Makale

Birlikte Yaşamanın Getirdiği GÖREV ve SORUMLULUKLAR

Birlikte Yaşamanın Getirdiği
GÖREV ve SORUMLULUKLAR
Doç. Dr. İsmail Karagöz
Diyanet İşleri Başkanlığı İç Denetçisi

İnsan sosyal bir varlıktır, dolayısıyla tek başına değil daima diğer insanlarla birlikte yaşar. Çünkü ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. İnsanlar toplumda farklı iş ve görevler icra ederler. (Leyl, 4) Bu husus hem yaratılışın gereği hem de birlikte yaşamanın getirdiği bir zorunluluktur. Diğer taraftan, bir toplumda yaşayan insanların ırkları, renkleri, dilleri, cinsiyetleri, boy ve kabileleri farklı olabilir. Bu, yüce Yaratıcı’nın hem takdiri hem de varlığının delillerinden biridir. (bk. Hucûrât, 13; Rum, 22)

İnancı, düşüncesi, işi, dili, ırkı ve kabilesi farklı insanlardan oluşan bir toplumda birlikte yaşamanın, sosyal yardımlaşma ve dayanışma açısından gerekli olmasına karşılık getirdiği birtakım sorumlulukları, hak ve görevleri de vardır. Bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmemesi, temel haklara riayet edilmemesi toplumda birtakım sorunlar doğurur. Yüce Allah, yeryüzünün en saygın varlığı olan insanlar bu sorunlarla karşılaşmasınlar diye her topluma bir peygamber göndermiş ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara rehberlik etmiştir. Peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinin amacı; nesli, canı, malı, aklı ve dini korumaktır. Bu ilkelerin korunması amacıyla bazı söz, eylem ve davranışlar haram kılınmış, insan haklarına saygı gösterilmesi emredilmiştir. Bu ilkeler, aynı zamanda bir toplumda birlikte yaşamanın hukukî ve ahlâkî temel unsurlarını da ortaya koyar. Farklı ırk, inanç, düşünce ve davranışa sahip olan insanların bir toplumda güven, huzur ve barış içinde yaşayabilmeleri için karşılıklı hak, görev ve sorumlulukları yerine getirmeleri gerekir. Yüce Allah bu sorumluluk ve görevleri Nisa suresinin 36. ayetinde özlü bir şekilde şöyle bildirmektedir: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övüp duran kimseleri sevmez.”

Ayette iki temel görev ve sorumluluk bildirilmiştir: Biri Allah’a ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, diğeri Allah’ın kullarına ihsanda bulunmaktır. Allah’a ibadet; insanın yaratılış gayesidir (Zâriyât, 54) Allah’a ibadet edebilmek için; O’nu isim ve sıfatlarıyla birlikte tanımak, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, emir ve yasaklarına uymak gerekir. Allah’ın kullarına ihsanda bulunmak, onlara karşı görev ve sorumlulukları yerine getirmek ve onlara saygılı olmaktır.

Ayette insanların birlikte olduğu ve özel ilgi gösterilmesi gereken kimseler zikredilmiştir. Bunlar; anne, baba, akraba, yetimler, yoksullar, komşular, eş ve arkadaşlar ile yolcu ve hizmetliler/işçilerdir. “Akraba” kapsamlı bir kelimedir. Kişinin çocukları, kardeşleri, ebe-dedeleri, torunları, amcaları, halaları, teyzeleri, dayıları, yeğenleri, kayın valide ve kayın pederleri, kayın biraderleri ve baldızlarıdır. Ayette zikredilenler ya bir aile içinde veya mesken veya işyerinde komşu olarak yaşarlar veya bu insanlarla çeşitli vesilelerle sosyal ilişki içersinde olunur. Birlikte olmanın ve sosyal ilişkiler içerisinde bulunmanın getirdiği görev ve sorumluluklar, “ihsan” kelimesi ile yerine getirilmesi istenmiştir.

Anne-babaya ihsan; onlara iyi davranmak, ihtiyaçlarını karşılamak, isteklerini yerine getirmek, hayır dua etmek, kaba ve kırıcı olmamak, onlara “öf” bile dememek, onları azarlamamak, bağırıp çağırmamak, dövmemek, dargın durmamak ve benzeri şekillerde olur. (bk. İsrâ, 23–24; Ankebût, 8; Lokman, 14; Ahkâf, 15; Müslim, İman, 137, 143)

Akrabaya ihsan; ihtiyaçları olduğunda onlara maddî ve manevî anlamda yardım etmek, onları ziyaret emek, iyi ve kötü günlerinde yanlarında olmaktır. Akraba ile ilişkiyi sürdürmek dinimizde “sıla-i rahim” kavramı ile ifade edilir. Sıla-i rahim, farz bir görevdir. (İsrâ, 26; Buhârî, Edeb, 13) Akraba ile ilişkileri sürdürmek, aile ve toplum hayatının huzur ve mutluluğu için gerekli bir husustur.

