Makale

Keşfetmenin Sevinci

Keşfetmenin Sevinci

Büşra Küçüksucu

Anadolu’nun sıcak, kuru yaz günlerinden biriydi. Itır, yaklaşan sınav günlerinin gerginliğiyle evde nefes alamaz olmuş, gökyüzünün mavisine perde arkasından bakmayalı günler geçmişti. “Sahi,” dedi kendi kendine, “bir haftadır sadece ders çalışıyorum.” Güneş perdeyi aşıp yüzüne kondu. Baharın doğum heyecanını kalbinde hissetti. Dışarı çıkmak, kuşların cıvıltısını duymak, rengârenk çiçekleri görmek, kâinatın şifa veren ruhuyla bütünleşmek için davet almıştı. Masasından kalktı. Geçmişi, geleceği düşünmeden, ne yapacağını planlamadan, sınavlarla dolu olan haftasına kafa yormadan sadece anı yaşamak niyetiyle bahçenin büyük demir siyah kapısını açtı. Sokağın sağa kıvrılan ayrımından yumuşak adımlarla yürümeye başladı. Bir insan boyu kadar taş ile örülü duvarların önünden ağır ağır ilerlerken bahçesinden çocuk sesleri gelen evlerin saadetini gözünde canlandırıyordu. Mahremiyetin sınırını belirleyen duvar hayal gücünün meyvelerini zihnine sunuyor, duyduğu seslerden çeşitli insan tabloları oluşturuyordu. Bazen de bu saadetli tabloların arasında yüzü öfkeden buruşmuş bir gazete kâğıdına dönen babasının yüzü geliyor, kalbi daralıyordu. Duyduğu çocuk kahkahalarıyla, gün yapan kadınların çay bardağı şıkırtılarıyla yeniden gönlü şenleniyor, bahar yürüyüşüne devam ediyordu. “Bunca insan… Bunca his… Bunca hayat…” Dışarıda duyduğu sesler onu başka başka âlemlere konuk ederken aynı zamanda her biri içinde kendinden bir yer buluyordu. Kapısı ardına kadar açık bir avlunun önünde durdu. Ellili yaşlarında bir hanım, merdivende oturmuş tespih çekiyordu. İstemsizce içeriye doğru adım attı. Itır, bugüne kadar izinsiz arkadaşınızın silgisini bile kullanmamışken şimdi yaptığı şeyde neydi böyle? Kendine geldiğinde avludaki beton zeminin ortasındaydı. Tam geri dönecekti ki merdivende oturan hanım seslendi:

- Gel evladım, gel bakalım. Yorgun görünüyorsun. Dinlen şöyle…

Itır’ın reddetmesine fırsat kalmadan hanım devam etti:

-Sen şu aşağı sokaktaki iki katlı evde oturmuyor musun?

Itır, evet derken teyze yanındaki pembemsi leğenin içindeki kareli sofra bezini açtı:

-Bugün şivlilik günü sıcak sıcak pişi yaptım nasibin varmış.

-Şivlilik de nedir? diye sordu Itır. Aslında hiçbir şey sormadan bu konuşmayı bitirip hızlıca bu avludan çıkmak istiyordu ancak ilk defa duyduğu bu garip kelime dikkatini çekmişti.

-Recep ayının ilk perşembesini cumaya bağlayan gece ve Regaip Kandili sabahı bizim buralarda kutlanır. Çocuklar kapı kapı dolaşıp şeker, çikolata toplar. Biz de pişi yapıp komşulara dağıtırız. Sen bekle burada içeride bir de soğuk ayran vardı. Yanına getireyim, diyerek zor taşıdığı bedenini merdivenlerin üst basamağına tutunarak kaldırdı.

Itır, teyzenin karşı koyamadığı otoritesi, uzun yıllardır tanışıyormuş hissi veren samimiyeti, ses tınısındaki hayatın sırlarını çözmüş bilge edasından dolayı şaşkındı. Teyze elinde bakır ayran bardağıyla geri geldiğinde genç kız gitmeye hazırlanmıştı. Çekinerek:

-Ben pişiyi yanıma alsam olur mu? Eve gidip ders çalışmalıyım.

Teyze elindeki bardağı Itır’a uzatarak:

-Sen hiç dalında yeni bitmiş taze çilek kokladın mı? Gel benimle, diyerek beton zeminden arka bahçeye doğru uzanan toprak patikadan yürümeye başladı. Küçük alana yayılan pembe çileklerin görüntüsü bile Itır’ın içine bahar getirmeye yetti.

-Hadi bakalım kopar da bak tadına, dedi teyze. Itır nemli toprağın üzerinde çömelirken teyze konuşmaya devam etti:

-Kimi insanlar toprak gibidir, sana meyve, yeşillik, ağaç verir. Derdini bırakırsın üzerine toprak gibi içine çeker. İçin sıkılsa, olumsuzluklar bedenini kaplasa toprağın derdi kasaveti çektiği gibi temas ettiğin anda üzerinden alır. Toprak gibi sabırlıdır. Üzerine bassan da susuz bıraksan da ah demez, yarı yolda bırakmaz seni. Kendi olana bin katar, sana geri verir. Sessizdir toprak gibi, utangaçtır… Hayata mahcup bir duruşu vardır. Ancak sabrını çok zorlar, üzerine gider, yükleniyor nasılsa diye yükü onun omuzlarına bindirirsen belki seneler sonra, beklemediğin bir anda erozyon gibi öfkesini boşaltabilir.

