Makale

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE TIP ALANINDA MODERNLEŞME VE İLK PANDEMİ TEDBİRLERİ

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE TIP ALANINDA MODERNLEŞME VE
İLK PANDEMİ TEDBİRLERİ

Recep Kaya

Avrupa, Asya ve Afrika’da hüküm süren Osmanlı Devleti’nde, deniz ve kara seferleri yoluyla salgın hastalıkların yayılması kaçınılmaz olmuştur. Otuz dört yaşında tahta çıkan II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık padişahlık döneminde de siyasi ve mali açıdan birçok sıkıntı yaşanmış fakat bu zorlu şartlar altında sağlık, kültür, ticaret, teknoloji, eğitim, bayındırlık vb. birçok sahada olağanüstü başarılara imza atılmıştır.

Özellikle sağlık hizmetlerinin kurumsallaşmasında ve salgın hastalıkların tedavisinde büyük bir başarı sağlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda sağlık alanındaki yenileşme hareketleri, III. Selim döneminde başlamıştı. II. Abdülhamid döneminde de birçok sağlık kurumu açıldı, sağlık konusunda yeni reformlar dikkat çekti. Yine bu dönemde yoksul ve kimsesizler ile hasta yolcular için sivil hastaneler inşa edildi. Anadolu dışında da Balkanlar’da ve Orta Doğu’daki fakir ve kimsesizler için gureba hastaneleri açıldı. Hastaneler ek binalar yapılarak genişletildi.

Bu dönemde, 89 genel kamu hastanesi, 27 kurum hastanesi, 74 asker hastanesi, 26 Hilal-i Ahmer hastanesi, 12 gayrimüslim cemaat hastanesi, 29 yabancı misyon/görev hastanesi, 8 eğitim hastanesi, 8 kadınlara mahsus hastane, 8 doğumhane, 1 çocuk hastanesi, 2 akıl hastanesi, 23 frengi hastanesi, 3 verem sanatoryumu, 8 kolera hastanesi olmak üzere çok çeşitli vasıflarda toplamda 300’den fazla hastane yapılmıştır.

Dünyanın ilk çocuk hastanelerinden biri olan ve 1899’da açılan Hamidiye Etfal Hastanesi, Sultan’ın sağlık alanında yapmış olduğu hayır müesseselerinden biriydi. Yıllık giderlerini II. Abdülhamid’in karşıladığı hastanede hiçbir dinî ve etnik ayrım gözetmeden özellikle 0-16 yaş arasındaki çocuklar ve kadın hastalar ücretsiz tedavi edilirdi. Bu kurum, günümüzde hâlen Şişli Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak hizmet vermektedir.

Sultan II. Abdulhamid, İstanbul’da engelli, yaşlı, kendine bakamayacak durumdaki kimsesiz, fakir, aciz, yetim ve öksüzlerin barınması, korunması, gerektiğinde tedavisi amacıyla bir darülaceze kurulması için bir ferman buyurdu. Böylelikle darülaceze binaları on yıl içinde tamamlanarak 31 Ocak 1986 tarihinde resmî törenle açıldı.

Sultan, darülacezenin kuruluş masraflarını karşılamak üzere 7 bin altın lira kıymetindeki eşyasını hediye etti, 10 bin altın lira da nakit para bağışladı. Ayrıca düzenlediği yardım kampanyalarında 50 bin altın lira toplandı. Avrupa’dan darülacezedeki hastalara hizmet vermek amacıyla en yeni tıbbi cihazlar getirtildi.

Salgınla Mücadele ve Alınan Önlemler

Bu dönem, aynı zamanda salgın hastalıklarla mücadele edilen bir dönemdi. Evsiz barksız kalan savaş göçmenleriyle birlikte fakirliğin ve bulaşıcı hastalıkların çoğalması, özellikle frengi, verem, kolera salgınları bu alanda hizmet veren kamu hastanelerine olan ihtiyacı artırdı, bu ihtiyaçlara yönelik yeni tesisler açıldı. Tıp alanındaki ilerlemeler ve cerrahi ameliyat tekniklerinin de gelişmesi halkın sağlık hizmetlerine ulaşabilme olanaklarını artırdı.

Cüzzam ve veba, çok eski tarihlerden beri mevcuttu. Osmanlı tarihinde bulaşıcı hastalıklar için açılan en eski kuruluş, cüzzamhanelerdi. Bulaşıcı hastalıklara yakalanmış hastalar, bu cüzzamhanelerde karantina altına alınırdı. Bursa, Edirne ve İstanbul’un yanı sıra Kıbrıs, Sakız, Girit ve Sömbeki Adalarında da cüzzamhaneler yaptırılmıştı. Üsküdar’daki Miskinler Tekkesi en meşhur Osmanlı cüzzamhanesiydi.

II.Abdülhamid döneminde bulaşıcı hastalıkların mikroplar ile sirayet ettiği bilindiğinden bu hastalıkların yayılmalarına karşı önlem alınması amacıyla yeni kurumlar oluşturuldu.

Salgın hastalıklar aynı zamanda orduyu da olumsuz yönde etkiliyordu. Karantina merkezleri kurulmadan önce salgın hastalığa yakalanan askerler Maltepe Hastanesinde tedavi ve tecrit edilirdi. 1831 yılında Maltepe Hastanesi yetersiz kaldığından koleralı hastalar Kızkulesi Mat’ûnîn Hastanesi adı altında faaliyete geçirilen Kızkulesi’nde tecrit ve tedavi edildi.

Salgın hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla İstanbul’da gerekli görülen yerlerde “tahaffuzhane” adı verilen, sonraki adı Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye olan ve hastalık bulunan ülkelerden gelenlerin karantina altına alındıkları tedavi mekânları açıldı.

