Makale

YOLU GÖSTERİP HEDEFE ULAŞTIRAN EL-HÂDÎ

YOLU GÖSTERİP HEDEFE ULAŞTIRAN
EL-HÂDÎ
Fatma BAYRAM
İstanbul Üsküdar Başvaizi

Hidayet kavramını genelde dinî anlamda kullanırız. Oysa Rabbimizin kullarına her anlamda yol göstermesini ifade eden bu isim çok geniş kapsamlıdır. Mesela içgüdü dediğimiz şey haddizatında bir hidayettir. Gazali bu nevi hidayete yeni doğan yavrunun memeyi tutması, civcivlerin çıkar çıkmaz daneleri toplamaya başlaması, arıların yuvalarını yapması vb. gibi her canlının hayatını sürdürecek bilgilerin ona ilham edilişini örnek verir. Aciz ve zayıf bir canlı olarak dünyaya gelen insanoğluna yönelik ilahi lütuf ve rehberliğin boyutlarını anlatmak için Taha suresi 50. ayete bakmak yeter: “Rabbimiz her şeye yaratılış özelliğini vermiş, sonra da ona yol göstermiştir.”

Rabbimiz bize akıl ve muhakeme yeteneği vererek bu dünyadaki hayatımızı sürdürebilecek yolları gösterdiği gibi ebedî mutluluğa ulaştıracak manevi yolları da göstermiş; o yollara girip girmemeyi tamamen bize bırakmakla beraber bizi kendi hâlimize terk etmemiş, doğruyu arayana her daim rehberlik etmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır’a göre herkes için eşit olmasa da ömründe en az bir defa hidayeti tercih etmeye bir imkân bahşedilmiştir. Bu dönemde iradelerini güzel bir şekilde kullanıp Hakk’a teslim olmayanlar için dalalet artık cebrî bir tabiat hâline gelir. Netice olarak hidayeti talep eden hidayet, dalaleti arayan da dalalet bulur.

Ragıb el-İsfehani Rabbimizin Hâdî ismini açıklarken bu rehberliğin lütuf ve ikram yolu ile olduğuna işaret eder. Buradan anlıyoruz ki Yüce Rabbimiz kendi yoluna, zor ve güç kullanılarak, burnumuz sürtülerek değil efendice, kendi özgür irademizle girmemizi istiyor. Bu nedenle de bize yolunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Yol göstermek de değişik şekillerde gerçekleşebilir. Yolu sadece göstermek ve tarif etmeye irşat (rehberlik); yola götürüp amacına ulaştırıncaya kadar bırakmamaya da tevfik (başarı) denir. Hangi düzeyde olursa olsun hepsi hidayettir. Hidayetin zıddı dalalettir. Dalalet, doğru yoldan sapmak demektir. Hidayetin neticesi iman, dalâletin neticesi imansızlık ve küfürdür.

Kur’an’da Hâdî

Hidayet kavramı birçok ayette fiil sigalarıyla Allah’a nispet edilmiştir. Hâdî ismi, geçtiği on ayetin ikisinde Allah’a, ikisinde Hz. Peygamber’e izafe edilmiş, (Rad, 13/7; Şura, 42/52.) diğer yerlerde ise belli bir merci zikredilmemiştir. Hâdî’nin Allah’a izafe edildiği ayetlerin birinde O’nun iman edenleri dosdoğru bir yola yönelteceği ifade edilmiş, (Hac, 22/54.) diğerinde de hidayet edici olarak O’nun kâfi geleceği belirtilmiştir. (Furkan, 25/31.) Özellikle sure başlarında gelen sayısız ayet ise Kur’an’ı “hüden” sıfatı ile niteleyerek Allah kelamının bizzat hidayetin kendisi olduğunu söyler. (Bakara, 2/2; Yunus, 10/57; İbrahim, 14/1; Neml, 27/2.)

