Makale

İLK MUHACİRLER: HABEŞİSTAN’A HİCRET

İLK MUHACİRLER: HABEŞİSTAN’A HİCRET
Prof. Dr. Adem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Tebliğin Mekke döneminde, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davet faaliyetleri neticesinde Müslümanların sayısının artması müşrikleri aynı derecede rahatsız ediyor, onların inananlara baskılarını daha da şiddetlendiriyordu. Özellikle kendi kabileleri tarafından dinden dönmeye zorlanan Müslümanlar, Mekke’de can güvenlikleri konusunda da endişe duymaya başladılar. Zira İslam’a girenlerin sayısının artması müşrikleri daha da saldırgan hâle getirmişti.

Müslümanların yüz yüze kaldığı zulüm ve işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen Allah Resulü (s.a.s.) onlardan bir kısmına Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulundu. Kur’an’da geçen “Ey Muhammed! Bizim adımıza de ki ‘Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere bunun karşılığı elbette hesapsız olarak verilir.’ (Zümer, 39/10.) ayeti bazı âlimlerce bu gelişmeye işaret kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Müslümanlar için Hicret yurdu olarak Habeşistan’ın tercih edilmesinin önemli gerekçeleri vardı. Öncelikle Arap kabile geleneği herhangi bir kabile mensubunun iznini almayan kimselere sığınma hakkı tanınmasına imkân vermiyordu. Başka bir ifadeyle sığınacak bir yer bulmak sığınmacının bir hakkı değil, tamamen sığınma verenin insafına kalmış bir durumdu. Kaldı ki aralarında sadece erkeklerin değil, kadın ve çocukların da bulunduğu kırk ila elli kişilik hatta bazen yüzlerce kişilik bir topluluğa sığınma hakkı tanımak, herkesin birbiriyle kavgalı olduğu bir coğrafyada o hakkı verecek kişinin rızasının yanında, bu sığınmacıların bölge ekonomisiyle kaynaşıp bütünleşmesi için önemli maddi imkânlara sahip olmalarını da gerekli kılıyordu. Oysa Arap Yarımadası’nın bu kadar çok sayıda sığınmacıyı barındıracak yeri yoktu. Ayrıca Arabistan’daki kabileler bu sığınmacıları içlerine almakla Kureyş’in doğrudan düşmanlığına maruz kalacaklarının da farkındaydılar. Bu sebeple Müslümanlar Mekkelilere karşı kendilerini savunmak için Arabistan’daki bir kabileye değil güçlü bir devlete ihtiyaç duydular. Komşu ülkeler arasında ilk akla gelen İran’dı. Ancak bu
devlet Hîre’de kurulmuş olan Arap krallığını henüz yeni ortadan kaldırmıştı ve Araplar arasından çıkmış olan bu yeni başkandan -Hz. Peygamber (s.a.s.)- kendi iktidarları adına kuşkulanıyordu. Bizans İmparatorluğu ise o sıralarda İranlılara karşı giriştiği mücadelede oldukça ağır kayıplar vermiş ve Şam, Kudüs ve hatta İskenderiye’yi kaybetmişti (M.613-617). Bu durumda Bizans kralı tarafından özellikle Araplara karşı alınmış olan sıkı ekonomik önlemler o dönemin Mekkeli Müslümanlarını Suriye’ye de çekemezdi. Dolayısıyla Müslümanların gidebileceği tek bağımsız devlet Habeşistan kalmıştı. Zira komşu ülkeler arasında sadece Habeşistan nispeten uluslararası karışıklıkların dışında bulunuyordu. Üstelik bu ülkenin kralı Necâşî’nin düşünce yapısı Araplara karşı oldukça uygun ve elverişli bir durum arz ediyordu. Kaldı ki İslam öncesi dönemde Kureyşlilerin bu ülke ile ticari ilişkileri de vardı. İşte bütün bu şartlar dolayısıyla Müslümanlar için ilk hicret yurdu olarak Habeşistan’ın tercih edildiği anlaşılmaktadır. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul, 1990-1991, I, s.295.)

