Makale

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HİCRET YOLCULUĞU

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HİCRET YOLCULUĞU

Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Hz. Peygamber Efendimiz, son Akabe Biatı’ndan sonra Müslümanlara Medine’ye hicret edebileceklerini söyleyince kısa zamanda büyük bir çoğunluk Mekke’den ayrılarak Medine’ye hicret etti. Kadınlar, çocuklar, güçsüzler ve imanını gizleyenlerin dışında Mekke’de Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir ve bir de Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kalmıştı. Müslümanların kısa zamanda Mekke’den ayrıldığını gören müşrikler, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ellerinden kaçırmadan yakalamak ve onu etkisiz hâle getirmek istediler. Bunun için bir perşembe günü (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, VII, 184; Diyarbekrî, Hamîs, I, 325.) sabah erkenden Dârü’n-nedve’de toplanıp ne yapacaklarını uzun uzadıya müzakere ettiler. Yapılan müzakereler sonunda Hz. Peygamber’i (s.a.s.) öldürmeye karar verdiler. Siyer kaynaklarında kaydedilen bu toplantıda müşriklerin yaptıkları müzakereleri Yüce Allah bize şöyle anlatır:

“Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal, 8/30.)

Hz. Peygamber’in, Haşimoğlularından Ebu Leheb dışında hiçbir kimsenin katılmadığı (veya alınmadığı) müşriklerin bu gizli toplantısından haberdar olması konusunda iki rivayet vardır. Bu rivayetlerin birine göre Hz. Peygamber’i Cebrail (a.s.) bilgilendirmiş, (İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 227; Taberî, Târîh, II, 372.) diğer rivayete göre de Zühreoğullarından birisi ile evli olan büyük halası Rukayka (veya Rakîka) bint Sayfî b. Haşim, suikast teşebbüsüne dair haberleri, belki de bunları bazı komşularından veya yakınlarından öğrenince Hz. Peygamber’e bildirmiştir. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 52; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamber’i, I, 173.) “Bu rivayetlerin ikisinin de meydana gelmiş olması mümkündür. Ancak hicret olayının içindeki olağanüstülükler, Allah’ın yardımının sıkıntılı durumlarda Müslümanlara gelmesi, bunun Hz. Peygamber’e Cebrail (a.s.) tarafından bildirilmiş olduğu görüşünü teyit etmektedir.” (Adnan Demircan, Nebevi Direniş Hicret, s. 111.) İşte bu toplantıdan sonra Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicret izni verildi. (İbn Hişâm, es-Sîre, II,129; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, II, 103.) Hz. Cebrail’in, hem toplantının haberini hem de hicret iznini getirmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Müşriklerin Dârü’n-nedve’de aldıkları karara göre karanlık bastıktan sonra görevli şahıslar evin etrafını kuşatacaklar, gece sabaha kadar eve giriş ve çıkışları engelleyecekler ve sabah evinden çıkarken Hz. Peygamber’in üzerine toptan çullanacaklar ve onu öldüreceklerdi. Hep beraber hücum edip öldürecekler ve bu sayede de kimin öldürdüğü belli olmayacaktı. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yakınları olan Haşimoğulları kan davasına kalkışamayacak ve diyete razı olacaklardı. Neticede diyet ödenerek bu iş kapatılacaktı. Daha sonra Müslümanlar, bu kararın alındığı güne “yevmü’z-zahme: zahmet günü” demişlerdir. (Taberî, Târîh,II, 370; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 175.)

