Makale

Öğretmenlerimize Sorduk

Öğretmenlerimize Sorduk

Değerler eğitiminin çocukların hazır bulunuşluk seviyelerine göre hangi yaş aralığında nasıl verilmesi gerektiğini sizler için derledik. Okul öncesi, ilkokul ve ortaokulda öğretmenlik görevini ifa eden eğitim camiamızın neferleriyle mini bir söyleşi gerçekleştirdik.

Okul öncesi eğitimde, özellikle örgün eğitimin başladığı 4-6 yaşta değerler eğitiminin önemi aşikâr. Karakterin inşa edildiği bu dönemde çocukların dünyasına nasıl girmeyi başarıyorsunuz? Onlarla ne tür örnekler ve yaşanmışlıklar üzerinden temas kuruyorsunuz?

Adile Subaşı: 4-6 yaş hakikaten çocukların karakter eğitimi için kritik bir dönem. Her çocuk yaratılış itibarıyla farklı mizaç yapılarına sahip. Fakat bu mizacı işlemek, karakter gelişimini sağlamak noktasında anne babaların yanı sıra öğretmenlere büyük görev düşüyor. Bu noktada yetişkinlerin çocukların dünyasına girebilme becerisi büyük önem arz ediyor. Çocuğun seviyesine inme tabirini kullanmak istemiyorum. Açıkçası bunu itici de buluyorum. Çünkü yetişkinler ve çocuklar arasındaki ilişki bir ast-üst ilişkisi değildir. Olmamalıdır. Onların dünyası o kadar büyük ve öylesine renkli ki bize düşen, o dünyanın kapısından girebilmek. İşte o zaman ortak bir dil keşfediyor ve değerlerin yanında hayata dair pek çok şeyi paylaşabiliyorsunuz. Tabii burada ailelerin aklına hemen “Nasıl?” sorusu geliyor. Genel olarak çocuklara değerler eğitimi verilirken ne yapılmaması gerektiği üzerinde duruluyor. Fakat ben bundan ziyade “Neler yapılabilir?”e odaklanmak istiyorum. Bunu da şimdi evde olan kuzularımızın anneleriyle yapabileceği, geçmişte derslerimde uyguladığım bir örnekle anlatabilirim sanırım.

Çocuklar mutfakta bir şeyler yapmaya bayılırlar. Hatta birkaç değeri çocuğunuzla poğaça yaparken ona kazandırabilirsiniz. Hamuru yoğururken uyguladığı baskıya odaklanmasını sağlayabilir, bazen iyi bir iş çıkarmak için tüm gücümüzü vermemiz gerektiğini hatırlatabilirsiniz. Hamura o yumuşaklığı, eşsiz kıvamı veren şeyin onun yoğrulmasıyla mümkün olduğunun altını çizebilirsiniz. Onların da kendi dünyalarında birtakım zorluklarla karşılaştıklarını ama ellerinden geleni yaptıkları takdirde sonucun güzel olacağını dile getirebilirsiniz. Poğaçamızın üzerine yumurta sarısı sürerken, onu çörek otu yahut susamlarla süslerken bu küçük dokunuşların yaptığımız işi ne kadar da güzelleştirdiğine dikkat çekebilirsiniz. Hayat da böyledir; ufak dokunuşlar, tatlı sözler ve azıcık özenle daha da güzelleşir. Poğaçamızı fırına sürdüğümüzde onun mis kokusu mutfağa yayılırken çocuğumuza sabrın önemini anlatabiliriz. Zira sabırsızlık edersek poğaçamız güzel pişmez ve bütün emeklerimiz heba olur. Merak güzel ve öğretici bir duygudur fakat her duyguda olduğu gibi fazlası zararlıdır. Çünkü merakımıza yenilerek fırının kapağını zamanından önce açtığımızda kabaran poğaçalarımız birden sönüverir. İşte değerler eğitimiyle bezeli küçük bir etkinlik.

İlkokul, çocukların sosyal çevrelerini geliştirdikleri, dış dünyayla daha fazla haşır neşir oldukları bir dönem. Fakat yüz yüze eğitime ara verildiği şu süreçte değerler eğitiminin aksamaması noktasında neler önerirsiniz?

