Makale

Bir Akşam Olur Biz de Gideriz...

Bir Akşam Olur Biz de Gideriz...
Bünyamin Albayrak
Bolu Eğitim Merkezi Öğretmeni

İnsan sosyal bir varlıktır. Yaşadıklarını başkalarına anlatmayı, sevinç veya hüzünlerini ötekilerle paylaşmayı sever. Bazı olaylar vardır yaşanır ve unutulur. Birtakım olaylar ise unutulmaz hatta yıllarca yâd edilerek sıcaklığını korur. Bu olaylar bazen satırları, bazen de sadırları mesken tutarlar. Böylece “hatıra” adını alırlar.

Bolu Eğitim Merkezi unutulmaz sıcak hatıraların yaşandığı bir mekândır. Başkanlığımızın olurları doğrultusunda yurt dışından gelen misafir öğrencilerimiz burada eğitim-öğretim görmektedirler. Burada her doğan gün mutlu bir hatıranın oluşması için iyi bir ortam hazırlar. Ata yurdunun bu sıcak insanları, ilim ve irfan elde etmenin gayreti içindedirler. Bir tohum gibi yeşeriverirler gözlerimizin önünde.

Kırgızistanlı bir öğrencimiz Bolu’muzdan ülkesine döndüğünde, ateist olan öğretmeni koşup gelir. Merak eder; acaba yıllardır uğraştığı emekleri boşa mı gitmiştir? Öğrencimiz başarılı olduğu için takip edilmeye değerdir. Peş peşe sorular sormaya başlar. Aldığı cevap iyice moralini bozar ve şöyle der:

-Eyvahlar olsun! Ben sana ateist olasın diye on sekiz yıl emek verdim. Sen ise Müslüman olmuşsun, benim öğrettiklerimi bir yılda unutuvermişsin.
Öğrencimiz şöyle cevap verir:

-Vallahi öğretmenim, ben senin öğrettiklerini değil bir yılda, Bolu da bir haftada unutuverdim. Hayatımı yeniden düzenledim.

Daha önceleri ana-baba hakkının ne olduğunu bilmeyen, büyüklerine hürmet ve küçüklerine şefkati eksik olan bir Kırgız öğrencimiz ise şöyle diyor:
-Hocam, Kırgızistan’a döndüğümde, ailem beni şaşkınlıkla izliyordu. Oturmam, kalkmam, konuşmam, anne-babama karşı davranışlarım onları çok şaşırtmıştı. Birkaç hafta sonra babam şöyle dedi:

-Evlâdım, senin Türkiye’deki öğretmenlerin nasıl insanlar? Bunlar dünyanın en büyük eğitimcileri olsa gerek, bir yılda bir insan ancak bu kadar değişir.

2004 yılında Moğolistan’dan mahallî din görevlileri ve bazı meslek kuruluşlarından bir grup (doktor, mühendis, gazeteci) Eğitim Merkezimize gelmişlerdi. Harika bir ortam vardı. Çünkü kursiyerlerimiz bir saatlerinin bile boş geçmesine razı değillerdi. Yılların telafisiyle meşgullerdi.

Bir gün bizi şaşırtacak bir teklifte bulundular. Yaşları otuz, otuz beş civarında olan üç misafirimiz sünnet olmak istiyordu. Hatta yalvarıyorlardı.

Neticede Eğitim Merkezimiz bir sünnet düğününe ev sahipliği yapıyordu.
Aynı dönemde yurt dışına gidecek olan kursiyerlerimiz de (müftü, vaiz, imam-hatip) dil kursu için Eğitim Merkezimizde idiler. Çam sakızı çoban armağanı hediyesi alan, yatakhanenin yolunu tutuyordu. Türkiye’de yapılan bir sünnet merasimi aynen misafirlerimize de uygulanmıştı.

Her gün aynı olmuyordu. Bazen sevinç, yerini elim bir kazayla kedere bırakabiliyordu. Ama bu ne bir trafik kazası ne de bir iş kazasıydı. Evet, bu bir at kazasıydı. Misafirleriniz Orta Asyalı olunca, at kazası da gayet normal bir olaydır.

Tabiat güzellikleri ile meşhur olan Bolumuzdan misafir öğrencilerimizin de faydalanmaları için bir Abant gezisi düzenlenmişti. Kırgızlar arasında meşhur olan oyunların çoğunluğu güç gösterisine yöneliktir. Ve bu oyunlardan büyük çoğunluğu at üstünde oynanmaktadır.

