Makale

TOPLUMSAL İYİLİK HÂLİNİN TEMİNATI: SOSYAL DESTEK SİSTEMİ

TOPLUMSAL İYİLİK HÂLİNİN TEMİNATI:
SOSYAL DESTEK SİSTEMİ

F. Betül Yılmaz Eminsoy
Aile Danışmanı

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), sevgide, acımada ve birbirimizi koruyup kollamada bir vücuda benzetiyor bizi. Nasıl ki hastalık vücudun neresine isabet ederse etsin diğer uzuvlar bundan zarar görüyorsa toplumun bir kesiminde meydana gelen sıkıntı da her birimize tesir ediyor. Öyleyse akraba ve diğer yakınlarımızı ziyaret etmek, arayıp sormak, gönüllerini almak, ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılarını gidermek bir tercih meselesi değil yaratılış düzeninin gereğidir bizim için. İslam dini bize, yakın çevremizden başlayarak sosyal ilişkilerimizi güçlü ve canlı tutmayı emrediyor.

Emrolunduğumuz bağlantıda kalma hâli ve bu hâlin getirdiği sorumluluk, sosyal destek sisteminin önemine işaret ediyor.

Sosyal Destek Nedir?

Sosyal destek kavramı kısaca, ihtiyaç hâlinde bireye duygusal, fiziksel, maddi, bilişsel yardım sağlayan ve insan hayatında çok önemli bir yere sahip olan tüm kişiler arası ilişkiler diye tanımlanabilir. Sosyal destek, zor zamanların hafifleticisi iken mutluluğun tamamlayıcısı ve çoğaltıcısı olarak çıkar karşımıza.

Hastalık, salgın, afet, ölüm, boşanma, borç, iflas gibi zor yaşam olaylarında beden ve ruh sağlığımızı koruyabilmek, düştüğümüz yerden kalkabilmek için bazen maddi bazen manevi desteğe ihtiyaç duyarız. Bu desteğe erişebilmemiz ölçüsünde depresyon, ümitsizlik, stres ve psikolojik rahatsızlıklarda azalma, benlik saygısı, güven, uyumluluk, sağlık ve toplum yanlısı davranışlarda artma olduğuna dair araştırmalar bulunmakta.

Farabi, İdeal Devlet eserinde insanın insana nasıl muhtaç olduğunu şöyle anlatır:

“İnsanların kendileriyle hakiki anlamda mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirlerine yardım etmeyi amaçladıkları bir şehir, erdemli, mükemmel bir şehirdir; insanları mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım eden toplum, erdemli, mükemmel bir toplumdur. Bütün şehirleri kendileriyle mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirlerine yardım ettikleri bir millet, erdemli, mükemmel bir millettir. Aynı şekilde erdemli, mükemmel, evrensel devlet de ancak içinde bulundurduğu bütün milletler mutluluğa erişmek için birbirlerine yardım ettikleri zaman ortaya çıkar.”

Sosyal Destek Ne Değildir?

Sosyal destek, tek taraflı bir kahramanlık, kurtarıcılık sistemi değildir, işteşlik gerektirir. Bir başka deyişle toplumda aynı anda hem destek alan hem de destek veren konumda olmamız gerekir. Sadece destek almak suretiyle iyilik hâline kavuşmak mümkün değil, destek vermenin mutluluğunu, huzurunu da yaşamalıyız.

Sosyal destek, sadece zor günlerimizde, kriz durumlarında, hastalıkta, yoklukta ihtiyaç duyduğumuz bir sistem de değildir. Bir okuldan mezun olurken, bir işe girerken, bir başarıya imza atarken, evlenirken, anne baba olurken, bir dertten, hastalıktan feraha çıktığımızda ve tüm güzel günlerimizde yakınlarımızın varlığını yanımızda hissetmek isteriz.

Doğumumuz, ölümümüz ve ikisi arasında yaşadığımız ömrümüz hep diğer insanlarla bağlantılı. Dünyada var oluşumuzun her aşaması ya birileri “sayesinde” ya birileri “yüzünden” ya da birileri “yardımıyla”. Hayata bir anne babanın evladı olarak geliyoruz, hâlihazırda pek çok ilişkinin bir parçası olarak buluyoruz kendimizi. Ömrümüz boyunca bağlantıda kalsak da kopsak da sayısız insana temas ediyor kişisel hikâyemiz. Birbirimize bazen varlığımız bazen yokluğumuz ile tesir ediyoruz. Birbirine eklenen bağlarla aile oluyoruz ve birbirimize eklene eklene toplumu oluşturuyoruz.

Aile kurumunun kendisi de aileyi oluşturan üyeler de toplumun tüm ögeleri ile etkileşim içinde. Yani aile hem çevresine göre şekilleniyor hem çevresini şekillendiriyor. Bu sebeple ailenin iyiliği toplumsal iyiliği, toplumsal iyilik de ailenin iyiliğini tesis ediyor. Toplumsal iyilik hâli, toplumu oluşturan bireylerin fiziksel, duygusal, sosyal, zihinsel, ruhsal, ekonomik olarak dengede bulunmaları ile meydana geliyor diyebiliriz. İşte tam burada kendimiz ve çevremizden beklentilerimiz ile kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir düşünelim.