Osmanlı-Rus savaşı ve Yunan-Osmanlı savaşları sonucunda on binlerce muhacir ve savaş yaralısının İstanbul’a göçüyle sefalet baş gösterdi, bulaşıcı hastalıklar yayılarak ölümlere sebep oldu. İstanbul’dan Anadolu’nun her tarafına kalabalık göçler başladı ve bu göçlerle birlikte tifüs, kolera gibi salgın hastalıklar Osmanlı coğrafyasına yayıldı.

1893-1895 yıllarında hüküm süren kolera salgını, geçici kolera hastanelerinin açılmasının yanı sıra bunların bir kısmının da daimi hastaneye dönüşmesine yol açtı. Hastanelere tephir (dezenfeksiyon) makineleri alındı ve ihtiyaç olan yerlere tephirhaneler inşa edildi. Kolera vakaları için Almanya’dan seyyar hastane barakaları getirtildi. Asker arasında görülen kolera vakaları için 1893 yılında altı yeni seyyar hastane yaptırıldı.

Hac mevsiminde kolera salgınının Hicaz’a yayılması sonucu ölümler artınca hacıların sağlığını koruma amacıyla Mekke’de 400 yataklı ve hamamlı, Mina’da 200 yataklı birer hastane, Mina’da hastane yakınına bir tephirhane ve Cidde civarında iki yerde tahaffuzhane inşa edildi. Karantina uygulamaları, açılan tahaffuzhaneler ve dezenfeksiyon tedbirleri sonucunda salgının hızı büyük oranda kesildi.

Sultan Abdülhamid Gelişmeleri Yakından Takip Etti

Ülkedeki salgın hastalıklara çözüm arayan Sultan Abdülhamid, Avrupa’da tıp alanındaki yenilikleri, özellikle de mikrobiyoloji bilimindeki gelişmeleri yakından takip etti. Buluşların ve yeniliklerin ülkeye en kısa sürede aktarılmasını sağladı. Bu maksatla kuduz, kolera, difteri, veba gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele amacıyla bağımsız bakteriyoloji ve hastane laboratuvarları açtı. Paris’te Pasteur ve ekibinin, Berlin’de Koch ve arkadaşlarının bakteriyoloji ve mikrobiyoloji sahalarında çığır açan buluşlarını maddi ve manevi olarak destekledi. Verem hastalığına çare bulan Koch’u da özel bir heyet göndererek birinci dereceden Osmanlı nişanıyla taltif etti.

Bu tekniklerin Osmanlı Devleti’ne getirilmesi için Avrupa’ya hekim ve sağlıkçılardan oluşan heyetler yolladı. Pasteur (kuduz/1885), Haffkin (kolera/1892), Wright (lebra ve inaktif tifo /1798), Haffkin (veba/1897) ve Strong’un (veba/1903) bulduğu aşılar Osmanlı ülkesinin dört bir yanında uygulandı.

Bununla da yetinmeyen Abdülhamid Han, çiçek hastalığına karşı 1892’de Telkihhâne-i Şahâne, kolera salgınları için 1894’te Bakteriyolojihane-i Şahâne’yi kurdu. Burada hekim ve veterinerlere eğitim verildi. Kuduz aşısının hazırlanması ve salgın hastalıkların araştırılması amacıyla 1887 yılında İstanbul Kuduz ve Bakteriyoloji Laboratuvarı, hijyenin sağlanabilmesi adına 1893’te tephirhaneler kuruldu. Sultan, aşı üretimine de önem vererek 27 Temmuz 1892 tarihli iradesiyle Telkihhane-i Şahane’yi kurdurdu. Buralarda hizmet verecek kadroları yetiştirmek için de Avrupa’ya tabipler ve öğrenciler gönderdi, yabancı bilim adamlarını İstanbul’a davet etti.

Osmanlı hekimleriyle yabancı hekimlerden oluşan bir Hıfzıssıhha Komisyonu ve her belediye dairesinde bu komisyona bağlı Daire-i Belediye Hey’et-i Sıhhiyesi faaliyete geçirildi. Hıfzıssıhha Komisyonu, belediye dairelerine ait bütün sağlık hususlarını incelemek, umumi sağlığı korumak, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek ve çıkış sebebini araştırmakla görevliydi.

II. Abdülhamid, sağlık eğitimine de çok önem verdi. Döneminde sağlık eğitimi ile ilgili pek çok kurumsal yapı kuruldu. Mezun olan askerî hekimlerin iki yıl klinik eğitim görmeleri için kurulan Gülhane Tababet-i Askeriye Tatbikat Mektebi ve Seririyatı (Gülhane Askerî Tıp Akademisi), engelliler için Dilsiz Mektebi, Âmâlar Mektebi, askerî sağlık elemanı yetiştirmek üzere Baytar ve Eczacı Rüşdiye-i Askeriyesi, bahriye teşkilatının eczacı ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla Eczacı ve Tımarcı Sıbyan Mektebi, aşıcı yetiştirmek üzere faaliyete geçen Aşı Dershanesi bunlar arasında sayılabilir.

Abdülhamid Han’ın, 33 yıllık saltanat hayatında yüzlerce sağlık kurumu inşa ettirmesi, buraları çağın gerektirdiği en modern alet, araç ve gereçlerle donatması, sağlık personeli istihdamı, gelir temini ve bu yerleri işletmeye açarak halkının hizmetine sunması büyük bir beceri, yetenek ve politikanın sonucudur. Bugün bile birçok sağlık kurumu, o dönemden kalmadır.