Makale

OKUMAK DEYİNCE

OKUMAK DEYİNCE

Ayşe Kızılay

Okumak denince akla ilk gelen neden edebî eserler olur? Roman, öykü, şiir vd. hepsini özel kılan nedir? Şiirin ritimsel dilidir duyguları harekete geçiren. Peki ya hikâyeler neden okunur? Hayal dünyasına aktarılabilen kurgusal karakterlerin hikâyeleri midir etkileyen? Karakterlerde kendimizden bir parça bulduğumuz içindir belki. Bize çok yabancı olan hikâyeleri neden okuruz, sorusuna cevap vermiş olmaz bu sebep. Hikâyenin toplumsal yönü bu esnada fark ettirir kendini. Okura yabancı da olsa, farklı toplumları tanıma merakı teşvik eder okumaya. Dünya edebiyatı okunmasının sebebi kabul edilebilir bu durumdur. Okur, farklı kültürleri ve toplumları en yalın hâliyle hikâyelerde bulur. Aynı şekilde eski dönemlerde yazılmış yerel hikâyeler de toplumun geçmişine dair bilgi aktarımı yapar. Günümüzde yazılan hikâyeler dahi içinde bulunduğumuz topluma farklı yönlerden bakılmasını sağlar. En eski edebî metinler bile dönemine dair birçok ipucu verir. İnsan yaşadığı toplumdan soyutlanamadığı için yazarın da soyutlanması düşünülemez. Hikâyesini kurgusal düzlemde yazsa da temellendirmeyi yaşadığı toplum üzerinden yapar. Hikâyelerde gelişen olaylara karakterlerin tepkisi, karakterlerin kıyafetleri ve konuşma üslupları bize bulundukları toplumun o dönemdeki yapısını anlatır. Dünya üzerinde gerçekleşen Batılılaşmanın en çok etkilediği hususlar da bunlardır. Batılılaşma öncesi eserlerde karakterlerin geleneksel kıyafetler giydiği, konuşmalarının kendi dilleri ekseninde olduğu görülürken Batılılaşma sonrası eserlerde Avrupai kıyafetler seçildiği, konuşmalarda ise Batı kökenli kelimelerin çoğaldığı görülür. Batılılaşmanın henüz yeni olduğu geçiş dönemlerinde ise geleneksel ile Batı tarzının harmanlandığı bir ortam çıkar karşımıza. Geçiş dönemi Türk Edebiyatı eserleri Batılılaşmayı anlatırken bu değişimin üzerinde özellikle durur ve toplumun içindeki Doğu ve Batı çatışmasını okura gösterir. Karakterlerin hikâyeleri vasıtasıyla Batılılaşma sürecinde toplumun neler yaşadığına tanıklık etme fırsatı yakalanır. Değişen dünyayı günümüz insanlarına anlatan en güzel vasıtadır hikâyeler. Tarih alanında yapılmış bilimsel çalışmalar ile öğrenmek varken hikâyelerle öğrenme düşüncesi çok zayıf kalabilir. Bilgiye doğrudan ulaşmak isteyen biri için pek tabii bilimsel eserlere başvurmak en etkili yoldur ancak akademik bir ilgisi olmayan kişiler bu tür çalışmaları okumakta zorlanır ve sıkılırlar. Akademik çalışmaların kuru dili yanında hikâyelerin akıcı ve dinamik üslubu okuru kendine çeker ve okumaktan zevk almasını sağlar. Hikâyelerin bir yönü de okura merak duygusunu vermesidir. Hikâyenin geçtiği dönemi ve toplumu merak eden okur, bilgi odaklı okumalara yönelebilir. Bilimsel çalışmalar bu noktada devreye girer. Böylece hikâye okura farklı kapılar açmış olur. Ayrıca bu tür okuma alışkanlığı kazanan okur, okumalarından aldığı tadı artırır. Daha kaliteli bir okuma alışkanlığı onun kültürel olarak da gelişmesini sağlar. Edebî eserlerin okunmasının boş zamanları değerlendirmenin bir yolu olduğunu düşünenler mevcuttur toplumda. Boş zaman olarak tanımlanmasını da pek