Makale

TEDBİRİNİ AL TAKDİR YÜCE ALLAH’INDIR

TEDBİRİNİ AL TAKDİR YÜCE ALLAH’INDIR

Covid-19 salgınında bulaşma zincirinin kırılamaması sebepleri arasında tedbir, takdir ve tevekkül anlayışımızın önlem almamızı engellediği algısının doğru olmadığını gösterebilmek için bu üç temel kavramı izah etmeye çalışacağım. Yanlış takdir ve tevekkül anlayışı elbette böyle bir sonuç doğurabilir. Peşinen ifade edeyim ki doğru inanç ilkelerimize göre, ne tedbir takdir ve tevekkülü elden bırakmayı ne de takdir tevekkül ve tedbiri terk etmeyi gerektirmez. Hiç kimse Hz. Muhammed Efendimizden daha fazla tevekkül sahibi değildi; buna rağmen o, karşılaşılabilecek durumlar ve olaylar için tedbir almaktan asla geri durmazdı. Hiç kimse onun kadar tedbir ehli olmadığı hâlde o, takdire razı ve tevekkülün en güzeline sahipti.

Tedbiri Elden Bırakmamak

Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor, Resulüllah (s.a.s.) buyurdular ki: “Tedbir gibi akıl yoktur. Sakınmak gibi vera’ (haram ve günah olup olmadığı şüpheli hususlardan özenle kaçınıp helâl ve mübahların bir kısmından feragat etmek) yoktur. İyi huy gibi haseb (itibar vesilesi, şeref, asalet, ahlâk ve soy temizliği) yoktur.” (İbn Mâce, Zühd, 24) Bir hadis-i şerifte ifade edildiğine göre Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Bir yerde bulaşıcı hastalık olduğunu duyduğunuzda oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık çıkarsa oradan çıkmayınız.” (Buhârî, Tıb, 19) Bu örnekte de görüldüğü gibi tedbir “düşünmek, işin sonunu düşünerek gereği gibi davranmak, iyi yönetmek” anlamına geliyor. Türkçemizde “önlem” kelimesi ile ifade ediliyor. İnsanlar takdiri bilemedikleri için tedbir almakla sorumludurlar. Sevgili Peygamberimizin hicret yolu planında önce Medine’nin tam ters istikametinde bulunan Sevr Dağı’na yönelmesi ne kadar tedbirli olduğuna güzel bir örnektir.

Hz. Ömer (r.a.) bir vesileyle Şam’a gitmekte iken Şam’da bir salgın hastalığın ortaya çıktığını haber aldı. Bunun üzerine, Şam’a gidip gitmeme konusunu arkadaşlarıyla istişare etti. Neticede, ihtiyat ve tedbiri esas alarak Şam’a gitmekten vazgeçti ve geri döndü. Hz. Ömer’in bu tedbiri karşısında sahabeden Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a.) “Ey Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye itirazda bulundu. Bunun üzerine, Müslümanların sorumluluğunu omuzlarında hisseden Hz. Ömer (r.a.) hayıflanarak “Keşke bunu sen söylemeseydin Ya Ebâ Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.” diye cevap verdi (Buhârî, Tıp, 30). Görüldüğü gibi Hz. Ömer “Kaderde ne varsa o olur.” deyip yoluna devam etmedi. Tedbiri elden bırakmadı. Müslüman her işinde tedbirini alır ama sonucu yüce Allah’tan bekler. Tedbir almak kulluk görevidir. Aczin itirafıdır. Kul takdiri bilemez. Takdir yüce Allah’ındır.

İmtihanı Tevekkül ile Karşılamak

Tevekkül dinî terim olarak bir amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü önlemi alarak elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allah’a bağlanıp ona güvenmek, sonucu Allah’tan beklemek anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.”
(Hud, 11/123)

Peygamberimiz evinden çıkarken şöyle dua ederdi: “Allah’ın ismine sığınıyor ve Allah’a tevekkül ediyorum. Allah’ım, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kaymaktan ve kaydırılmış olmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa uğramaktan sana sığınırım.” (Tırmizî, Deâvât, 35)

Resulüllah’ın (s.a.s.) “Deveni sağlam kazığa bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et.” (Tırmizî, Kıyamet, 60) sözü tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine delil sayılmıştır. İnancımızda tedbir, tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek prensibi vardır. Tevekkül kuru kuruya Allah’a sığınmak değildir. Alabileceğin tüm önlemleri alarak, sebeplere sarılarak işlerin sonucunu Allah’a bırakmaktır.

Takdir Hüda’nındır

Ölçme, değer biçme, değer verme, tayin etme gibi anlamlara gelen takdir, dinî anlamda “Allah Teâlâ’nın, olacak hadiseleri ezelde ilm-i ezelîsi ile bilip tayin etmesi.” olarak tanımlanır. Kader veya mukadderat kavramları da aynı manalara gelir. Kişi, takdiri (kaderi veya mukadderatı) önceden asla bilemez.

Abdullah İbn Abbas’ın (r.a.) bildirildiğine göre: Bir gün Peygamber’in (s.a.s.) bindiği hayvanın arkasına binmiştim. Bana şöyle söyledi: “Ey genç sana bazı kaideler öğreteceğim: Allah’ın emir ve yasaklarını gözet ki Allah da seni gözetsin. Daima Allah’ın rızasını her işinde önde tut ki, Allah’ın yardımını her an yanında bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste, yardım dileyeceksen Allah’tan dile…” (Tirmizî, Kıyamet, 59)

İnsan, takdiri (kaderi) bahane ederek kendini sorumluluktan kurtaramaz. Bir insan, “Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?” diyerek günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Ayrıca “Nasıl olsa kaderde her şey belirlenmiştir” düşüncesiyle azmi, gayreti, çalışıp çabalamayı, tedbir almayı terk edemez.