Kaynaklarda geçen bilgileri yorumlayarak diyebilirim ki müşriklerin bu kararından haberdar olan Hz. Peygamber, herkesin gündüz uykusuna yattığı öğle sıcağında Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Onunla bu gece çıkacakları hicret yolculuğunun detaylarını görüştü, görevlileri tespit ve görevlerini söyledikten sonra kimse uykudan uyanmadan kendi evine döndü. Evinde gündüz uykusu uyumuş gibi ikindi serininde dışarı çıktı. Akşam olunca herkes gibi o da kendi evine döndü. Evi gece karanlığında müşrikler tarafından kuşatıldıktan sonra ev halkı ile vedalaşıp müşriklerin gözü önünde evden ayrıldı; bir mucize eseri olarak müşrikler onu göremediler. Eşi Sevde, kızları Ümmü Gülsüm ve Fatıma, bir de Hz. Ali ile vedalaşıp ayrıldığını düşünüyorum. Eşine ve kızlarına ne dediği hakkında kaynaklarda bilgi bulamadım. Yalnız, Hz. Ali’ye şunları söylediği bilinen bir gerçektir: “Bu gece benim yatağımda yat ve rahat uyu! Şu Hadremevt ürünü olan yeşil abama da iyice bürün! Hiç korkma! Onlar, sana hiçbir şey yapamayacaklar! Rahat ol! Rahat uyu!” (İbn Hişâm, es-Sîre, II, 126-127; Taberî, Tarîh, II, 372.)

Hz. Peygamber, gece vakti evinin etrafını saran müşriklerin arasından Yasin suresinin ilk ayetlerini okuyarak ve onların yüzlerine toprak serperek ayrıldı. Evden ayrılır ayrılmaz hemen Hz. Ebu Bekir’in evine geldi. Hz. Ebu Bekir ve ev halkı onu bekliyorlardı. Gündüzün kararlaştırılan plan ve proje gereği herkes kendine düşeni yapmıştı. Hz. Ebu Bekir, iki deveyi götürüp Abdullah İbn Uraykıt’a teslim etmiş, evdeki bayanlar da birlikte yola çıkacak iki dost için yol azığı hazırlamışlardı. Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma, hazırlanan yiyeceklerin konulduğu bohçanın (veya dağarcığın) ağzını bağlamak için kemerini ikiye ayırmış ve biri ile bohçayı bağlayıp diğeri ile de belini bağlamış. (Abdürrezzak es-Sanânî, Musannef, V, 389; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 198.)

Kendileri için hazırlanan yol azıklarını ve yolda lazım olacak eşyalarını ellerine alan bu iki dost, Medine’ye doğru değil Yemen’e doğru giden yol üzerinde, Mekke’nin güney batısındaki Sevr Mağarası’na çıktılar. Hz. Ebu Bekir çok heyecanlıydı, kendisini Hz. Peygamber’e (s.a.s.) siper etmişti. Mağaraya önce o girdi ve dibi köşeyi kontrol ettikten sonra Hz. Peygamber’i (s.a.s.) içeri aldı. (Ahmed b. Hüseyin Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, II, 477; Şâmi, es-Sîre, III, 240.)

Sabahleyin Hz. Peygamber’i evinde bulamayan müşrikler, beklenmedik bir şekilde karşılarına çıkan Hz. Ali’yi sorgu suale çektiler, tartakladılar, bir müddet hapsettikten sonra kendisinden bir bilgi alamayınca bıraktılar. (Taberî, Târih, II, 374; Diyarbekrî, Hamîs, I, 325.) Ebu Cehil ve beraberindekiler, Hz. Ebu Bekir’in evine baskın yaptı ve Hz. Esma’yı tokatladılar. (İbn Hişâm, es-Sîre, II, 132; Taberî, Târih, II, 380.) Her iki evden de bir bilgi alamayan müşrikler, Medine yollarına düşerek kendilerini yordular. Yorulmakla kalmadılar, elleri boş döndükleri için sıkıntıya düştüler. Bunları ölü veya diri yakalayana yüz deve ödül koyarak herkesi bu işin içine katmaya çalıştılar. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 175; Belâzürî, Ensâb,I, 308.) Üç gün boyunca koşuşturmaları, bu iki dostu ölü veya diri yakalayana yüz deve ödül koymaları ve neticede bir arpa boyu yol alamayışları müşrikleri çileden çıkardı. Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.s.) ve arkadaşı Hz. Ebu Bekir, her an müşriklerin ne yaptıklarından ve ne yapacaklarından haberdardılar. Yiyecek ve içecekleri geliyor, her şey planladıkları gibi cereyan ediyordu. Hz. Ebu Bekir’in küçük oğlu Abdullah, herkes yatıp uyuduktan sonra yola çıkıyor, hem yiyeceklerini hem de yeni haberleri getiriyordu. Abdullah, geceyi mağarada geçiriyor sabaha karşı Mekke’ye dönüyor ve hiç kimse onu görmüyordu. (Abdürrezzak es-Sanânî, Musannef, V, 390; Buhari, Menâkıbu’l-Ensâr, 44.) Herkes görevini yapıyor ve iletişim aksamadan sağlanıyordu. İşte buna, peygamber siyaseti derler.

