Makale

DİJİTAL KÜLTÜRÜN DİJİTAL MÜŞTERİLERİ

DİJİTAL KÜLTÜRÜN
DİJİTAL MÜŞTERİLERİ
Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Bilgisayar teknolojisinin karşı konulmaz bir biçimde hayatları çekip çevirdiği bir çağdayız. Bu çağ bilişim çağı, enformasyon çağı ya da dijital çağ olarak adlandırılıyor. Bizler bu dijital çağın dijital teknolojisinin dijital müşterileriyiz. Biz yetişkinler ürün yelpazesi, nüfuz gücü ve kapasitesi günbegün genişleyen bu sınırsız dünyanın ucundan kıyısından dolanıyoruz. Çocuklarımız, bu dijital kültürün labirentlerinde bir evrenden başka bir evrene, geceli gündüzlü geziniyor ve bu dünyayı bizden çok daha iyi tanıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kültürün gerçek muhatap kitlesi ve müşterisi de onlar. Şimdinin Z-Kuşağı bütün benliğiyle bu kültüre odaklanmış durumda. 1996-2010 yılları arasında ve sonrasında doğan, internet ve sosyal medya ile büyüyen, bağımsız, kendi başına olmayı seven bu neslin bilgisini, algısını, perspektifini, zevklerini ve tercihlerini dijital kültür belirliyor ve besliyor. Bu kültür, gençliğin anlık merak ve zaaflarını gayet mahirane bir biçimde tespit ederek onların tüketim alışkanlıklarını fırsata çeviriyor. Bu çerçevede sınırsız suni ihtiyaçlar listesini periyodik olarak yeniliyor ve bu gücü elinde tutanların milyarlarca dolarlık kazançlarını sürekli katlıyor.

Gençliğin kodlanması

“Bu Z-Kuşağı lafı da ne?” diye soranlarınızı duyar gibiyim. Bu tabirden hoşlanmadığımı ama mecburen kullandığımı öncelikle vurgulamak isterim. Birileri gençliği istek, arzu, talep, eğilim, davranış ve alışkanlıklarına göre sürekli kategorize ediyor. 1960 ve 70’lerde ABD’de doğanlara X-Kuşağı etiketi yapıştırılmış. Büyüdükçe kendisinin modern toplumun bir parçası olmadığını düşündüğü için bu nesle bu kod verilmiş. Ardından 1980-94 arası doğanlara daha ziyade ekonomide ve siyasette liberal politikaların gölgesinde büyüdükleri için Y-Kuşağı kodu uygun görülmüş. 1995-2010 arasında dünyaya gelenlere de Z-Kuşağı denmiş. X ve Y bölgesel yani daha ziyade ABD’ye has bir olgu iken, Z ile birlikte tüm dünya gençliği aynı sepete konuvermiş. Z-Kuşağı küresel bir anlam ifade ediyor. Z-Kuşağı kodlaması dünya gençliğini tek tipleştirme, homojenleştirme, standartlaştırma sürecinin başlangıcıdır. Söz konusu yıllar arasında doğan gençlerimiz de kabul edelim etmeyelim, bu kategoriye sokuluyor. Bu hesaba göre 2005 doğumlu oğlum da Z-Kuşağının bir üyesi!

2010-24 yılları arasında doğanlara da toplum araştırmacısı Mark McCrindle yapıştırmış etiketi: Alfa Kuşağı. McCrindle, Z’den sonra gelecek kuşağın bir kısmının XXII. asrı da göreceğini düşünmüş ve tekrar Latin alfabesinin başına yani eskiye yani A’ya dönmek yerine “yepyeni” bir şey olmasını istemiş ve Yunan alfabesine atlamış ve “Alfa” gençliği deyivermiş. Aslına bakarsanız biz hem Z-Kuşağından hem de henüz çok küçük olsalar da Alfa çocuklarından konuşuyoruz. Ancak burada söylediğimiz şeyler “Alfa” kuşağı için henüz çok erken. Bu sonuncu neslin en belirgin özelliği, biyolojik anne ve babalarıyla çok az birlikte olmaları çünkü önemli bir kısmı yabancı uyruklu bakıcıların elinde büyüyor. Oturduğum apartmandan başlayarak çevremde çocuklarını bu bakıcılara teslim eden en az 10 aile sayabilirim. Bu bakıcılar genelde işsizliğin ve fakirliğin yaygın olduğu ülkelerden getiriliyor. Bu manada dünyada Filipinler başı çekiyor. Kuzey Amerika, Avrupa ve İskandinavya’da başlayan bu uygulama şimdi ülkemizde de yayılmış durumda. Uzun vadede bunun beraberinde ne gibi riskleri getireceğini hep beraber göreceğiz. Sosyoloji Profesörü Elwood Carlson, yeni nesil çocukların ne tür bir aile hayatı yaşadıklarının asla bilinemeyeceğini söyler. (Caroline Bologna, “What’s the Deal with Generation Alpha?”, huffpost.com.) Carlson’ın, yabancı uyruklu dadıların elinde büyüyen çocukların ileride toplumlara ne gibi maliyetlerinin olacağına dair bir şeyleri ima ettiğinde şüphe yok.

