Makale

GAYRETİNİZDİR ASIL DEĞERLİ OLAN

GAYRETİNİZDİR
ASIL DEĞERLİ OLAN
Selva YILMAZ ÖZELBAŞ
İstanbul Üsküdar Vaizi

“Eğer yolum düşmeseydi, eğer görmeseydim eksik kalırdım.”, diyebileceğim bir yurt köşesi Artvin. Dünyanın pek çok yerinde böyle güzel yerler elbette var. Zira yeryüzü Allah’ın ve hangi köşesi görülmeye değer değil ki? Lakin bu güzelliğin bizim oluşu güzel. Bu güzelliklerin bizde varlığını bilmek asıl mühim olan.

İki yıl önceydi. Gitmem için önüme Artvin sunulunca şaşırmadım desem yalan olur. Aklımın ucundan geçmezdi, ta ki görev çıkıncaya kadar. Nihayet vakit geldi ve bir türlü ısınmak bilmeyen İstanbul’dan sonra sanırım Artvin daha soğuktur düşüncesiyle yola koyuldum. Trabzon’da uçaktan inip Artvin’e doğru giderken merak içindeydim. Bir yanımız yemyeşil kara diğer yanımız masmavi denizdi. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra Artvin’in sahil ilçesi Arhavi’ye vardık. Dediklerine göre burası Artvin’in ve Karadeniz’in incisiydi ve bir sahilde kurulmuştu. Hava da son derece mutedildi, bizi sıcak karşılamıştı. İki saat içinde doğu ve batı mefhumum altüst olmuş, bütün ezberlerimi unutmuştum.

Bizi karşılayan güler yüzlü ve mahcup sevgili meslektaşımla tanışıp hoşbeşten sonra akşam namazını kılmak üzere yörenin eski ve merkezi bir camisine gittik. Camiye girerken ayakkabılarımızı elimize alıp içeri daldık fakat onları dışarıda bulunan ayakkabılığa koyabileceğimizi söylediler. İstemeyerek ve endişeyle ayakkabılarımızı sokaktaki ayakkabılığa bırakıp girdik. Çünkü bizim alıştığımız uygulama çok farklıydı. Dediler ki: “Burada ayakkabılar dışarıda durur ve kimse almaz.” Böylece bir ezberim daha bozulmuş oldu.

Sabah erkenden kalkıp pencereden derin bir nefes aldıktan sonra program öncesi zamanı değerlendirmek üzere dışarı çıktım. Hem görev vardı hem de merak; Artvin’in bu şirin ilçesinde görmek istediğim en mühim yer tarihî Çifte Kemer Köprüsü idi. Yarım saatlik bir yoldan sonra nihayet görme şerefine nail oldum. XVIII. yüzyılda Osmanlı döneminde yaptırılan, birbirini tamamlayan ve tam daire olma özelliği taşıyan taş köprüleri sanki ilk ben keşfediyor gibiydim. Bir tarafta tarih bir tarafta doğal güzellik ve bir tarafta da bu birbiriyle mezcolmuş iki güzelliğin hangisini temaşa edeceğini şaşıran ben vardım.

Böylece, o gün yapacağım konuşmadan önce bölgeyi biraz olsun tanıma fırsatı bulduğuma sevinmiştim doğrusu. Bir yöreyi çeşitli yönlerden tanıyor olmanın insanlarla iletişimde olumlu etkisi vardır. Ayrıca insanlar gerçekten de yaşadıkları yerleri dışarıdan gelenler kadar iyi görüp tanımayabiliyorlar. Maalesef insan tabiatı, sahip olduğundan çok olamadıklarına meyilli oluyor.