Müşrikler, Hz. Peygamber’i ve Ebu Bekir’i yakalamak için Sevr Dağı’na da çıktılar. Onların Sevr Dağı’na kadar çıktıklarını bize Yüce Allah haber veriyor. Kur’an’da, bu konuda şöyle buyuruyor: “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber.’ diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/40.)

Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ve Ebu Bekir’i koruduğu aşikârdır. Çünkü müşrikler, mağaranın ağzına kadar geldikleri hâlde içine bakmadan geri dönüp gittiler. Bir örümceğin mağaranın ağzına ağ örmesi (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 348.), iki güvercinin yuva kurup yumurtalarını bırakması, müşriklerin mağaraya bakmadan dönmelerine sebep oldu. (İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 229; Belâzürî, Ensâb, I, 308.)

Hz. Âişe’nin bize verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir, Sevr Mağarası’nda üç gece kaldılar. Ücretle tuttukları güvenilir ve mahir yol kılavuzu olan Abdullah b. Uraykıt ile de öyle anlaşmışlardı. Abdullah, pazarı pazartesiye bağlayan gece develeri alıp gelecekti. Hz. Ebu Bekir’in verdiği bilgiye göre de mağaradan geceleyin ayrıldı. Hz. Peygamber, Ebu Bekir, Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt’tan oluşan dört kişilik kafile, İbn Sa’d ve Belâzürî’ye göre pazarı pazartesiye bağlayan gece Mekke’den ayrıldılar. (Belâzürî, Ensâb,I, 308; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 232.) İbn Hacer de bu konudaki değişik görüşleri telif ederek şöyle demektedir: “Mekke’den perşembe gününü cuma gününe bağlayan gece çıktı ve mağaraya vardılar. Sığındıkları Sevr Mağarası’nda üç gece gizlendiler ve pazarı pazartesiye bağlayan gece mağarayı terk ettiler.” (İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, VII, 244; Bu konudaki rivayetler ve daha geniş bilgiler için Kasım Şulul’un Hz. Peygamber Devri Kronolojisi isimli kitabına (İnsan yayınları, İstanbul 2011, s. 401-406) bakınız.) Hz. Peygamber (s.a.s.) ve beraberindekiler, Mekke’nin güneybatısından bir yay çizerek Medine’ye yöneldiler. Mekke-Medine arasında işlek olmayan bir güzergâh izleyerek ve zikzaklar çizerek yol aldılar. Bazen sarp dağ geçitlerinden, bazen çöllerin arasından geçtiler.

Hz. Ebu Bekir, mağaradan ayrılışlarını şöyle anlatır: “Bizi takip etmek ve yakalamak için gözcüler tutulmuştu. Biz, geceleyin Mekke’den (Sevr Dağı’ndan) ayrılıp yola çıktık. O gecemizi ve gündüzümüzü hızlıca yürüdük. Nihayet günün en sıcak vaktine girdik, güneş gündüzün ortasına gelip dikildi. Ben, kendisine sığınıp barınabileceğimiz bir gölge görebilir miyim diye etrafa bir göz attım. Tam o sırada büyük bir kaya gördüm ve hemen onun yanına geldim. Onun biraz gölgesi vardı. Ben, Resulüllah (s.a.s.) için yanımda buluna bir pöstekiyi yere serdim. Sonra ona: ‘Ya Resulüllah! Sen biraz yat, uyu! Ben, şöyle etrafı bir dolaşayım!’ dedim. Resulüllah da onun üzerine yattı ve uyudu. Ben de peşimize düşenlerden kimseyi görebilir miyim diye etrafı gözetleyerek biraz yürüdüm. Sonra güneş biraz batıya doğru meyletmişken
hareket ettik. Bizi arayanlar peşimizdeydi. Bize onlardan Sürâka b. Mâlik b. Cü’şum’dan başka hiçbir kimse yetişemedi.” (Buhari, Menâkıb, 25; Fedâil’ü-Ashâb, 2; Menâkıbü’l-Ensâr, 44.)