Öğrencilerimiz Abant’a at kiralandığını görünce hemen işe koyuluyorlar. Şimdi güç gösterme zamanıdır. İki at kiralanıyor. Öğrencilerimizden Niyaz Ali ve Hamidullah atların üstünde birbirlerinden iyice uzaklaşıyorlar, uzun mesafeden mahmuzlanınca hızları iyice artıyor. Böyle bir oyunla hayatlarında ilk kez karşılaşan atların, zaten ikinci şansları da olmamıştı.

Atlar karşılıklı hızla geçerken biniciler at üstünde birbirlerini omuzlayıp yere düşüreceklerdi. Oyunun kuralını bilmeyen ve eğitimli olmayan atlar kafa kafaya öyle bir çarpışıyorlardı ki, atın birisi beyin kanaması geçiriyor. Diğerinin ise boynu ve arka bacağı kırılıyordu. Bu at kazası sonucu süvarilerden Hamidullah’ın burnu kırılıyor, acilen hastaneye kaldırılıyor.

Bolu Eğitim Merkezimiz alışılmışın dışında farklı bir gün yaşıyordu. Bahçemize bir otobüs yaklaşmış fakat yolcuları bir türlü aşağı inmeye razı edemiyorlardı. Gözyaşları sel olmuş akıyordu. Biz buraya gelmek istemiyoruz. Tekirdağ’a gitmek istiyoruz.

Bunlar, Bulgaristan’da (Türkiye Diyanet Vakfımız tarafından yaptırılan) Şumnu, Ruscuk, Mestanlı İmam-Hatip Lisesinde okuyan kız öğrencilerdi.

Müdürümüz, Başkanlık ile gerekli görüşmeleri yapmış, fakat sonuç alınamamıştı. Başka çıkış yolu olmayınca, misafirlerimiz ağlaya ağlaya yatakhanelerin yolunu tutmuşlardı. Böyle bir ortamda yapılacak eğitimin zorluğunu sizlerin takdirlerine bırakıyorum. Bizler her zamanki kararlılığımızı gösterdik.

Başkanlığımızın belirlediği program doğrultusunda bu öğrencilerimize takviye Kur’an-ı Kerim, Dini Bilgiler, Türkçe dersleri verilecekti. Bunun yanında bir de gezi programı uygulanacaktı. Öyle bir özveri uygulanıyordu ki hedef, bu hassas misafirleri mutlu etmekti.

Nereler gezilmemişti ki İstanbul (Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Eminönü, Boğaz turu, Miniatürk), Bursa (Yeşiltürbe, Osmangazi, Tarihiçınar vd.leri), Ankara (Başkanlık, Medeniyetler Müzesi, Atakule) Düzce/Akçakoca, Abant…

Nihayet ayrılık vakti gelmişti. Eşyalar hazırlanmış veda programı için örencilerimiz salondaki yerlerini almıştı. İçeri girdiğimizde bir de ne görelim hıçkırıklarla akıtılan gözyaşları… Misafirlerimiz Bolu’dan ayrılmak istemiyorlardı.

Eee ne diyelim ağlayarak gelen, ağlayarak gider.
Afganistan’dan gelen mahallî din görevlilerinin hatırası, Bolu Eğitim Merkezinde ayrı bir yere sahiptir. Birkaç günlük misafirlikten sonra hocalarımızın sabırsızlandığını gördüm. Şöyle diyordu içlerinde birisi:

-Hocam sen bize rehberlik et, hadi çıkalım dışarılara insanları İslâm’a davet edelim…
-Hayırdır inşallah, niçin diye sordum?
Dostlarımızı birileri (!) Türklerin İslâm’dan çıktığını, başka dinlere girdiğini söyleyerek aldatmışlardı. Bizlerin hafız olduğunu anlayınca nasıl şaşırdıklarına şahit oldum. Türkiye ziyaretlerinin neticesinde, İstanbul ziyaretimizin zirvesi olan Sultanahmet’i gördüklerinde, içlerinden birisi şöyle haykırmıştı:

-Fetebârekallahu ahsenülhâlikîn, Osmanlı ve Türkiye ne kadar büyük bir medeniyetmiş…
Bütün bu hatıralar bize bir gerçeği hatırlatıyor. Öğretmenlik, dünyada en şerefli bir meslektir. Yapmış olduğunuz hizmetler, gözünüzün önünde yeşeriyor. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ben öğretmen olarak gönderildim.” buyurmaktadır. (İbn Mâce, Mukaddime, 17)