Makale

İstenmeyen Misafir: Koronavirüs

İstenmeyen Misafir: Koronavirüs

Nalan Özberber

22.03.2020

Gün, doğmak için nazlanıyordu. Dünya yeniden bir günün daha sabahına yaklaşıyordu. Göz kapaklarım aheste aheste aralandı. Telefona göz atarken bir haber ilişti gözüme: “Dünyayı sarsacak koronavirüs Çin’de durdurulamıyor.” Gülümsedim; dünyayı sarsacağı haberlerini abartı zannettim.

Telefonu kenara fırlattım. Burnuma süzülerek gelen koku, annemin emektar ellerinden dökülen kekin kokusuydu. Mutfaktan kap kacak sesleri geliyordu. Zaten annemi sorsalar bana mutfaktan gelen kap kacak sesleri derdim. Nihayet bir gayret kalktım ve mutfağa doğru yürüdüm. Annem üç öğünü birden hazırlamış. Anladım ki bugün ablam gelecek. Ablam geleceği zaman annem ne yapacağını şaşırır, aklına gelen her şeyi pişirmeye başlardı. O sırada zil çaldı. Gelen ablam olmalıydı. O geldiğinde eve bayram havası da birlikte gelirdi. Okumak için yurt dışına gitse de annem gurbet ellerin yüreğine verdiği bir buruklukla ablamın yolunu gözlerdi. Babaannem, yol gözlemek bir dert ölçüsüdür, derdi; haklıydı da sanki. Kapıyı açmak için yönelene kadar annem çoktan kapıya ulaşmış ve ablamı karşılamıştı.

Ablam biraz garipti. Maske ve eldivenini takmış bir şekilde öylece kapıda duruyordu. Ablam her geldiğinde özlemin içinde kavrulmuşluğunu kapı açılır açılmaz annemin boynuna atlayarak gösterirdi. Ama bugün böyle olmamıştı. Soğuktu, uzaktı, sanki kapı açılmamış gibi apartmanın ortasında bekliyordu. Annem biraz üzülmüştü. Ablama, neden uzak durduğunu ve neden içeri girmekte tereddüt ettiğini sordum. Aldığım cevap karşısındaki hâlim sudan çıkmış balığın hâlinden hâlliceydi. Bana, havaalanındaki kontrolden geçerken ateşinin yüksek çıktığını ve yapılan hızlı test sonucunda koronavirüs taşıdığını öğrendiğini söyledi. Sanki aklım duyduklarımı idrak etmiyordu.

Sessizlik oldu, bir süre öylece birbirimize baktık. Daha bu sabah virüs hakkındaki haberi okurken virüsün ayakları mı var sanki Çin’den buraya gelsin, diye düşünüp haberi kapatmıştım. Belki de ihtimal bile vermemiştim ülkemize gelmesine oysa şimdi burada evimizin içindeydi. Virüs, dokunarak gelmiş meğer, konuşarak gelmiş, sarılarak gelmiş, insanı insana hasret bırakarak gelmiş... Ağlamak ki dilidir tüm anlatamadıklarımızın. Ağladık… Nihayet ablam eve girdi. Hiç sarılmadan odasına geçti. O an anladım özleminin geçmesi için insanın insanı görmesinin yetmediğini. Ablam saatlerce odadan çıkmadı. Kendisini izole etmesi gerektiğini bildiğimiz için biz de odasına girmiyorduk. Sanki ablamın kaldığı yer, evin bir odası değil de başka bir yermiş gibiydi. Virüs ayrılık düşürmüştü evimize.

Zamanın geçtiğinin farkına varmamışız. Saatler hiç olmuş, zaman su misali akmıştı. Sofrayı hazırlamaya gitmiştim. Annemin sabahın seherinde yapmaya başladığı yemekleri hep birlikte yiyemeyecektik. Oysa o yemekler ablam için yapılmıştı. Belliydi buruk bir yemek olacağı. Sofra hazırdı, kimse konuşmuyordu. Babam televizyonu açmıştı, koronavirüs her kanalda tek haberdi. Ölüm haberleri, vaka sayıları derken ruhumun daraldığını fark ettim. Başımı kaldırıp anneme baktığımda içinde yanan ateşin harlandığını gözlerinden anlayabiliyordum. Babam ise rüzgâr sert bir şekilde eserken kırılmayıp yana doğru eğilen buğday edasındaydı. Acıdan yan yatmış dik duruşlu bir adamdı. Babam haberleri dinlemeye dayanamayıp televizyonu kapattı.

Saat geç olmuştu. Herkes odasına çekildi. Otururken başımı çevirip odamın penceresine sığan gökyüzüne baktım. Gökyüzüne bakıp derin nefes almak yazılı olmayan bir kanun gibidir ama ben bunu yapamadım. Ne basit bir işlemdi oysaki on sekiz yıldır bilmem kaç defa nefes aldım, aldım sandım…

Rabbim yardım etmese, izin vermese bedenimin ne nefes almaya ne nefes vermeye gücü varmış. Her nefes bir lütufmuş, nimetmiş…

Doktorların virüsü tanımadıklarını, ellerinden bir şey gelmediğini haberlerden görmüştüm. Ümitsizliğe düşmeye meyleden gönlüme Allah şifasını yaratmadığı hastalığı yaratmamıştır, dedim. Bize beklemek düşer. Evvelden insanla beklemek kardeş zaten. Başımı yeniden gökyüzüne çevirdim ve tekrarladım: “Fe inne meal usri yusra” (İnşirâh, 94/5)