“Sürâka bize yetişince: ‘Yakalanıyoruz ya Resulüllah!’ dedim. O da: ‘Üzülme! Çünkü Allah, bizimle beraberdir.’ dedi ve Sürâka’ya beddua etti. Bunun üzerine Sürâka’nın atı tökezleyip karnına kadar yere battı. Zannediyorum ki biz, bu sırada düz ve sert bir yerde bulunuyorduk. Atının ön ayaklarının yere saplandığını gören Sürâka şöyle dedi: ‘Kesin olarak anladım ki siz ikiniz bana beddua ettiniz. Şimdi siz benim için dua ediniz. Allah şahit olsun ki ben sizin peşinizde olanları geri çevireceğim.’ Bu şekilde söz vermesi üzerine Resulüllah (s.a.s.) ona hayır dua etti; o da kurtuldu. Sonra geriye döndü ve bizim peşimizde olanlardan karşılaştığı herkese ‘Bu taraflara gitmenize gerek yok, ben oralardan geliyorum!’ diyerek o kişileri geri çevirdi ve bize verdiği sözde durdu.” (Buhari, Menâkıb, 25; Müslim, Zühd, 75.)

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve beraberindekiler, yolda Ümmü Ma’bed Âtike bint Hâlid’in çadırına uğramış ve ondan süt almışlardı. Sürüye katılamayan bir keçiden sütün sağılması ve Ümmü Ma’bed’in, o an hayvanlarının peşinde olduğu için çadırda olmayan ve akşam gelen eşine Hz. Peygamber’i vasfetmesi hakkında kaynaklarımızda değişik rivayetler vardır. (İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 231; Hâkim, el-Müsterek, III, 9-10; Ebu Nuaym, Delâil, II, 283.)

Medine’ye yaklaştıkları zaman, Eslem kabilesi reisi Bureyde, Kureyş’in ortaya koyduğu ödülü almak için adamlarından yetmiş kişi ile kafilenin önünü kesmiş, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisi ile konuşmasından sonra da Müslüman olmuştur. Başındaki sarığı çıkarıp uzun bir sırığa takarak kabilesinin topraklarından çıkıncaya kadar kafileye sancaktarlık yapmış ve adamları ile birlikte yol boyunca çevre güvenliğini sağlamıştır. (İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 242; Belâzürî, Ensâb, I, 309; İbn Abdilberr, el-İstîâb, I, 185.)

Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre kafile, 1 Rebiülevvel/13 Eylül 622 pazartesi günü Mekke’den (Sevr Mağarası’ndan) yola çıkmış ve bir hafta sonra yani 8 Rebiülevvel/20 Eylül 622 pazartesi günü öğleye doğru Medine’ye çok yakın olan Kubâ köyüne varmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve beraberindekiler, cuma gününe kadar bu köyde kalmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de “Temellerinin takva üzere atıldığı” bildirilen Kubâ Mescidi işte bu kısa zaman içerisinde yapıldı. 12 Rebîülevvel/24 Eylül 622 cuma günü kuşluk vaktinin sonlarına doğru Kubâ’dan ayrılan Hz. Peygamber, Rânûnâ vadisinde Sâlimoğulları mahallesinde beraberindekilere ilk cuma namazını kıldırdı. Cuma namazından sonra da Hz. Enes’in deyimiyle bir bayram havası içerisinde Medine’ye girdi. (Ahmet Önkal, Hicret, DİA, XVII, 461.)