Genç dijital müşteriler ve TikTok

Dijital kültürün dünyasında bir bilgiyi hangi kaynaktan aldığınızın çok önemi yok. Değişimin ritmi muazzam bir tempoda hızla ilerlerken ona ayak uyduran sürekli bir bilgi akışı vardır. Buna bilgi bombardımanı desek daha doğru olur. Dolayısıyla ekrana düşen bilginin kaynağını, doğruluğunu araştırmanıza ve analiz etmenize zaman yoktur. Kısa mesajlarla pompalanan bilgi kırıntısının kaynağına gittiğiniz takdirde bir başka dijital evrene aktarılacaksınız. Bu ise zaman kaybıdır. Bu dünya, tüketicisine kendine has kavram, söylem ve içerikle geliyor. Daha da önemlisi kendisini bir bilinçle dayatıyor. Bu dünyayı küresel popüler kültürün ürünlerinin sere serpe sergilendiği bir sergi sarayı olarak görebilirsiniz. Bu dünya, kapitalist mantığın “Üret ve sat, eskitmesine fırsat vermeden yenisini üret ve yine sat.” formülüne yaslanan fasılasız bir meta üretimini canlı tutmak için sürekli yeni baştan tasarlanır. Maddeciliği en üst sınırına taşıyan dijital kültür, zihinleri bloke etme, bilinçleri tıkama, ilişkileri parçalama, müşterilerini tüketim bağımlısı yapma, köklerinden sökme projelerinde arazideki yandaşlarıyla paydaştır.

Bu çerçevede günlük vakitlerinin üçte birini sosyal medyada ve internette harcayan Z-Kuşağına sunulan en yeni dijital ürün TikTok’tur. Bu uygulamanın aktif kullanıcı sayısı bir milyarı aşmış durumda ve bunun yaklaşık onda biri yani yüz milyonu ABD’nin hissesidir. Teknolojik güç, bu en yeni icadıyla görüntüde gençlere güya kendi potansiyellerini sergileme fırsatı sunmaktadır. Potansiyeli ile var olan, “kendi” olan birey! Değişim ve eğlence arayan, farklı ve cazip olmayı kafaya koyan gençlere sunulan bu ürün kapımıza tehditleriyle birlikte gelmiştir. İlk olarak, müşteri yelpazesinin önemli bir kısmını kızlar oluşturuyor. Onların büyük bir kısmı da hünerlerini dansla sergiliyor. “Saçma sapan işler yapan da meşhur oluyor!” duygusu hâkim; takipçi sayısını arttırma, beğeni oranını yükseltme yarışı var. Hepsi hayalindeki zenginlik ve şöhret adacığına ulaşabilmek için ne kadar hüneri varsa pazara döküyor. Öyle ya, “internet fenomeni” olmak, şöhretin ve paranın kapılarını aralıyor. Küçük yaştakiler daha ziyade oyunlar yüklüyorlar. Resim ve el becerilerini sergileyenler de yok değil. En az 7, en fazla 60 saniyelik videolarla TikTok, piyasadaki rakibi Instagram karşısında gençlerin şimdilik yeni gözdesi olarak duruyor.