Aile fertlerinin ihsanı; karşılıklı görev ve sorumluluklarını yerine getirmekle gerçekleşir. İnsanların en çok birlikte olduğu ve birbirlerine karşı haklarının bulunduğu insanlar, aile fertleri özellikle eşler ve çocuklardır. Erkeğin ihsanı; adaletli davranması (Nisa, 34), eşi ve çocuklarının yeme, içme, giyinme, barınma, ısınma, eğitim ve sağlık gibi her türlü ihtiyaçlarını zamanında ve yeterince karşılaması (Bakara, 233) onları dünyevî ve uhrevî zararlardan koruması (Tahrîm, 6), ibadete teşvik etmesi (Taha, 132), onlara güzel söz söylemesi, yalan söylememesi, onları aldatmaması (Nisa, 148), aile içi sorunları büyütmemesi, dargın durmaması (Tirmizî, Birr, 24, III, 329), işlerini aile fertleriyle istişare etmesi (Âl-i İmran, 159), affedici olması, eşini kötülememesi ve dövmemesi (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42) şeklinde gerçekleşir. Kadın ihsanı ise; hem ev işlerinde hem de çocukların yetiştirilmesi, eğitim-öğretimi, sağlık, giyim-kuşam, yeme-içme ve benzeri konularda yönetim ve sorumluluğu dahilinde bulunan işleri en iyi şekilde yerine getirmesi, aile fertlerine iyi davranması, saygılı sevgili olması, eşinin meşru isteklerini makul ve olumlu karşılaması (Nisa, 34), eşine karşı hoşgörülü ve güler yüzlü olması, iyilik ve hizmetlerine teşekkür etmesi, ekonomik değerleri yerli yerinde harcaması, israf etmemesi, eşi ile dargın durmaması ve eşini kötülememesi, çocuklarını iyi yetiştirmesi şeklinde yerine getirilir. Aile fertleri, karşılıklı bu görevlerini hakkıyla yerine getirirler, birbirlerini aldatmazlar, birbirlerine zulmetmezler, karşılıklı haklara riayet ederlerse aile yuvasındaki birliktelikleri güven ve huzur içinde devam eder.

İhsanda bulunulması istenen diğer insanlar; komşular, arkadaşlar, yetimler, yoksullar, yolcular, hizmetliler ve işçilerdir. Bunlara ihsan onlara iyi davranmak, maddî ve manevî yardımda bulunmak, haklarına riayet etmek ve saygılı olmak şeklinde gerçekleşir. Ayet ve hadislerde bu konu önemle dile getirilmiştir. (bk. Beled, 14–16; Buhârî, Edeb, 22; Tirmizî, Birr, 44)

Ayette “uzak komşu” ve “yakın komşu” zikredilerek komşulara ihsan önemle vurgulanmıştır. Toplum hayatında insanlar, mesken, dükkân, iş, yolculuk ve benzeri pek çok alanda sosyal ilişki halindedir. Aynı ilde, ilçede, köyde ve mahallede birlikte yaşarlar. İnsanın komşularına, arkadaşlarına ve misafirlerine iyi davranması, haklarına riayet etmesi ve saygılı olması temel görevidir. Peygamberimiz (s.a.s.), “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, onu mirasçı kılacak sandım.” (Buhârî, Edeb, 28; VII, 78) “Komşularına iyi komşuluk et ki gerçek Müslüman olasın.” (İbn Mâce, Zühd, 24; II,1410) “Allah katında komşunun hayırlısı komşusuna hayırlı alan kimsedir.” (Tirmizî, Birr, 28) “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa komşusuna iyilik etsin.” (Buhârî, Edeb, 31; VII, 79) buyurarak komşulara nasıl ihsanda bulunulması gerektiğini beyan etmiştir. Bu itibarla ekonomik durumları, sosyal konumları, itibar düzeyleri, etnik kökenleri ve inanç durumları ne olursa olsun, komşularımıza iyi davranmamız, her şeyden önce onlara Allah’ın bir kulu olarak bakmamız gerekir. Hangi sebeple olursa olsun onları küçümseyici, tahkir ve alay edici (Hucûrât, 11; Hümeze, 1; Buhârî, Edeb, 30) bir tavır içine girmemiz İslâm ahlâkı ile bağdaşmaz. Peygamberimiz, (s.a.s.), “Kişiye, mümin kardeşini küçümsemesi, tahkir etmesi kötülük olarak yeter.” (Müslim, Birr, 32) “Kötülüğünden komşusunun emin olmadığı kimse cennete giremez” (Müslim, İman, 73) buyurarak konunun önemini dile getirmiştir. Komşu haklarını şöyle özetleyebiliriz;