Hicret hazırlıklarının tamamlanmasının ardından tebliğin beşinci yılının Recep ayında (M.615) on bir erkekle dört kadından oluşan ilk grup Habeşistan’a ulaştı. Heyette Osman b. Affân ile eşi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kızı Rukıyye, Ebu Huzeyfe ile hanımı Sehle, Ebu Seleme ile hanımı Ümmü Seleme, Âmir Rebîa Âmir ile hanımı Leylâ, Zübeyr b. el-Avvâm, Mus’ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz’ûn, Ebu Sebre, Hâtıb b. Amr ve Süheyl b. Beydâ da bulunuyordu. Bu olaydan bir yıl sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) amcasının oğlu Cafer b. Ebu Talib başkanlığında 82 erkek ve 18 kadından meydana gelen daha kalabalık bir Müslüman topluluk ikinci Habeşistan hicretini gerçekleştirdi. (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., I, 345-355.)

Habeş Muhacirleri burada bulundukları sürede ülkenin kralı tarafından himaye görmüşlerdir. (İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I, 204.) Bazı Habeşli din adamları Müslümanların ibadet edip dinlerini tanıtma faaliyetleri gerçekleştirmelerini tehlikeli görerek onları tehdit etmişler, Necaşi ise buna müsaade etmediği gibi muhacirleri tehdit eden kişileri cezalandırmıştır. (Süheylî, Ravdu’l-Unuf, (thk. Abdurrahman Vekil), I-VIII, Kahire 1967, III, 223-224.) Başka bir kaynakta ise Habeşistan’da kalışları sırasında Hz. Osman’ın eşi Rukiyye’nin bazı Habeşlilerin sözlü saldırılarına maruz kaldığı, kralın misafirlerine kötü muamelede bulunan bu şahısların daha sonra tespit edilerek cezalandırıldığı kaydedilir. (İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya, 1981, s. 199.) Necaşi’nin Müslümanlara karşı sergilediği bu sıcak yaklaşımdan yola çıkarak onun erken dönemde Müslüman olduğunu ileri süren değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak Necaşi Ashame’nin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hicretin yedinci yılında gönderdiği davet mektupları neticesinde İslam’a girdiği bilgisi daha muteberdir. (İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 258-259.)

Göçmen Müslümanların Habeşistan’da İslam dinini en güzel şekilde temsil etmelerinden başarılı sonuçlar elde ettikleri, bu sayede tebliğ faaliyetlerinin sonuç verdiği görülür. Habeşistan’da Hz. Peygamber ile nikâhlanan Ümmü Habîbe ile birlikte Medine’ye gelen Bereke ve Necaşi’nin hizmetçilerinden Ebrehe bu dönemde Müslüman oldular. Muhacirlerin geri kalanlarının dönüşünün gerçekleştiği son yolculuğa altmış kişinin katıldığı bilgisi bu grupta İslamiyet’i kabul eden Habeşlilerin varlığını akla getirmektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 97-98.) Çünkü bu tarihe kadar Mekkeli muhacirlerin büyük bir kısmı çoktan Habeşistan’ı terk edip yurtlarına dönmüşlerdi.