Dijital dünyanın TikTok başta olmak üzere bu yeni ürünleri yalnızca duygusal, zihinsel istismar anlamı taşımıyor, aynı zamanda bedensel sömürü ve istismar anlamı da taşıyor. Özel farkındalık ve kendini ispat peşinde koşanlar için beden, dijital iletişimin sembolü ve aracı olarak duruyor. Bedenin erotik mesajları kısa sürede beğeni ve izlenme rakamını arttıran en etkili yöntemdir. Duygu ve düşüncelerini ifade güçlüğü çekenler için bedenin ritmik mesajları konuşmanın, kendini ifadenin aracıdır. Bu bir nevi kendini onaylatmadır. Körpe dimağlar ve bedenler dijital sermayenin evrensel dijital sömürüsü için yeni ve kârlı bir kazanç kapısıdır.

Modern çağın dijital uyarıcılarının çeşitliliğine ve anlık cazibesine tutulan gençlerin sosyal medya üzerinden “sosyal” birey görüntüsü vermeleri bizleri aldatmasın. Ergen öfkelerini dijital tüketimin sosyal medyası ile yatıştıran bu gençlerin epeycesi kendilerini ailelerinden, yakın çevrelerinden yalıtmış “asosyal” kişiliklerdir. Bu gençlerin kendi kültür köklerinden çok uzaklara savrulduklarını söylemeye bilmem gerek var mı? Onların TikTok ve benzeri sosyal medya araçları üzerindeki “mutlu” görüntüleri aslında yalnızlıklarını, kırılgan hayatlarını gizleyen bir maskeden ibarettir. Bu manzara onların her türlü istismara ne kadar açık ve korumasız olduklarını da ortaya koymaktadır. Kapitalizm, toplumların direnç noktalarını birer birer ele geçirmekte ve onları parçalamaktadır. Toplumsal parçalanma sadece bizim değil, hemen hemen bütün dünya toplumları için en önemli tehdittir. Toplumları dengede tutan kültürel doku ve onun kurumları teker teker çözülüyor. Ve elbette, mahremiyet duygularını, ailevi, millî, manevi değerlerini paramparça eden bu yapıların gençlik üzerindeki tahribatının listesinin epey kabarık olacağından kimsenin şüphesi olmasın. Ömrü olan bu acı gerçekle yüzleşecektir.

TikTok ve benzeri dijital ürünleri pazarlayanların amaçlarının halis olduğunu düşünmek için hiçbir geçerli sebebimiz yok. Bilakis kanaatim odur ki bu devasa dijital pazarın ardındaki üst akıl, nihai noktada toplumların genç nüfuslarını küresel bayağılaşmanın ağına çekerek onları kof, nötr ve vasıfsız homojen yığınlara dönüştürmenin ve hatta onları toplumların varlıklarını tehdit edecek eylem ve propagandaların hazır erleri kılmanın peşindedir. Bağımlılık yapan cazip ürünlerine delicesine tutulan kişilerin özel bilgilerine rahatça ulaşabilecek teknik altyapı ve donanıma sahip bu kurnaz yapıların sanal dünyanın ürkütücü labirentlerinde kendilerini arayan kalabalık yığınları hangi limana silkeleyeceği meçhuldür.

Sonuç olarak modern dünyanın bunalımda olduğu tespitini yapan Fransız Müslüman metafizikçi René Guénon’dan ilhamla diyoruz ki dijital teknolojinin dijital ürünleri vasıtasıyla yayılan dijital kültürün dijital projesi geçici ve beşerî olanı ilahî olanın yerine ikame etmektir. Guenon’un “yerin göğü yenmesi” dediği bu projeyi sürükleyen bir ayak da dijital teknolojidir. Onun dipsiz dijital kuyusu köklerinden ve inançlarından sökülen nesiller için sayısız meydan okuma, tehdit, risk ve tehlikeyi barındırmaktadır. Göz bebeğimiz yavrularımızı bunlardan korumak ve gerekli tedbirleri almak acil ve ertelenemez sorumluluğumuzdur.

Dijital kültürün dijital tuzaklarından ne kadar gencimizi kurtarabilirsek kârdır. Dijital kültürün bu genç dijital müşterilerine daha cazip, yerli ve millî ürünleri biz sunduğumuz takdirde işimiz biraz daha kolaylaşacaktır.

Onları Z-Kuşağı kodlamasından çıkarmamız şart!