1. Hastalandığında ziyaretine gitmek.
2. Öldüğünde cenazesine katılmak.
3. Borç istediğinde imkân nispetinde yardımcı olmak.
4. Darda kaldığında yardımına koşmak.
5. Bir konuyu istişare ettiğinde görüş beyan etmek.
6. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek.
7. Düğün, sünnet ve benzeri davetlerine icabet etmek.
8. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek.
9. Kamuya zararı olmayan hata ve kusurlarını deşifre etmemek.
10. Gıybet ve dedikodusunu yapmamak.
11. Karşılaştığında selâm vermek ve hal hatır sormak,
12. Sözlü veya fiili olarak herhangi bir şekilde eziyet etmemek.
13. Canına ve malına zarar vermemek.
14. Güler yüzlü davranmak.

Ayetin sonundaki “Allah kibirlenen ve övüp duran kimseleri sevmez” cümlesi, Allah’a ve Allah’ı kullarına karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen kimselerin Allah katındaki değersizliğini ve böyle olunmaması gerektiği vurgulu bir şekilde ifade eder.

Birlikte yaşmanın getirdiği görev ve sorumluluğun olmazsa olmazları vardır. Bunlar; can ve mal güvenliği, adalet ve eşitlik, din, ibadet ve düşünceyi ifade, ticaret ve seyahat özgürlüğü, mal-mülk edinme, mesken, aile mahremiyeti ve onurun her türlü tecavüzden korunması ve benzeri hususlardır.

Birlikte yaşamanın en önemli şartı can ve mal güvenliğidir. Bir toplumda yaşayan insan, evinde, iş yerinde, sokakta, piknikte kısaca nerede olursa olsun kimsenin canına ve malına kastedilmeyeceği ve kastetmek isteyenlere fırsat verilmeyeceği güveni içersinde olması gerekir. İnsanın en kıymetli varlığı canı ve malıdır. Hayat tehlikede olursa diğer haklar ve nimetlerin kullanılması mümkün olmaz. Mal canın yongasıdır. Mal ve mülk olmayınca hayatın devam ettirilmesi zordur. Bu itibarla bir toplumda yaşayanların mal ve can güvenliğine sahip olması gerekir. Bütün toplumlar temel yasalarında can ve mal güvenliğini güvence altına almışlar, cana ve mala taarruzu suç saymışlardır. Dinimiz de can ve mala tecavüzü şiddetle haram kılmıştır. (İsrâ, 32; Bakara, 179. Mâide, 45) Dini, inancı, ırkı ve cinsiyeti ne olursa olsun suçsuz yere bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibi günah kazanmış olur. (Mâide, 32)

Hırsızlık, soygun ve gasp gibi mala, mülke ve servete tecavüz etmek ve zarar vermek insan haklarını ihlâl etmek, toplumsal güveni bozmaktır. Bu suçu işleyenlere ağır ceza öngörülmesi (Mâide, 38) bu haramı işlemenin büyük günah olduğunu ifade eder.

Adalet ve eşitlik, birlikte yaşamanın ve toplumsal güven ve barışın vazgeçilmez şartıdır. Topumda herkesin devlet imkânlarından yararlanma, eğitim-öğretim, ticaret ve seyahat, mal-mülk edinme ve benzeri temel hak ve hürriyetlere sahip olma konusunda eşit olması, vergi alma, işlenen suçlara ceza verme ve yüklenen sorumluluklar ve ücretlerde adaletli olunması gerekir. Adalet mülkün temelidir. Irk, renk, dil, cinsiyet, zengin veya fakir olma ve benzeri konularda ayırımcılık yapmak toplumsal barışı bozar. Toplumda ayrıcalıklı sınıfların varlığı adalet ve eşitlik ilkesiyle bağdaşmaz. Dinimiz herkesi Allah’ın kulu olarak görür. Üstünlük, ırkta, renkte, cinsiyette ve varlıklı olmada değil takvadadır. (Hucûrât, 13) Peygamberimiz bu hususu Veda Hutbesi’nde şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah yanında en değerliniz en muttaki olanınızdır. Arab’ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, I, 63, No: 61)

