Makale

Bir Tedavi Yöntemi Olarak ORGAN NAKLİ

Bir Tedavi Yöntemi Olarak
ORGAN NAKLİ
Prof. Dr. Ahmet Yaman
Selçuk Üniv. İlâhiyat Fak.

Tıp ilmi ile teknolojisi ve genetik mühendisliğinin süratli gelişiminin sağladığı imkânlar ve organ bağışı yönündeki kamusal yönlendirmeler sayesinde organ nakli, neredeyse günlük hayatın aslî fenomenlerinden biri haline gelmiş bulunmaktadır.

Organ naklinin her iki tarafında da insan olması, insanın ise yaratıklar evreninin en saygın varlığı niteliğini taşıması ve ebedî âhiret hayatı için tekrar dirilmeye dair iman, gelişmelerin sadece tıp ve hukuk değil, belki daha anlamlı bir boyutta din ve ahlâk çerçevesinde tartışılmasını gerekli kılmıştır.

İnsan Hayatının Önemi ve Beden Üzerindeki Haklar
İnsan, kendisinin veya başkasının yaratılışı üzerinde herhangi bir iradeye ve beceriye sahip olmadığı için, ne kendi ne de bir başkasının bedeni üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına, hele hele ceza hukukuyla ilgili bazı kamusal düzenlemeler dışında (İsrâ, 33), sonlandırma yetkisine sahip değildir. Onun içindir ki, cana kıyma ve intihar en büyük suç ve günahlar arasında sayılmıştır. “…Cinayetin ve yeryüzünde fesadı yaymanın cezası olarak işlenmesi dışında, eğer bir kimse bir insanı öldürüse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 33) ayeti ile farklı yorumları olmakla birlikte “…Kendinizi öldürüp mahvetmeyin!...” (Nisâ, 29) ayeti buna işaret etmektedir. Hatta öldükten sonra bile insanın ve onun bedenine ait parçaların aynı saygınlığı taşıyacağını “Ölünün kemiğini kırmak, tıpkı hayattayken kırmak gibidir” (Muvatta, “Cenâiz”, 45; Ebu Davud, “Cenâiz”, 60; İbn Mâce, “Cenâiz”, 63) sözleriyle Hz. Peygamber (s.a.s.) beyan buyurmuştur.

Bu ölçüde değeri olan insan hayatının sağlıklı sürdürülebilmesi de dinimizin teşvik edip önem verdiği bir husustur. Onun içindir ki Yüce Allah “…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (Bakara, 195) buyururken, Hz. Peygamber: “Ey Allah’ın kulları tedavi olun! Zira Allah Teâlâ, yaşlılık hariç, takdir ettiği her hastalığın mutlaka şifasını da vermiştir.” (Ebû Dâvûd, “Tıb”, 1; Tirmizî, “Tıb”, 2; İbn Mâce, “Tıb”, 1); “Allah hem derdi hem de devayı göndermiş, her hastalığa bir çare yaratmıştır. Tedavi olun, fakat tedavide haramı kullanmayın!” (Ebû Dâvûd, “Tıb”, 11) irşadında bulunmuştur. İnsan hayatını koruyabilmek için artık vazgeçilmez bir zorunluluk halini aldığında, bir başka ifadeyle alternatif kalmayınca haramların bile devreye girebileceği yine Kur’an ve sünnetin açıkça ortaya koyduğu (Bakara, 173; Mâide, 3; En’âm, 119, 145; Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 36; Müsned, 5/96, 218) bir hükümdür.

Burada asıl konuyu teşkil eden organ nakli, insan hayatının işte bu bedeli takdir edilemez değeri ile onu sağlıklı bir yapıda devam ettirme duyarlılığı arasında kalan bir sorundur.

Fıkıh ve Ahlâk İlkeleri Açısından Organ Nakli
Organ nakli son tahlilde bir tedavi yöntemi olduğuna göre, insan bedenini ve sağlığını koruma yönündeki ısrarlı tavsiyelerin burada da peşinen geçerli olduğu hatırlanmalıdır. İnsanı yaşatma ve hayatı koruma esas olunca, bunu temin eden son çare olarak organ nakli de düşünülecektir. Nitekim bunun tarihsel izlerine ve benzerlerine fıkıh literatürümüzde rastlamak mümkündür.

