Makale

Uzmanına Sorduk

Uzmanına Sorduk

F. Betül Yılmaz Eminsoy
Aile Danışmanı

Mahremiyet ve mahrem alan nedir? Bu kavramın değişim ve dönüşümünün ne gibi sonuçlarını gözlemliyoruz?

Mahremiyeti en yalın hâliyle “özelin gizliliği” olarak tanımlayabiliriz. Mahrem alanını da beden, mesken ve sırlar/kişisel bilgiler şeklinde üç ana başlık altında toplayabiliriz. Mahremiyet, bir başka yönüyle bizler için hem korunması gereken bir hak hem de çok önemli bir ihtiyaçtır. İnsan hayatına giren her yenilik gibi önce medya ve ardından sosyal medya uygulamaları beraberinde toplumsal anlamda büyük değişimleri, dönüşümleri getirmiştir. Mahremiyet kavramı da bu değişim ve dönüşümden payını almıştır.

Medya ve sosyal ağlar, benliğini yüceltmek amacıyla daha fazla görünür olma arzusunu, daha fazla beğeni ve onay almayı; paylaşarak var olmayı, paylaşacak üretimi olmayınca kendini, ailesini, hanesini yani mahremiyetini ortaya dökmeyi tetiklemiştir. Geleneksel ve sosyal medyanın yani “yeni medya” düzeninin yaygınlaşması, teknolojinin kolay ulaşılabilir olması şüphesiz ki bireylere yeni bir özgürleşme alanı açıyor ancak bir taraftan da kontrolden çıkmış bir gözetim alanını inşa ediyor. Başlangıçta çoğumuzun yadırgadığı, kabul etmediği, anı biriktirmekten teşhirciliğe kadar uzanan geniş bir yelpazedeki bu paylaşımlar şimdilerde onaylamasak dahi gözümüzün alıştığı bir durum hâline geldi. Bu anlamda teşhir eden olmak kadar teşhir edeni izleyen olmanın da düşündürücülüğüne dikkat çekmek isterim.

Mahremiyet algılarının değişmesinde medyanın rolünün fazla olduğunu görüyoruz. Medyanın kullanımı konusunda mahremiyet açısından nelere dikkat edilmeli?

Mahremiyet, ilişkilerde ve iletişimde kişilerin birbiriyle hem fiziksel hem bilişsel düzeyde hangi mesafede durabileceğinin, ne kadar yakınlaşabileceğinin sınırıdır. Bu yakınlığı, ölçüyü her yetişkin birey belirlemek ve korumakla sorumludur. Bugünün şartlarında hiçbir sosyal ağa üye olmasak, akıllı teknolojiler kullanmasak dahi herhangi bir yerde, herhangi bir durumda başka birinin kadrajına takılmamız durumunda mahremiyetimiz kolaylıkla ihlal edilebiliyor. Ebeveynin izni ya da rızası olmaksızın çocukların fotoğrafları okulları ya da kursları tarafından, her şeyden habersiz bir ihtiyarın sözüm ona komik ev hâli torunları tarafından kaydedilip yayınlanabiliyor. Sadece görsel malzeme değil mesele, insanların mahrem hikayeleri de ifşa edilebiliyor ve ciddi anlamda ilgi görüyor.

Bundan otuz yıl önce televizyonda ünlülerin evlerinin gösterildiği programlar, yine yıllar önce birbirini tanımayan insanların bir eve koyularak yirmi dört saatlerinin yayınlandığı programlar en fazla rating alan yapımlardı. Günümüzdeyse sosyal medyada en çok etkileşim alan hatta bu etkileşimi mali kazanca dönüştüren hesaplar da benzer şekilde evini, eşini, çocuğunu, yediğini, gezdiğini, giydiğini paylaşanlar. Ne kadar eleştirilseler de takipçi, beğeni ve yorum sayıları inanılmaz boyutta bu hesapların.

Yani bir tarafta özelin ifşası diğer tarafta ona gösterilen teveccüh bu döngüyü besleyip duruyor. Zaman içerisinde şekli ve yoğunluğu değişiyor fakat anlayış aynı aslında. Mahremiyet sınırlarımızı korumalı, başkalarına ait sınırlara saygı göstermeli ve fütursuzca açılmış sınırlardan da sorumsuzca girmemeliyiz. En temel ihtiyaçlarımızdan biri şüphesiz ki olduğumuz gibi kabul görmek, sevilmek, onaylanmak. Öyleyse sevgimizi, ilgimizi, beğenimizi; ailemize, dostlarımıza, komşularımıza cömertçe sunalım ki sanal tatmin ihtiyacımız bir nebze olsun sağalsın.