Onurun her türlü tecavüzden korunması, özel hayatın gizliliği, mesken dokunulmazlığı, aile sırlarının korunması, kişisel kusur ve hataların araştırılmaması, kişilerin arkadan çekiştirilmemesi ve aile hayatının mahremiyetinin korunması temel insan hakkıdır ve birlikte güven ve huzur içinde yaşamanın temel şartıdır. Bunlar, İslâm inanç ve ahlâkı açısından çok önemlidir. Dinimiz kimsenin evine izinsiz girilmemesini istemekte (Nur, 27-28), onur ve haysiyete saldırıyı, iftira ve gıybeti haram kılmaktadır. (Hucûrât, 12; İbn Mâce, Hudûd, 5) “Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın, birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın.” (Müslim, Birr, 28)” İnsanların kusurlarını araştırıp ortaya çıkarırsan oları fesada sürüklemiş olursun.” (Ebu Dâvud, 44) “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hainlik etmez. Onu yalanlamaz. Onu yardımsız ve yüz üstü bırakmaz. Her Müslümanın diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır.” (Müslim, Birr, 32) Evrensel insan hakları beyannamesinde bu husus şöyle ifade edilmiştir: “Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususunda keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korumaya hakkı vardır.” (Md. 12)

Din ve ibadet özgürlüğü, birlikte güven ve huzur içinde yaşamanın temel şartlarından biridir. Dinimiz insanlara tam bir inanç özgürlüğü tanımıştır. Dileyen Müslüman olur, dileyen müşrik, kâfir, Hristiyan, Yahudi olarak yaşar. (Teğabün, 2) Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’de insanları dine davet etti, ancak kimseyi dini kabule zorlamadı. Din özgürlüğü, “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır” (Kûfirun, 6) anlamındaki ayetle dile getirildi. Medine’de ise, “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır (Bakara, 256) anlamındaki ayetle vurgulandı. Bu itibarla bir insan, bir dini kabul etmeye veya ibadet etmeye zorlanamayacağı gibi, inandığı bir dini veya o dinin gerektiği ibadetleri terk etmeye de zorlanamaz ve bu konuda engel çıkartılamaz. Din özgürlüğü; inanıp-inanmama, ibadet edip etmeme hürriyetini içerdiği gibi, o dini öğrenme ve başkalarına öğretme hakkını da içerir. İslâm dini, insanların tam bir din özgürlüğü içinde olmalarını ister. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde bu hak şöyle ifade edilmiştir: “Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır, bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.” (Md.18)

Sonuç olarak; birlikte yaşamanın temel şartı, o toplumda yaşayan insanların görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi, insan haklarına riayet etmesi, birlikte yaşadığı insanlara ihsanda bulunması ve saygı göstermesidir. Şu hadislerin birlikte yaşamanın ilkelerini ortaya koymaktadır: “Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman, 93) “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de sevip arzu etmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” (Buharî, İman, 7) “Mümin başkalarıyla hoş geçinir ve kendisiyle hoş geçinilir. Başkalarıyla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed, II, 400; V, 225) “(Ey müminler!), Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kin tutmayın, haset etmeyin, kardeşler olun. Bir Müslümanın üç günden fazla kardeşine dargın durup onu terk etmesi helâl olmaz.” (Tirmizî, Birr, 24) “Mümin müminin aynasıdır. Mümin, müminin kardeşidir. Onun malını, mülkünü yokluğunda saldırıya karşı korur ve onu gıyabında savunur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 57) “(Ey mümin! Mümin) kardeşine zalim olsun mazlum olsun yardım et” buyurdu, bunun üzerine kendisine ,”Ya Resûlellah! Mazlum olan kişiye yardım edebiliriz, fakat zalime nasıl yardım edeceğiz” dediler. Peygamberimiz (s.a.s.), “Zalimin iki elini tutar zulmüne mani olursunuz.” demiştir. (Buhârî, Mezalim, 4)


“Birlikte yaşamanın temel şartı,
o toplumda yaşayan insanların
görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi, insan haklarına riayet etmesi, birlikte yaşadığı insanlara ihsanda
bulunması ve saygı göstermesidir.”


“Bir insan, bir dini kabul etmeye
veya ibadet etmeye zorlanamayacağı gibi, inandığı bir dini veya o dinin gerektiği ibadetleri terk etmeye de zorlanamaz ve bu konuda engel çıkartılamaz. Din özgürlüğü; inanıp-inanmama, ibadet edip etmeme hürriyetini içerdiği gibi, o dini öğrenme ve başkalarına öğretme hakkını da içerir.”