Artvin, fiziki coğrafi özellikleriyle hem hayran bırakan hem ürküten bir güzel. Bir uçtan diğerine bütün ilçelerini gezerken bol virajlı yollarda dağlar ve akarsular hep bizimleydi. Eşsiz güzellikte kanyonlar ve vadiler arasında pürdikkat gitmek gerekiyordu. Karşınıza ya bir baraj ya bir tünel mutlaka çıkacaktı. Türkiye’nin en çok tünelli ili Artvin olsa gerek. Artvin merkezden Yusufeli’ne 47 tünel olduğu söylendi. Borçka’da evine misafir olduğumuz görevli arkadaşım pencereyi açtığında gördüğüm manzara muhteşemdi. Zira Çoruh nehri gürül gürül akıyordu. O an, Kur’an’da “altlarından ırmaklar akan cennetler” olarak ifade edilen ayetlerin açıklamasıyla karşı karşıya gelmiştim âdeta. Çoruh Nehri, Mescid Dağı’nın batı yüzünden doğuyor, Bayburt ve İspir’den geçip, bir yay çizerek Yusufeli’nin Yokuşlu köyünden Artvin’e doğru akıyordu. Borçka’nın içinden geçtikten sonra da Batum’da Karadeniz’e dökülüyordu. Dünyanın en hızlı akan ve derin nehirlerinden biri olan Çoruh Nehri ise görülmeye değerdi.

Artvin göllerine gelince, mutlaka görmek lazım; günün her saatinde, kurbağaların musikisine eşlik eden farklı ışık huzmelerinin âdeta göl üzerindeki raksını seyretmek için kıyıda gün boyu oturmak gerekirse de cenneti görme süremizin kısıtlı oluşu buna izin vermiyordu. Bu güzelliklerle de selamlaşarak yolumuza devam ettik.

Allah’ın bu ülke insanına bahşettiği maddi varlık ve güzellik manevi değerlerle daha kıymetli hâle gelip işlenmiş maden hâlini alıveriyor âdeta. Bakır yataklarıyla ünlü Artvin’in ilçelerinden Murgul’da Molla Hamit Cana türbesine giderken uğradığımız şehitlik bunlardan biri. 1914-1918 Cihan Harbi’nde düşmana karşı vatan müdafaasında canlarını feda eden aziz şehitlerimiz mor dağların tepesinde, “Onlar ölü değil diridirler.” kelamınca hâlâ vatan beklemeye devam ediyorlar.

Nihayet Artvin’in manevi mimarı Molla Hamit Cana’yı da ziyaret ettik. Hamit Cana, 1460’lı yıllarda Çinkathev’in (Murgul) Gogliyet (Başköy) köyünde yaşayan, kilise papazının oğludur. 9-10 yaşlarındayken Osmanlı askerleri tarafından devşirme olarak alınıp İstanbul’a Enderun Mektebine götürülür. Zeki bir öğrenci olan Hamit, önce hıfzını tamamlayarak hafız olur. Daha sonra Molla unvanı ile Enderun Mektebinde müderris olarak hizmet eder.

Gittiğimiz bütün ilçelerde hanımlarla buluştuk, tanıştık, sohbet ettik. Gittiğimiz her yerde bir bilge değerinde insanla karşılaşıyorduk. Can kulağıyla anlattıklarımızı dinleyen bir teyze, “Evladım ben yaşlı biriyim çok önemli hastalıklar geçirdim, çocuklarımı da büyüttüm ama böyle meclislerden ve okumaktan hiç vazgeçmedim, söylediğiniz her şeyi de not ettim mutlaka gittiğim yerlerde anlatacağım.” dediğinde orada olmamızın önemini daha çok hissettim. Bu hizmetler daha da artmalı diye düşündüm. En anlamlı buluşmalarımız da gençlerle oldu. Onların yüreklenmeye, güven duymaya, sevgiye ve doğru bilgilenmeye herkesten daha çok ihtiyaçları vardı.

Hasılı yaşadığınız yerler çok değerli olabilir. Yeraltı yer üstü maddi zenginliğiniz de olabilir. Bunlar çok önemli ama daha da önemlisi, bulunduğunuz yerdeki kıymetinizi, size olan ihtiyacı bilmenizdir. Bulunduğunuz yerdeki hizmetinizdir asıl değerli olan ve o mekânı şerefli kılan. Kendi değerini idrak eden, sahip olduklarının değerini de bilir.