Yeni medyanın bilinçli kullanımı konusunda çocuklarımıza da rol model olmak zorundayız. Akıllı teknolojileri toptan görmezden gelmek, reddetmek ile esiri olmak arasındaki dengeyi çocuk öncelikle ebeveynlerinden öğrenecektir. Çocuğun mahremiyet algısının tamamına yakını ailesinden görüp modelledikleriyle oluşur.

Mahremiyetin korunması hususunu aile değerlerinin korunması açısından değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?

Mahremiyetin bir yönü gizlemek ise diğer yönü gizli olandan/olması gerekenden gözünü, kulağını sakınmaktır. Eskiden “Mahremiyeti olmayana hürmet de olmaz.” derlermiş; bu sözün hikmetini anlamaya çalışalım. Tüm hayatı gözler önünde olan, kendisi başkalarının özelinin ta içinde bulunan kimseleri düşünelim ve onlara duyulan saygıyı ölçmeye çalışalım. Öte yandan sevincimizi, öfkemizi, üzüntümüzü, coşkumuzu kendimiz sindirmeden başkalarıyla paylaşırsak hiçbir duygunun derinliğini yaşayamayız. Dilden kalbe inmemiş, yüzeysel, vitrinlik ifadelerde ruhumuzu kısa ve uçucu hazlara hapsetmiş oluruz.

Sınırların ortadan kalkmasıyla herkes herkesin yediğinden, içtiğinden, gördüğünden, hastalığından, borcundan, kavgasından, neşesinden haberdar. Arasında anlaşmazlık olan çiftlere bir bakıyoruz sosyal medya üzerinden eşine ya da eşinin akrabalarına gönderme yapıyor; imalı, iğneleyici paylaşımlarla had bildiriyor; sonunda akraba akrabanın yüzüne bakamaz hâle geliyor neredeyse. Cümle aleme duyurulan meselenin çözümü, affı da kolay olmuyor. Çiftler sosyal medya vitrinlerinde gördükleri dondurulmuş mutluluk tablolarını kendilerine uyarlamaya çalışmaktan kendi özgün modellerini oluşturamadan yaşayıp gidiyorlar.

Yeni medyanın takip ve beğenilme üzerine kurulu düzeni, insanın kendisini mutlu, değerli, önemli, saygın hissedip kişisel paylaşımını daha da artırmasını teşvik ederek mahremiyet alanını kendi eliyle küçültüyor. Beğenilme girdabına kapılan kişi en başta zamanı olmak üzere gerçeklikten uzak bir alem için geri alınamaz bedeller öderken hayatı ve gerçek ilişkileri elinden kayıp gidiyor.

Mahremiyet aynı zamanda kişisel verilerimizin dolaşımını, yayılımını denetleme hakkımızdır. Parmak izimizden retinamıza, fotoğraflarımızdan adreslerimize, banka hesap bilgilerimizden çocuklarımızın okul kayıtlarına kadar sayısız kişisel verimiz teknolojiyi yerinde ve doğru kullanamamak sebebiyle tehlike altında olabilir.

Mahremiyet algısının yeniden yapılandırılması şimdilerde her zamankinden daha önemli bir hâle gelmiştir. Normal şartlarda ulaşmayı hayal edemeyeceğimiz insanlara kolayca ulaşabiliyoruz. Dünyanın her yanından herhangi bir ünlüye ya da devlet adamına ulaşma şansımız oldukça yüksek. Günlerce sürecek evrak işlerini birkaç tık ile hâlledebiliyoruz. Sıraya girmeden randevu alıp bankaya gitmeden ödeme alıyor ya da gönderiyoruz. Ancak bu özgürlük aynı zamanda korunmasız bir alanı da beraberinde getiriyor. Teknolojinin kolaylıklarından faydalanırken riskleri de bilip doğru kullanımı öğrenmemiz gerekiyor. En başta dediğimiz gibi mahremiyet alanımızı akıllıca yapılandırmak ve o alanı titizlikle korumak hem hakkımız hem de görevimizdir.