İmam Şâfî (ö. 204/ 819) ve Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) sökülmüş dişin yerine, eti yenen boğazlanmış bir hayvanın dişinin, bu da bulunamazsa başka insana ait bir dişin yerleştirilmesinin (implant) caiz olduğunu söylerken (Şâfiî, el-Üm, Beyrut 1993, 6/165; İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut 1984, 8/356), fıkıh ve hadis alanlarının önde gelen âlimlerinden Nevevî (ö.676/1277), kırılmış bir kemiğin başka bir madde ile kaynaştırılması gerekli olur ve bunun için insan kemiği dışında, necis bile olsa başka bir madde de bulunamazsa, kaynaştırma işleminde insan kemiğinin kullanılmasının mümkün olduğunu yazmaktadır. (Nevevî, el-Mecmû’, yy., ty., (Dâru’l-Fikr), 3/138)

Klâsik dönem fakihleri arasında bu tür işlemleri doğru bulmayanlar, bu yollarla insanın saygınlığının zedeleneceği, naklin/tedavinin çözüm sağlamasının kesin olmayışı, organ alımının bir tür işkence (müsle) sayılacağı gerekçelerine tutunmaktadırlar. (Kâsânî, Bedai’u’s-sanâi’, Kahire 1910, 5/132-133)
Organ nakline olumsuz bakmayı sonuçlayan bu gerekçeler, belli izâfîlikler taşıyor olması ile günümüzün gelişen ve kesin ya da kesine yakın sonuçlar alınmasını sağlayan bilimsel ve teknolojik donanım düzeyi göz önüne alındığında, vurgusunu yitirmektedir. Zira verenden alınan organ, zaten ölümle birlikte ona ihtiyacı kalmadığı ya da yaşıyor ise eksikliği hayatî fonksiyonların kaybına yol açmadığı için kendisinin saygınlığını zedelememekte; aksine “Her kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 33) ilâhî hükmü gereğince daha da artırmaktadır.

Diğer taraftan organ nakli ile tedavi artık bazı alanlarda kesin, bazılarında kesine yakın bir şifa imkânı sunar hale gelmiştir. Konunun işkence boyutunda ele alınması ise, günümüzün anestezi şartları itibariyle önemini yitirmiştir. Binaenaleyh olumsuz bakmayı sağlayan gerekçelerin, bir kısmı sübjektif ve soyut bakış açılarına dayandığı -dolayısıyla aksini iddia etmek de her zaman mümkün olduğu-; bir kısmı da bilimin elinde sakıncalarından arındırıldığı için bugün itibariyle anlamlarını kaybetmiş görünmektedir.

Dinin aslî metinleri ve kaynakları yanında, yapılan işlemin din ve ahlâk bakımından sakınca taşımadığını gösteren bir başka dayanak da, kanaatimizce, o işlemin toplum vicdanında doğurduğu akis olmalıdır. Yani söz konusu olay ya da işlemin mâşerî vicdanda aldığı not/onay düzeyi, onun din ve ahlâk açısından da oturduğu zemine ışık tutacaktır. Çünkü insan, fıtrat (Yüce Allah’ın buyurduğu biçimde dinin özüne sâdık kalma niteliği) üzere yaratılmış, ortak akıl sayesinde yanlış ve yalan üzerinde birleşmeleri zorlaştırılmış bir varlıktır. (Bkz. Rûm, 30; Buhârî, “Cenâiz”, 79) Böyle olunca insanlığın, hele Müslümanların genelinin olumlu yargısının oluştuğu bir konunun caiz ve meşru olduğu söylenebilir. Kaldı ki, ölmüş bir yakınının organları ile hayata dönenlerin akrabalarının ve sevenlerinin tarif edilemez mutluluğundan pay alan ve dolayısıyla acısı azalan insanların varlığı; nakil işlemlerinde neredeyse hep bu manzarayla karşılaşılması, olayın vicdan boyutunda çözüldüğünü göstermektedir.

Organ nakli konusunu bu ve benzeri veriler ışığında tartışan günümüz âlimleri ve fetva kurulları, geneli itibariyle fakat belli şartlar ve tedbirler çerçevesinde tedavi amaçlı nakil işlemlerine onay vermektedirler. Bu cümleden olarak ülkemizin dinî görüş açıklama yetkisini taşıyan en üst kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 03.03.1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı, Suudi Arabistan’da bulunan Büyük Âlimler Kurulu, 06.11.1982 tarih ve 99 sayılı kararı ile bazı şartlara uyularak ölüden diriye ve diriden diriye organ nakli ve bağışlamasının şer’an caiz olduğuna fetva vermişlerdir. İslâm Konferansı Örgütü’ne bağlı İslâm Fıkıh Akademisi de konuyu değişik açılardan ele almış ve 11.02.1988 tarih ve 4/1 sayılı kararı ile şu sonuçlara ulaşmıştır. (Kararlar ve Tavsiyeler 1985-1989 (İslâm Konferansı Teşkilâtı İslâm Fıkıh Akademisi), çev. B. Aybakan – H. Hacak, İstanbul 1995, s. 59-62)