“Hidayete ermek, hak ve doğru olanı benimsemek” manalarına gelen ihtida kelimesi de Kur’an’da altmış yerde geçer. Bu ayetlerin muhtevasından anlaşılacağı üzere hidayetin benimsenmesine vesile olan amillerin başında kişinin iradesi ve kararlılığı gelmektedir. (Nisa, 4/175; Meryem, 19/76; Ankebut, 29/69; Tegabün, 64/11.) Ayetler, hidayetin zıddı olan dalalete düşmenin sebeplerine de işaret etmekte ve bunlar arasında ilahi lütuftan mahrum kalma, şahsi tutum, ataların dinine ve geleneklere körü körüne bağlılık, gaflet, nifak, şeytanın tahrikleri ve Allah’a kavuşma günü olan ahireti düşünmeme faktörlerine dikkat çekilmektedir. (İsra, 17/94; Kasas, 28/50; Zümer, 39/3.)

Ragıb el-İsfehani Kur’an terminolojisinde yer alan hidayeti dört gruba ayırarak ele alır:

a) Allah’ın her mükellefe verdiği akıl, zekâ ve zaruri bilgiler (A’la, 87/2-3; Taha, 20/50.)

b) Peygamberler ve kitaplar yoluyla hak yoluna çağırması (Enbiya, 21/73.)

c) Çağrısını benimseyene lütfettiği tevfik (Bakara, 2/213; Muhammed, 47/17.)

d) Ahirette sadık kullarını cennete koyması (Araf, 7/43.)

Bu hidayet türleri yukarıdaki tertibe göre birbirine bağlı olup önceki hidayet sonrakinin şartı, sonraki ise öncekinin bir neticesidir. Dördüncüyü elde eden ilk üçünü de elde etmiştir. İnsana nispet edilen hidayet, sadece ikinci merhalede yer alan çağrıda bulunmak ve tanıtmaktan ibaret olup hiç kimsenin diğer hidayet türlerini meydana getirmeye gücü yetmez. İnsan bir başkasını hidayete sevk edemez, ancak davet edip yollarını gösterebilir. (Bakara, 2/272; Enam, 6/35; Nahl, 16/37; Kasas, 28/56.)

Hâdî isminin insanın tekâmülü sürecindeki tezahürleri

İbn Kayyim’e göre hidayete ermenin gerçekleşmesi için biri Allah’a diğeri kula ait olan iki fiil gereklidir. Kulun, iradesini Allah’ın gösterdiği yola yönelmek için kullanması Allah’ın hidayetini celbettiği gibi kulun ilahi emirlere uymaya devam etmesi yeni hidayetleri çeker ve Allah da böyle kimselere her konuda çıkış yolunu gösterir.

Konevi’nin deyişi ile bu isim tecelli ettiğinde kalpler marifete, nefisler itaate, Allah’ın sevdikleri O’nun rızasına, âlimler hakikati müşahedeye yönlendirilmiş olur. Ona göre Hâdî ismi tam tecelli ettiğinde peygamberlerin rehberliği gönül hoşnutluğu içinde benimsenir, Hakk’ın yolunu anlama ve açıklama nazari aklın gayretiyle olmaktan çıkar kalbin keşfiyle olur.

Kendisine, insanların önüne düşme rolü takdir edilmiş olanlar Hâdî ismine mazhar olduklarında insanları güzel hedefler etrafında toplamaya muvaffak olurlar. Bu isimle ahlaklanmış kişiler çevreleri için bir kurtuluş vesilesidirler. Bulundukları toplum içinde âdeta Allah’a giden yolu gösteren bir işaret tabelası gibidirler. Hâdî isminin tecelli ettiği kişinin vesilesiyle bir insanın Allah’ın yoluna girmesi durumunda Efendimiz bunun büyük bir servete nail olmaktan daha kıymetli olacağını müjdelemiştir. (Müslim, İlim, 16; Ebu Davud, İlim, 10.)

Nefsinin kışkırtmalarını ve şeytanın vesveselerini kendine rehber edinen bu ismin tecellisinden giderek uzaklaşır. Bu nedenle hidayete ermek için gayret gerektiği gibi hidayette kalmak için de o nispette çaba gerekir. Hidayet bir kez geldi mi ömür boyu kalması garanti değildir. Bu tehlike karşısında en büyük yardımcımız da hiçbir zaman eksik olmamasını dilediğimiz hakkı ve sabrı hatırlatan dostlardır.