sevmez çoğu okur. Aslında söylenmek istenen yoğun iş yükünden arta kalan vakitleri edebî eserlerle doldurmaktır. Edebî eserlerin sağladığı dinginlik ile dinlenme vakitlerini değerlendirmiş olurlar. Edebiyatı heva ve heves olarak kabul eden bir kesimin varlığı da inkâr edilemez. Edebî türlere baktığımız zaman romanın aslında tam da buna çözüm olabilecek şekilde ortaya çıktığını düşünebiliriz. Kelime anlamıyla roman; bilim dili Latincenin karşılığında gelişen halk dili demektir. Temelde romanla, kurgunun yanı sıra gerçek hayatı hikâyeleştirme amacı vardır. Roman İngiltere’de doğmuş, Fransa’ya geçmişse de uzun süre gelişememiştir. Romanın, Don Kişot ile gelişmeye başladığı ve 19. yüzyılda zirveye ulaştığı kabul edilir. Dünya üzerinde ilk roman olarak kabul edilen eser; 11. yüzyıl başlarında Murasaki Şikibu isimli bir saray nedimesi tarafından yazılmış olan Genji’nin Hikâyesi’dir. Türk edebiyatında roman 19. yüzyılda yer edinmeye başlamıştır. Edebiyatımıza yabancı olan bu türün ismi Fransızcasından birebir geçmiştir dilimize. İsminin yanı sıra Fransız edebiyatında öne çıkan romantizm ve realizm akımları ilk roman denemelerinde sıkça kullanılmıştır. Genel manada roman, okuyucu kitlesi için değil Batılılaşma hareketlerinin sonucu olarak Batı’da yazıldığı için yazılmıştır. Roman yazımı ilerledikçe romanın yazılma amacı ve işlevi de değişim göstermiştir. Romanın edebiyata dahlinden evvel Türk edebiyatında romana muadil kabul edilebilecek kaside, mesnevi ve mensur halk hikâyelerinden söz etmek mümkündür. İşlevsel açıdan benzerlikleri olsa da roman farklı bir tür olarak kabul görür. Yine de ilk dönem romanlarında geleneksel türlerin etkisi kendini gösterir. İlk roman örneklerinden günümüzdeki romanlara kadar hepsi tek bir ortak özelliğe sahiptir. Yazıldıkları ya da bahsettikleri dönemin toplumsal ve kültürel yapısını aktarır romanlar. Kapsayıcı bir düşünce ile yaklaşıldığı zaman türü ne olursa olsun bir hikâyesi olan edebî tür yazıldığı dönemin izlerini taşır. Roman ise diğer türlere nazaran daha belirgin şekilde sunar. Eski dönemlerde yazılmış bir roman, kurgusal anlatımıyla okuru o dönemin içine çeker ve tarihi müşahede etmeye imkân sağlar. Hikâyelerin okura dönemleri nasıl tanıttığını eserleri okudukça daha iyi anlayacağımız aşikârdır. Tanzimat sonrası oluşumu sebebiyle romanların içeriği Türk edebiyatında Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar olan süreci kapsar. Türk klasikleri diye nitelendirilen eserlerin birçoğu özellikle Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yazılmıştır. Bize dönemin sosyal yapısını anlatan eserlerden biri Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal romanıdır. Sinekli Bakkal’ı okuduğu vakit okur, II. Abdülhamid döneminin sosyal ortamında bulur kendini. Dönemin en belirgin problemi olan Doğu ve Batı çatışması derinlemesine işlenir. İstanbul’un arka mahallelerinden paşa konaklarına kadar dönemin sınıfsal özellikleri göz önüne serilir. İhtilal yanlısı, paşa, şehzade ve cariye gibi karakterlerin yanı sıra dini korkutarak anlatan bir karakterle daha nahif bir dindar karakter bir arada okuyucuya sunulur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eserleri de toplumsal meseleler ile bezelidir. 