Makale

Aman Dikkat Virüs Var!

Aman Dikkat Virüs Var!

Zeynep Demir

Okulumuza yeni atanan müdür yardımcısı ile tanıştım geçen hafta. Eşi Nevin Hanım da kardeşimle aynı okulda görev yapıyormuş. Felsefe grubu öğretmeni demişti yanlış hatırlamıyorsam. Geçen sene doğum iznindeymiş, bu dönem o da başlamış göreve. Sevimli tatlı bir kadıncağızmış. Ama mesafeliymiş herkese. Pandemidendir dedim kardeşime, insanlar korkuyor sonuçta. Yok, ablacığım, dedi. Hepimiz dikkat ediyoruz zaten, sosyal mesafeydi, maskeydi, dezenfektandı… Nevin Hanım biraz farklı. Misal zümre toplantısı yapılacak ya en uçta oturmayı tercih ediyor ya da pencere kenarına çekiyor sandalyesini. Herkesten uzak duruyor. Oturacağı yeri siliyor önce, es kaza bir şeye dokunacak olsa her yanı kolonya ile yıkıyor âdeta. Bir evrak imzalanacak diyelim ki kâğıda dokunmamak için kırk takla atıyor, kimsenin elinden bir şey almıyor. Tamam, virüs var, artık hiçbir şey eskisi gibi değil, hepimiz azami ölçüde kendimizi korumaya çalışacağız ama Nevin Hanım’ın hâlini gören şaşırıp kalıyor. Sanki hepimiz hastayız da ona her dakika mikrop taşıyormuşuz gibi davranıyor.

Kardeşimi dinlerken biraz şaşırmış, açıkçası Nevin Öğretmen’i de pek merak etmiştim. Tesadüfe bakın ki şimdi eşi ile aynı okulda görev yapacaktım. Seminer döneminde bismillah dedik hep birlikte, yeni dönem için hazırlıklara başladık. Müdür yardımcımıza hem hoş geldiniz demek hem de matematik zümresi olarak ders planlarımızı konuşmak için odasına gittik. Bizi ayakta karşıladı, içeriye buyur edemeyeceğini, odasının küçük olduğunu, istersek toplantı odasında görüşebileceğini söyledi. Allah için kibar bir beyefendi, bütün bu tavrın altındaki mahcubiyeti de görebildik fakat arkadaşlardan bazıları bu içeriye buyur edilmeme meselesinden epeyce rahatsız oldu. Homurdanmalar başladı. Müdür yardımcımızın aslında haklı olduğunu sakince dile getirdim. Yapmayın arkadaşlar dedim, adam kendi kadar bizi de düşünüyor, amacı sadece kendini değil bizi de korumak, toplantı salonu hem daha geniş hem daha havadar, buyurun geçelim oraya, müdür yardımcımız da birazdan gelir. Asıl olay ertesi gün patlak verdi. Bizim okul, yokuşun başında bir yerde. Mesai bitiminde otobüse dolmuşa binmek için o yokuşu inmeniz, sabahları da bir güzel tırmanmanız gerekiyor. Tarih öğretmenimiz Tahir Sami Bey ile yeni müdür yardımcımız aynı mahallede oturuyorlarmış. İş çıkışı Tahir Sami Bey, evlerimiz yakın madem beni de bırakabilir misiniz, demiş usulünce. Size zahmet olmazsa diye eklemiş tabii. Müdür yardımcımız da ıkına sıkıla kendisini götüremeyeceğini, kimseyle yakın temasta bulunmaması gerektiğini, eşinin bu süreçte çok hassas olduğunu, bilhassa küçük kızları için endişelendiğini söylemiş.

Tabii bizim bu konuşmadan ertesi gün Tahir Sami Bey asık suratla işe geldiğinde haberimiz oldu. Bu çift belli ki çok dikkatli dedim hastalık konusunda. Aslında çoğu davranışları bizim de uymamız gereken şeyler. Ama yine de garipsedik doğrusu.

Bir Musibet Bin Nasihatten Yeğdir

Evliliğimizin ilk yılları bebek özlemiyle geçti. Eşim de ben de bir evlat sahibi olmak için yanıp tutuşuyorduk. Fakat bir türlü o müjdeli haber gelmiyordu. Yıllar geçtikçe ümidimiz de tükenmeye başladı. Derken altıncı yılımızda tedaviler sonuç verdi ve o güzel haberi aldık. İkimiz de öğretmendik. Farklı okullarda görev yapıyorduk. Fakat çok şükür bu küçük Anadolu şehrinde her şey ayağımızın altındaydı.

Hamileliğimin 5. ayında bu tatlı rüya kâbusa döndü. Doktorun söylediğine göre erken doğum riski vardı. Kızım için nasıl endişelendim, korktum anlatamam. Rabbime, onu sağ salim kucağıma alabilmek için dualar ettim. İlaçlar, iğneler, serumlar… Son bir ayı hastanede geçirdim. Bebeğimiz altıncı ayına girdiğinde doktor artık doğumu durduramayacağını bana verdiği ilaçlarda riskli dozlara yaklaştıklarını söyledi. Benim kendimi düşünecek hâlim mi vardı, bebeğim deyip ağlıyordum. O hafta doğum gerçekleşti. Zavallı yavrum. Dünyaya gözlerini sadece 900 gr ve 38 cm bir bebek olarak açtı. Aylarca kuvözde kaldı. Organları yeterince gelişmemişti. Ciğerleri henüz gelişimini tamamlamıştı, kendi başına nefes alabilecek güçte değildi. Sürekli olarak oksijen desteği alıyordu. Onu bir camekânın ardında ağzında, burnunda hortumlarla görmek içimi yakıyordu. Yutma yetisi olmadığından bir hortum midesine kadar uzanıyor, hemşireler sütümü şırınga yardımıyla damla damla ona içiriyordu. Bütün bu süreci elimden hiçbir şey gelemeden izledim. İki kiloya ulaştığında bizi anne bebek odasına yerleştireceklerini ve hemşirelerin gözetiminde birkaç hafta bebeğimle hastanede kalabileceğimi söylediler, sevinçten havalara uçtum. Daha sonra evimize bir oksijen makinası aldık. Taburcu olduğumuz gün bizim bayramımızdı. Artık evimizdeydik. Eşimle nöbetleşe uyuyorduk, sürekli olarak bebeğimizin nefes alışlarını kontrol etmemiz gerekiyordu ama yine de mutluyduk çünkü bir aradaydık.

İşler tam yoluna girdi derken pandemi patlak verdi. Allah var, kızım hasta olacak diye çok korktum. Çocuk doktorumuz da bizim daha fazla dikkat etmemizi, prematüre bebeklerin iki yaşa kadar akciğer gelişimi açısından risk altında olduğunu söyledi. Eşim de ben de göreve başlamıştık. Bütün kurallara uyuyorduk. Eşime sürekli olarak bu süreçte kimse ile yakınlaşmamasını, sosyal mesafeye azami dikkat etmesini söylüyordum. Bazen abarttığımı düşünüyordu. Sadece o da değil. İş arkadaşlarımın da bana kimi zaman yadırgayan gözlerle baktığını biliyorum. Fakat kızımı tekrar bir camekânın ardında oksijen makinasıyla görmeye nasıl dayanırım.