İnsan; insandan, eşinden, ailesinden, komşusundan, yakın çevresinden, toplumdan ne bekliyor?

Sevmek, sevilmek.

Aranmak, özlenmek.

Anlatmak, anlaşılmak.

Derdini ve sevincini paylaşmak.

Güvenmek, güvenilmek.

Değer görmek, biricik olmak.

Görülmek, duyulmak.

Hata yaptığında hoş görülmek, elinden tutulmak.

Zayıf düştüğünde sarılıp sarmalanmak.

Ait olmak, sahip olmak.

Köpürdüğünde sakinleştirilmek.

Durulduğunda canlandırılmak.

Listeyi uzatmak mümkün. Peki ne oluyor da biz bu beklentileri karşılanamaz ve karşılayamaz hâlde buluyoruz kendimizi?

Dünyanın pek çok yerinde son yıllarda onulmaz bir yalnızlık hâli dikkat çekiyor. Bireyselleşme ile bencilleşmenin,
insanlarla sağlıklı sınırlar oluşturmak ile aramıza duvarlar örmenin, kendi kendine yeter olma ile kendinden başkasına güvenmemenin arasındaki fark unutuldukça modern dünyanın konforu kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor. Araştırmalar, yalnızlığın fiziksel sağlığımıza da sigara kadar, obezite kadar zarar verdiğini gösteriyor.

Bireysel yalnızlık yanında dikkatinizi çekmek istediğim bir mesele de aile kurma aşamasındaki yeni evli çiftlerin yalnızlığı. Düğünler, şenlikler bitip evli evine, köylü köyüne dağıldıktan sonra ne yapacağını, karşı karşıya kaldığı krizleri nasıl yöneteceğini bilemeyen çiftler, olması gereken sosyal destekten mahrum kaldıkları için çabucak evliliği bitirme yahut eylemsiz bir negatif kabullenme yoluna giriyor. Destek vermesini beklediğimiz yakınlar yani aile büyükleri, aile dostları, komşu ablalar, abiler genç çifte, empatiden son derece yoksun bir şekilde “Aman bu da dert mi, biz bundan çok daha zorlarını gördük, yaşadık.” dercesine sorunlarının önemsiz olduğunu, gençlerin geçinmeye gönlü olmadığını düşünüyor/söylüyor ya da tam tersi bir tutumla yaşanan sorunun kabul edilemez olduğu söylemiyle kışkırtıcı, evlilik birliğini bozucu rol oynuyor. Henüz üç aylık, altı aylık, bir yıllık evli çiftler sırf sosyal destekten mahrum olmaları sebebiyle ailelerini kuramadan dağıtıyor. Alkol, kumar, şiddet, bağımlılık gibi evliliği, aileyi temelinden sarsan sorunlarda ise çoğunlukla takınılan tavrın destek olmak, yarayı sarıp sarmalamak yerine -mağdurlarıyla birlikte- o aileyi dışlamak, görmezden gelmek, kulak tıkamak olduğunu görüyoruz.

Baş edemediği ailevi sorunlarla ilgili aile danışmanlığına başvuran çiftlere sorduğumuz ilk sorulardan biri nasıl bir sosyal çevreye sahip olduklarıdır. Akrabalarla, arkadaşlarla, komşularla ilişkileri ne boyutta, hangi yakınlıkta, ihtiyacı olduğunda kapısını çalabileceği kaç kişi var hayatında bilmek isteriz. Derinden hissedilen umutsuzluk, başarısızlık, değersizlik, kaygı, gerginlik hâline çoğu zaman derin bir yalnızlığın eşlik ettiğini görüyoruz. Kişi yalnızlaştıkça
güvensizleşiyor, toplumla bağları zayıflıyor; yakınlık duygusunu, toplumsal bağlarını kaybettikçe de olumsuz duyguları baş edilemez hâle geliyor.

Sosyal Desteğin Yeniden İnşası için Ne Yapalım?

Şükür ki inceliklerini, güzelliklerini hâlâ yaşatan bir toplumuz. Bununla birlikte silkelenmeye, canlanmaya, yenilenmeye olan ihtiyacımız da apaçık ortada. Çeşitli sebeplerle yıpranan, işlevi azalan sosyal desteği yeniden inşa edebilmek için sormamız gereken ilk ve en önemli soru “Ben ne yapabilirim?”
Cevabımız özetle şu: “Sevgiyle, merhametle ilk adımı atan taraf ben olacağım; paylaşan, yardıma koşan, dinleyen, anlayan, güvenilen kişi ben olacağım. Alacaklarımın hesabını tutmadan önce içinde bulunduğum topluma olan borcumu düşüneceğim.”

Sevgiyi, şefkati, merhameti, yardımlaşmayı hayatımızın tamamına yayabildiğimiz, birbirimizin hem sevincini hem kederini paylaşmada dengeyi ve devamlılığı sağlayarak bağlarımızın güçlendiğini, sosyal destek mekanizmasının tıkır tıkır işlediğini görmemiz umuduyla…