimde devam etmiştir. İşte bu durum dönemi Avrupa’sında Türklere karşı çok büyük bir alâka uyandırmış, onlarla ilgili yayınların büyük çapta artmasına neden olmuştu. Öyle ki, bu devirde Avrupalılar arasında Türkler hakkında bilgi veren yayınlar, Yunan ve Lâtin klâsikleriyle dinî metinlerden daha da fazla bir okuyucu kitlesine sahip olmuş, hatta İngiltere’de, komşuları Fransızlar ve Hollandalılardan sonra, hakkında en fazla yayın yapılan millet Türkler olmuştur.

Şüphesiz bu yayınların önemli bir kısmında Türklerle ilgili akla gelmez iftiralar, yalan ve yanlış değerlendirmeler yer almaktaydı. Bununla birlikte peşin fikirli bir kısım yazarlar bile, şu veya bu sebeple veyahut da şekilde, bize ait bazı değerleri ortaya koymaktan geri duramamışlardır. Nitekim önceliğin askerî ilerlemelere verilmiş olması dolayısıyla ordumuzun disiplini yanında, ülkedeki asayişin düzgünlüğü, sınırlar içinde kalan her din ve etnik kökenden tebaaya tanınan geniş din ve vicdan hürriyeti, halkımızın yardım severliği, misafirperverliği ... vb. güzel niteliklerimiz de bu eserlerde yer bulmuş bulunmaktadır.

Burada sözünü edeceğimiz Salamon Schweigger 1551’de Almanya’da küçük bir kasaba olan Haigerloch’ta dünyaya gelmişti. Babası, sonradan yerleştiği ve vatandaşlığa kabul edildiği Wüttemberg Prensliği’ne ait küçük bir şehir olan Sulz’da hayatının son yıllarını noterlik yaparak geçirmiş olan. Salamon Schweigger, çocukluğunda önce Lâtince okumuş, Protestan manastır okullarına devam etmiştir. 1572-1576 yılları arasında ise Tübingen Üniversitesi’inde İlâhiyat öğrenimi görmüş, fakat o buradaki eğitimini, küçük yaşlardan beri içindeki; “uzak ülkeleri görmek, bir şeyler öğrenmek, biraz tecrübe sahibi olmak hususundaki büyük arzusu” dolayısıyla yarım bırakarak ve birçok macera, teşebbüs, bazı nüfûzlu tanıdıklarını araya koymasının sonucunda 1577’de Viyana’dan İstanbul’a gönderilen Avusturya elçileri Joachim von Sinzendof ve Gogitsch’ın heyetine elçilik vaizi olarak dahil olmuştur. Nehir yoluyla Belgrat’a, oradan da kara yoluyla 1 Ocak 1578’de karlı ve soğuk bir günde Osmanlı başkenti İstanbul’a ulaşan Salamon Schweigger, burada üç yıldan fazla kalmıştır.

Salamon Schweigger gerek Viyana’dan İstanbul’a kadarki ve gerekse İstanbul sonrasında sırasıyla uğradığı Rodos, İskenderiye, Filistin, Kudüs, Şam, Trablus, Girit, Venedik ve Augsburg hakkındaki notlarını daha sonra derleyerek, Ein newe Reyssbeschreibung auss Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem (Almanya’dan İstanbul’a ve Kudüs’e Yeni Bir Seyahatin Hâtıraları) adıyla 1608’de Nürnberg’de yayınlamıştır ki, onun bu eseri yüze yakın gravürü de ihtiva etmesi dolayısıyla kültür tarihimiz açısından son derece de değerlidir. Çünkü Salamon Schweigger, her ne kadar koyu Hristiyan terbiyesiyle yetişmiş bir vaiz, yani ayrı bir dine mensupsa ve dolayısıyla, bu devirde kudret, ihtişam ve askerî gücünün azametiyle Avrupa’yı titreten Osmanlı Devleti’nin ana unsuru olan Türklere karşı birtakım peşin ve olumsuz yargılara sahipse de, eserinin muhtelif kısımlarında dönemi Türkleriyle ilgili, günümüzde dahi ibretle okunacak değerlendirmeler yapmaktan da geri kalmamıştır.

Şimdi Salamon Schweigger’in eserinin Türklerin Hristiyanlara Karşı Zaferlerinin Sebepleri ve Harp Donanımları başlığını taşıyan 48. Bölüm’ünden, hocamız Nejat Göyünç’ün özet olarak aktardığı bilgilere yer verebiliriz;

“Hristiyanların Türklere niçin karşı koyamadıkları ve Türklerin neden devamlı olarak zafer kazandıkları eski ve umumî olarak sorulan bir sualdir. Eski bâtıl inanışları bir tarafa bırakarak, Türklerin ve Hristiyanların harp usullerini mukayese edeceğim. Yalnız şunu peşinen göstermeliyim, bunun sebebi her şeye kâdir Allah’tır, ihtilâf hâlinde olduğu Hristiyanlara karşı Türklere zaferi ihsan etmektedir.

Hristiyan âleminin içinde bulunduğu ihtilâflar da, kardeşin kardeşe, arkadaşın arkadaşa, bir şehrin bir diğerine silâh çekmesi de Türklere yardım etmektedir.