1) Operasyondan beklenen yararın, doğuracağı zarardan üstün olduğundan emin olunması ve bunun kişiyi kaybettiği bir organa kavuşturmak, organın eski şekline dönmesini veya normal fonksiyonunu görmesini sağlamak yahut kişiye psikolojik veya fonksiyonel bir sıkıntı veren bir sakatlığı veya çirkinliği gidermek maksadıyla yapılması şartıyla insan vücudunun bir yerindeki organın, aynı insanın başka bir yerine nakli caizdir.
2) Dinen aranan şartların gerçekleşmiş ve bağışta bulunanın tam ehliyetli olması kaydıyla, kan ve deri gibi kendiliğinden yenilenen organın, bir insandan diğerine nakli caizdir.
3) Başkasının vücudundan hastalık sebebiyle ayrılmış organın bir parçasından yararlanmak caizdir. Bir şahsın hastalık sebebiyle gözünün çıkarılması sırasında korneasının alınması gibi.
4) Kalp gibi hayatın kendisine bağlı bulunduğu bir organın canlı bir insandan diğer birine nakli haramdır.
5) Canlı bir insandan, hayatın devamı kendisine bağlı bulunmasa bile her iki göz korneasının birlikte alınmasında olduğu gibi temel bir hayatî fonksiyonunu devre dışı bırakan organ nakli haramdır. Fakat nakil temel bir fonksiyonun bir parçasını devre dışı bırakıyorsa, bu, sekizinci maddede geleceği üzere, araştırma ve inceleme konusudur.
6) Ölüden canlı birine, hayatî önem taşıyan veya temel bir fonksiyonun selâmeti kendisine bağlı olan bir organın nakli, ölmeden önce ölenin veya ölümünden sonra vârislerinin izin vermiş olması şartıyla caizdir. Eğer kimliği meçhul ise veya vârisleri yoksa bu durumda da yetkili makamın muvafakat etmiş olması şarttır.
7) Unutulmamalıdır ki, açıklanan durumlarda organ naklinin ittifakla caiz görülmesi, organın satım konusu yapılmaması şartına bağlıdır. Çünkü insan organlarının satışa sunulması kesinlikle caiz değildir.”

Aynı Akademi, 1990 yılındaki altıncı dönem toplantılarının sonucunda şu ilâve hükümleri benimsemiştir. (Mecelletü Mecma’ı’l-Fıkhi’l-İslâmî, c. 3; sy: 6 (1990), s. 1739, 1791, 1975, 2161)
1) Başka bir insana nakletmek üzere ceninin organ ve dokularını almak caiz değildir. Fakat kendiliğinden düşmüş veya annenin hayatını kurtarmak gibi şer’î sebeplere bağlı olarak hukuken hayatı sonlandırılmış olan ceninin organları kullanılabilir.
2) Ceninin ölümüne sebep olacağından erken dönemlerde (on-onbirinci haftalarda) ceninden ilik ve doku almak haramdır. Fakat kendiliğinden düşmüş veya annenin hayatını kurtarmak gibi şer’î sebeplere bağlı olarak hukuken hayatı sonlandırılmış olan ceninin ilik ve dokuları alınabilir.
3) Beyni tam olarak oluşmadan doğmuş bebeğin ölümü kesinleşmedikçe organları alınamaz.
4) Eğer başarı şansı varsa ve diğer şer’î sakıncalar bertaraf edilmişse hayvan cenininden istifade mümkündür.
5) Nakledildiği kişide genetik şifreyi taşımaya devam ettiğinden erbezi ve yumurtalık gibi üreme bezlerinin nakli haramdır.
6) Ğalîz avret (vücut yüzeyindeki üreme organları) dışında genetik şifreyi taşımayan üreme sistemine dahil diğer organların nakli, ancak dinen-hukuken geçerli bir zaruret söz konusuysa ve daha önce açıklanan şer’î ölçü ve kurallar çerçevesinde meşrudur.

Sonuç
Buraya kadar sunulan gerek teorik çerçeve gerek alınan karar ve verilen fetvalar dikkate alındığında kanaatimizce şu yargının yanlış olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor:
Kök hücrelerden laboratuar şartlarında üretilen alternatif organ ve doku kullanımı da dahil olmak üzere bütün tedavi yolları tüketildikten sonra, bir şifa ümidi olarak organ nakli ihtimali alternatifsiz bir çare olarak belirmişse, organ nakli yapılabilecektir.
Bunun için öngörülen şartlar ve alınması gereken dinî, tıbbî, hukukî ve ahlâkî tedbirlerin alınması, tabiatıyla, üzerinde ayrıca konuşulmayacak kadar açık bir gerekliliktir.


“Kök hücrelerden
laboratuar şartlarında
üretilen alternatif organ ve doku kullanımı da
dahil olmak üzere bütün tedavi yolları tüketildikten sonra, bir şifa ümidi
olarak organ nakli ihtimali alternatifsiz bir çare
olarak belirmişse, organ nakli yapılabilecektir.
Bunun için öngörülen
şartlar ve alınması

gereken dinî, tıbbî, hukukî ve ahlâkî tedbirlerin alınması, tabiatıyla, üzerinde ayrıca konuşulmayacak
kadar açık bir gerekliliktir.”