Habeş Muhacirleri Mekke ile kıyaslandığında yeni yurtlarında en azından emniyet altında yaşıyorlardı. Ancak Mekke müşrikleri onların burada iyi hâlde olmalarından rahatsızlık duydular. Bu sebeple Müslüman
sığınmacıların sınır dışı edilmelerini sağlamak için Habeşistan’a elçi göndermeye karar verdiler. Mekke adına bu vazifeyle görevlendirilen Amr b. el-Âs ile Abdullah b. Ebu Rebîa kraldan Müslümanların ülkelerine geri gönderilmesini istediler. Kendilerine verilen Arap ürünü hediyelerle gönülleri kazanılan saray bürokratları da Kureyş elçilerinin isteklerini hararetle desteklediler. Ancak Necaşi ülkesine sığınan insanları dinlemeden bu konuda herhangi bir karar vermeyeceğini söyleyerek muhacirlerden bir temsilcinin getirilmesini emretti. Kralın huzuruna çıkan Cafer b. Ebu Talib şöyle bir konuşma yaptı: “Ey hükümdar, Allah aramızdan birini seçip de onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik, putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarına dikkat etmez, komşuluk haklarını tanımazdık. Güçlü olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Uzun bir müddet bu hâlde yaşadık. Sonra Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini, namusluluğunu bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bizi Yüce Allah’ın birliğini tanımaya ve O’na ibadet etmeye çağırdı. Ağaç ve taştan yaptığımız putlara tapmaktan, Allah’a ortak koşmaktan uzaklaştırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadına iftira etmekten menetti. Bize diğer insanlara kötülük yapmaktan çekinmeyi, sadece Allah’a ibadet etmeyi, sadaka vermeyi ve her çeşit iyi ve güzel ameller işlemeyi öğretti. Bütün bunlar bize hoş ve cazip geldi ve biz bunları yapmaya başladık. Fakat bunun hemen arkasından kendi insanlarımızdan, vatanımızı terk etmeye ve senin ülkene sığınmaya bizi mecbur eden işkenceler gördük. Sonuç olarak biz seçebileceğimiz bütün krallar arasından sizi tercih etmiş bulunuyoruz; zira sizin yanınızda bize kimsenin zulmedemeyeceğini ümit ediyoruz.” (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 359-360.)

Cafer b. Ebu Talib, konuşmasının ardından da Hristiyan inanç ve kültürünün temel referanslarına da işaret eden Meryem suresinin ilk ayetlerini okudu. Habeş hicretinden bir yıl kadar önce nazil olan bu surede risaletin gerçekliği, ihtiyar olmasına rağmen Hz. Zekeriyya’ya oğlu Yahya’nın verilmesi, Hz. Meryem’in Allah’ın bir mucizesi olarak Hz. İsa’yı dünyaya getirmesi, Hz. İsa’nın sadece Allah’ın kulu olduğu gibi konular yer almaktaydı. Kral ve saray görevlileri Cafer’in okuduğu ayetlerden etkilenip ağlamaya başladılar. Necaşi dinlediklerinin Hz. İsa’ya gelenlerle aynı kaynaktan olduğunu ifade ederek Müslümanlara ülkesinde huzur içinde istedikleri kadar kalabileceklerini açıklayıp Mekke elçilerini elleri boş gönderdi. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 361-362.)

Habeş Muhacirleri ülke kralının kendilerine göstermiş olduğu ev sahipliğini hiçbir zaman unutmamışlardır. Nitekim bu dönemde çıkan iç savaş sebebiyle iktisadi sıkıntıya düşen krala yardımcı olmuşlardır. Tarihçiler Habeşistan’da gerçekleşen iktidar mücadelesinde burada bulunan Müslümanların Necaşi’nin safında yer alarak onun kaybettiği tahtına yeniden kavuşmasında kendisine destek olduklarını kaydederler. (İbn Habîb, Kitabü’l-Münenmak fî Ahbâri Kureyş, (thk. Hurşid Ahmed Faruk), Beyrut 1985, s. 417.) Nitekim onlardan Hz. Zübeyr ülkede meydana gelen iç savaşa fiilen katılmış, bunun sonucunda Necaşî kendisine çok değerli bir mızrak hediye etmiştir. Zübeyr’in dönüşünde bu mızrağı Resulüllah’a (s.a.s.) armağan ettiği, onun da bu mızrağı bütün hayatı boyunca resmî törenlerde kullandığı rivayet edilir. (İbn Habîb, Münemmak, s. 417.)

Habeşistan’da kalan Müslümanların bir bölümü Medine’ye hicretin hemen ardından buradan geri dönerken diğerleri ise (H.7/M.628) yılında gerçekleşen Hayber fethinden sonra Medine’ye geldiler. Allah Resulü (s.a.s.) onları görünce “Hayber’in fethinin mi, yoksa kardeşim Cafer’in gelmesinin mi daha sevindirici olduğunu bilemiyorum.” diyerek sevincini açıklamıştır. (Buhari, Sahih-i Buhari, Farzu’l-Hums, 15.)