1920 yılında yazılmış olan Kiralık Konak, I. Dünya Savaşı döneminde geleneksel kuşak diyebileceğimiz aile büyükleri ile Batılı tarzda yetişmiş yeni neslin çatışmasını aktarır. Batılılaşma çabası içinde değişimin ne denli hızlı olduğunu gözler önüne seren eser aynı zamanda toplumun yanlış Batılılaşma ile karşı karşıya olduğunu da haykırır. Yaban’da ise Millî Mücadele yıllarında bir Anadolu köyü konu edilir. Köylü ile aydın kesim arasındaki uçurumu fark eden yazar bu durumdan aydınları sorumlu tutar. Reşat Nuri, Çalıkuşu ile okuru bir gezintiye çıkarır adeta. Feride’ye yoldaşlık eder okur. Feride ile dönemin İstanbul’unun yanı sıra Anadolu şehirlerini de tanıma fırsatını yakalar. Çalıkuşu’nun farklı yönü ise dönemin eğitim anlayışına dair okura bilgi vermesidir. Fakir Baykurt’un 1959’da yayımlanan Yılanların Öcü eseri, dönemin köy toplumuna dair önemli hususlara değinir. Anadolu’nun bir köyünde yaşayan yoksul bir ailenin hikâyesidir Yılanların Öcü. Köy insanının hayat gailesi peşinde koşması, batıl inançlara bağlılıkları, namus algıları, zenginlerin bir şekilde işlerini hâlletmeleri ve fukaranın başına gelene itiraz etmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağı işlenmiştir eserde. Hikâyede ön plana çıkan husus ise köy muhtarının gücünü kötüye kullanması ile o dönemin işleyen bürokrasisine değinmesidir. Öte yandan köy evlerini bilmeyenler için aslında o dönemin evlerine dair ayrıntıyı da anlatmıştır. Dünya edebiyatındaki romanlar ise okura eski dönemlerin yanı sıra yabancı olduğu kültürleri de aktarır. Okur, Rus edebiyatı ile Rusya, Alman edebiyatı ile Almanya hakkında önemli ayrıntıları yakalar. Dünyanın ilk romanı olan Genji’nin Hikâyesi, erken dönem Heian Japonya’sının aristokrasisi hakkında ipucu verir ve dönemin eğlence kültürü, giyim kuşam, gündelik hayat ve ahlak anlayışı gibi konulara ışık tutar. Japon yazar Osamu Dazai, Batan Güneş’te II. Dünya Savaşı’nın etkisini derinden hisseden Japon toplumunu anlatır. Atom bombasının acı sonuçlarını hikâyesinde hissettirir. Eserde okur, savaş sonrasında ekonomik gücün elden gitmesi ile toplumda yaşanan huzursuzluk ortamıyla karşı karşıya kalır. Küresel güç olarak bilinen Amerika’nın modernleşme sürecinde yaşadığı durumları John Steinbeck ile öğrenir okur. Gazap Üzümleri ile Amerika’da kapitalistleşen tarımın etkisi ile göç eden işçi sınıfının yaşadıklarına odaklanır yazar. Hikâyede göç eden işçilerin gittikleri yerde gördükleri muameleler ise o dönemin Amerika toplumuna dair bilgiler verir. Örneklerini çoğaltabileceğimiz romanların bir işlevi de toplum inşasıdır. Romanlar yazıldığı döneme ışık tutmak, kendi devrindeki insanlara toplumsal mesajları iletmek için yazılır. Bir diğer tarafı ise romanların halk nezdinde ses uyandırmasıdır. Çalıkuşu’nun yayımlanması sonrası genç kızların Anadolu’da öğretmenlik yapmak için gönüllü oldukları anlatılır. Toplum inşası derdinde olan yazar kendi döneminde kalmaz yıllar boyu dinamizmini kaybetmeden eserlerini nesillere aktarır ve klasikleşir. Klasikleşen eserler ise artık tarihsel bir veri hâlini almıştır.