Teyze, Itır’ın dikkatini tamamen üzerinde toplamıştı. Çilekleri unutan Itır, takayyütle dinliyordu. Teyze güneşin altında alnında oluşan terleri cebinden çıkardığı işlemeli mendille sildikten sonra devam etti:

-Kimileri de su gibidir, dedi domateslerin arasından inceden sızan suyu göstererek. Hayatları boyunca su gibi kusursuz olmayı arzularlar. Su nasıl kayaların arasından engellere takılmadan akıp gidiyor, hedefine ulaşıyorsa onlar da kendileri için doğru olan yolda su gibi dosdoğru ilerlerler. Su gibi temiz ve durudurlar. Su nasıl hayatın membası ise onlar da kâinatın ruhu ve kalbidir. Ahenkle konuşur, intizamla yürür, derin düşünürler.

Itır heyecanla:

-Ben hangisiyim acaba? diye sordu. Teyze:

-Dur bakalım daha devamı var. Kimileri de ateş gibidir, dedi elini başının üzerine gölgelik yapıp güneşe bakarken. Yaşamdaki en büyük amaçları başarılı olmak, her yerde kendilerini göstermektir. Ateş gibi dayanıklı, azimli ve hırslıdırlar.

Güneşin kâinata liderlik yaptığı yol gösterdiği gibi onlar da diğerlerine liderlik yaparlar. Ateş gibi hızlı karar alırlar, onun gibi hızlı hareket ederler. İçleri dışları birdir. Bazen sözlerinden incinirsin; ateş gibi bağrına kor düşürürler ancak öfkelerini olduğu yerde atar, içlerinde kin tutmazlar. Öfkeleri de ateş gibi çabuk parlar, çabuk sönerler.

Itır sürekli düşünüyor, yüz ifadelerinden hayatındaki insanların hangi gruptan olduğunu
düşündüğü belli oluyordu. Sonra sordu:

-Sudan, topraktan, ateşten bahsettik hava gibi olan insanlar yok mu?

Teyze tombik yanaklarında gamzeler çıkarak güldü:

-Olmaz mı hiç, derken derin bir nefes aldı. Bu insanlar havanın nereye giderse onun şeklini aldığı gibi girdiği ortama göre şekil alırlar. Nasıl nefes alırken hava bizi rahatlatıyorsa onlar da girdikleri ortamı şenlendirir, güldürür, eğlendirirler. Tasasızdırlar, hareketlidirler. Her an neşelidirler. Hava nasıl çiçeklerle, baharla, ağaçla, insanla bütünleşiyorsa onlar da insanla bütünleşirler. Yalnızlıktan hiç hoşlanmazlar. Her an muhabbet olsun isterler. Havanın estiği zaman etrafı dağıtması yaprakları oradan oraya götürmesi gibi bu tarz insanlar da biraz dağınıktırlar.

Itır, teyzeyi onaylayarak başını salladı.

-Peki, bunların hepsi ya da birkaçı aynı anda olamaz mı?

-Aslında her birinden tüm insanlarda biraz biraz vardır, biri hepsinden belirgindir. Baskın olan ise karakterini belirler. Gel hadi pişiler soğudu, karnımız da acıktı. Şuradan da birkaç domates salatalık koparalım.

Itır gülümseyerek bilge Anadolu kadınını izledi. Tam ihtiyaç duyduğu anda konuk olduğu bu ev, gönlünden büyük bir yük almış, yerine tatlı bir rayiha bırakmıştı. Teyze bahçedeki taş çeşmede sebzeleri yıkarken Itır sordu:

-Peki, karakterimizi belirleyen nedir? Ne zaman şekillenir?

Teyze hemen sağ tarafındaki büyük bir alanı kaplayan elma bahçesini gösterdi:

-Bak, elma çekirdeği tektir. Ancak toprağına, aldığı güneşe, suya göre ekşisi de tatlısı da kırmızısı da beyazı da yeşili de olur. Bunun gibi, karakterlerin de çekirdekleri tektir ancak yetiştiği topluma, aldığı eğitime, gördüğü değerlere göre çeşit çeşit insan olurlar. Ne zaman belli olura gelince… Yaradan, insan daha doğmadan anne karnında belirler bunu. Mesela ateş grubundan bebekler, çocuklar görmüşsündür. Her şeyi kendisi yapmak isteyen, emir veren, gururlu…

Itır başını sallayarak onayladı teyzeyi.

-Benim de çocukluğumda çok düzenli olduğumu söylerler. Oyuncaklarımı bile düzen intizam içinde koyarmışım. Çevremde olup biteni sessizce izlermişim. Sanırım ben de hangi gruptan olduğumu anladım, dedi keşfetmenin sevinciyle.

O gün güneşin altında içtiği buz gibi ayranın, eli kadar büyük pişinin lezzetini hiçbir an unutmadı. En çok da bu keyifli sohbetin tadını… Yaz tatiline değin ne kadar yoğun ders programı da olsa gün aşırı teyzeye giderek nasiplendi. Kimi zaman teyze, Itır’ın arkadaşlarını da davet ederek “batırık” adını verdiği kısır çeşidini yaptı onlara, kimi zaman yuvarlak eski fırınında sade kek… Onlara yurt dışında çalışan kızının hasretinden bahsederken bir öğrenci evi dolusu kız evlat kazandı.