Türklerin zaferden zafere koşmalarının diğer bir sebebi de, onların dinlerine karşı büyük bağlılıklarıdır. Bu dinî kudret ve heyecanın biz Hristiyanlarda da olması lâzımdır. Hristiyanlar tarafından öldürülen bütün Türkler şehit addedilirler, bu inanç onlara kudret verir.

Türklerde fazilet ve cesaretin mükâfatı olarak hâsıl olan büyük bir itaat mevcuttur. Bu cesaretin menşei herkesin bir diğerinden daha üstün olmak arzusudur. Muharebe günü herkesin yiğitliğini göstereceği gündür.

Türklerde insanlar da eşit tutulmaktadır. Paşa, beylerbeyi ve sâire gibi bütün ileri gelen devlet ricâli, asil bir soydan gelmedikleri için övünürler. Babam bir çiftçidir, yevmiyelidir, çobandır, fakat ben çalışkanlığım, cesaretim ve tecrübem ile bu mevkie geldim, diye övünürler. Asâlet doğuştan olmaz, fazilete dayanır, derler. Ovidius da bir asilin isim ve serveti onun asilzâde hayatı sürebilmesi için yeterli değildir. Esas asâlet, anlayış ve hak bilirlikten doğar derdi. Hristiyanlarda bu böyle değildir. Daha ziyade şahsın görünüşüne itibar edilir. Bir kimse asil bir aileye mensupsa, hiç harp tecrübesi olmasa da, kendisine emir salâhiyeti verilir. Buna mukabil, fakir olup harp sanatından az çok anlayan, bu hususta tecrübe sahibi olan biri, bu işten hiç anlamayan asilin emri altına girer.

Türk askerleri sulh zamanında da, harp zamanında imiş gibi, daima sefere hazır bulundurulurlar ve üç aylıklarını (maaş, ulûfe) alırlar. Onlara devlet de yardım eder. Sefere veya sahraya çıkıldığı zaman yiyecek, içecek ve erzak hususlarında kendilerine yardım edilir. Bu usuller Alman askerleri için meçhuldür.

Mukaddes Roma Germen İmparatorluğu’nda ordu mensuplarının toplanması, birliklere ayrılması büyük gayretlere ihtiyaç gösterir. Reichtag’ın toplantısı, düşmana karşı harekete geçebilmesi uzun zaman ister. Bu meyanda işitilmemiş masraflardan, ziyafetlerden, yeme içmelerden bahsetmek istemiyorum. Bunlar için beyhûde yere büyük paralar ve servetler sarf olunur. Reichtag’ın toplantısı bitene kadar da, düşman memleketlerin derinliklerine girer, kılıç ve ateşle her tarafta büyük hasarlara sebep olur”.

Sözün özü her şeyin sahibi Yüce Allah’tır. Bizler iyi kullar olmayı istiyorsak, O’nun elçisinin rehberliğinden asla sapmayacağız. Dünyada da ahirette de başarı ve mutluluğun Cenab-ı Allah’ın rızasından geçtiğini bileceğiz. Çok çalışacağız. İşte o zaman kimse bize örnekler gösteremeyecek, örnekler bizler olacağız. Geçmişte bunu bir defa yaptı isek, bir defa daha başaramamamız için ne eksiğimiz var ki?...

Kaynaklar: Nejat Göyünç, “Salamon Schweigger ve Seyahat nâmesi”, Tarih Dergisi, c. XIII, S. 17-18 (İstanbul 1963), s. 119-140; Nejat Göyünç, “Yabancı Gözü ile XVI. Yüzyılda Türk Zaferlerinin Sebepleri”, Türk Kültürü, Yıl VIII, S. 94 (Ankara Ağustos 1970), s. 636-639; Nejat Göyünç’ün kısa hayat öyküsü, çalışmaları, vefakâr dostlarının makaleleri ile birlikte adına çıkarılan Pax Ottomana Studies in Memoriom Prof. Dr. Nejat Göyünç, Ed. Kemal Çiçek, Ankara, 2001 adlı eserde görülebilir; Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İstanbul, 2003; Dünyada Türk İmgesi, Yay. Haz. Özlem Kumrular, İstanbul, 2005 içinde yer alan muhtelif tebliğler.


“Türklerde fazilet ve
cesaretin mükâfatı
olarak hâsıl olan büyük bir itaat mevcuttur. Bu cesaretin menşei
herkesin bir diğerinden daha üstün olmak
arzusudur. Muharebe günü herkesin yiğitliğini göstereceği gündür.”


“Her şeyin sahibi Yüce Allah’tır.
Bizler iyi kullar olmayı istiyorsak, O’nun elçisinin rehberliğinden asla sapmayacağız. Dünyada da ahirette de başarı ve mutluluğun Cenab-ı
Allah’ın rızasından geçtiğini bileceğiz. Çok çalışacağız. İşte o zaman kimse bize örnekler gösteremeyecek,
örnekler bizler olacağız. Geçmişte
bunu bir defa yaptı isek, bir defa
daha başaramamamız için ne
eksiğimiz var ki?...”