Fatmanur Dalmış: Yüz yüze eğitime ara verilmesinin çocukları ciddi anlamda etkilediğinin farkındayız. Sınıf ortamından uzaklaşmaları, teneffüs saatlerinde arkadaşlarıyla gönüllerince oynayamamaları onların sosyal ilişkilerini farklı bir boyuta çekti. Şu an öğretmenlerini ve arkadaşlarını sadece ekrandan görebiliyorlar. Bu durum özellikle arkadaşlık ilişkilerini zedeleyebiliyor. Zira onları ekranda birer görüntüden ibaret olarak algılayabiliyorlar; onun varlığını, o anda söylediği, yaptığı her şeyden etkilenebileceğini göz ardı edebiliyorlar. Yüz yüze söylemekten imtina edecekleri kırıcı bir sözü hiç düşünmeden sarf edebiliyorlar. Çünkü birazdan teneffüste o arkadaşıyla bir araya gelemeyecek, aynı iple atlamayacak, aynı topun peşinden koşturmayacaklar. Öğretmenler olarak bu durumu fark etmemiz uzun sürmedi elbette. Ailelerin de desteğiyle çocuklarda empati duygusunun gelişiminin aksamaması için küçük fakat etkili önlemler almak gerekiyor. Biz derste ve ders dışı etkinliklerde bu anlamda çalışıyoruz. Değerler eğitimini diğer derslerden ayrıştırmadan her birinin içine yedirerek vermeyi ilke ediniyoruz. Çocuklar, bir matematik probleminin cevabını verirken de birbirlerinin söz hakkına saygılı olmayı öğrenebilir. Fen ödevinden hazırlayacağı kavram haritasında arkadaşına destek olarak yardımlaşmayı, Türkçe öğretmeninin verdiği okuma ödevlerinde kitaplarını arkadaşlarıyla değiş tokuş ederek paylaşmayı… Tabii bunu uygulama alanında sorumluluğun önemli bir kısmı ebeveynlere düşüyor. Bu nedenle velilerin önceki senelere nazaran çok daha aktif rol almaları, çocuklarındaki değişimleri takip etmeleri ve bizimle olduğu gibi diğer velilerle de iş birliği içerisinde çalışmaları gerekiyor.

Ortaokul çağında çocukların dine karşı merak duygularının arttığını gözlemliyoruz. Peki bu dönemdeki çocuklara neyi, ne kadar anlatmalıyız?

Seda Garip: Çocuklar bu çağda dine karşı empati yahut antipati geliştirme eğilimindedirler. Arkadaşlar arası sohbetlerin konusu da zaman zaman dinî bilgilere evrilir. Özellikle doğaüstü varlıklar, görünmez güçler birçoğunu cezbeder. Dolayısıyla bir bilgi açlığı peyda olur. Eğer biz bu açlığı doğru kanallardan doyurmazsak internet gibi hızlı bir ulaşım ağıyla yarışamayız. Bu noktada ailelerin ve eğitimcilerin girdiği bir açmaz da şudur: Çocuğun ihtiyacını neye göre belirleyeceğiz, her soruya cevap verecek miyiz, sizin de dediğiniz gibi neyi, ne kadar anlatacağız.

Aslına bakarsanız hem çocuklar hem yetişkinler, doğru bir bakış açısına sahip oldukları takdirde değerler eğitimi verirken bilgi kirliliğinin de kapasiteyi aşan bilgi yüklemesinin de önüne geçebilir. Sadece bu bakış açısını kazandıracak etkili örneklerle çocuklara ulaşmamız gerekli. Küçük bir tohumu ele alalım. Bu tohum henüz dış dünyaya karşı korumasızdır. Aşırı sıcak yahut soğuk suya maruz kalması onun içindeki özü çıkarmasına mani olur. Bitkiler için su, en temel besindir fakat küçük bir filizin yahut genç bir fidanın ihtiyacı olan su miktarı da farklıdır. Yetişkin bir ağaç ise güçlü köklerini toprağın derinliklerine salar, kana kana su içer. Nasıl ki bedensel gelişimimiz elvermeden birtakım şeyleri yapamıyorsak, zihinsel gelişimimiz de tamamlamadan bazı olağanüstü olayları kavramamız güçleşebilir. Bize sunulan o şifalar su ihtiyacımızdan çok fazla olabilir. Biz, bize yeterli olanı almalı ve daha fazlası için büyümeyi zihinsel olgunluğa erişmeyi beklemeliyiz. Eğer çocuk kendi zihin dünyasının farkına varıp neyi, ne kadar kavrayabileceğini, kendi zihninde anlamlandırabileceğini idrak ederse bu, değerler eğitimi ve dinî eğitim bağlamında yol açıcı olur. Tıpkı küçük bir filizin litrelerce suyu içemeyeceğini anlaması gibi.