Makale

BİR ÖMÜRDE İKİ HAYAT: AYŞE ŞASA

BİR ÖMÜRDE İKİ HAYAT: AYŞE ŞASA

Varlığı ve hakikati keşif yolunda ilerleyerek geçirdiği yaşamını ‘bir ruh macerası’ olarak nitelendiren; yazar, düşünür, senarist ve gönül insanı Ayşe Şasa’yı, sinema yazarı İhsan Kabil’e sorduk…

Amerika’da sinema araştırmaları üzerine yüksek lisans eğitiminiz bitince Türkiye’ye geldiniz ve yolunuz Ayşe Şasa ile kesişti. İlk tanışmanızdan ve sizdeki ilk izleniminden bahseder misiniz?

Evet, aslında doktoraya da başlamıştım fakat Birinci Körfez Harbi’nin başlaması ve George H. W. Bush’un sağlık ve eğitim alanlarında bütçe kesintilerine gitmesiyle (Üniversiteden asistanlık alarak gitmiştim.) bir dönem devam ettikten sonra 1993’te Türkiye’ye dönmek durumunda kaldım. Amerika’ya tekrar dönmek için destek bulamayınca burada yeniden bir hayat kurma yoluna giriştim; kendi iç dünyamdaki dönüşümle de yeni bir çevreyle tanışma hâsıl oldu ve Ayşe Şasa ile yollarımız kesişti. İlk tanışmamız tabii ki çok anlamlıydı zira ben de kendisi gibi Batılı bir eğitim varoluş formasyonundan geliyordum ve paralel şekilde travmatik bir süreçten sonra manevi dünyaya tevessül etmiştim. Bendeki ilk izlenimi, güngörmüş, hayatın belli dönemeçlerinden geçtikten sonra imbikten süzülmüş gibi bir zarafet ve olgunluk içinde asil bir ruh şeklinde tezahür etmişti.

“O günler öyle dehşetli olmasa bu günler böyle rahmetle gelmezdi.” dediği zor yıllar geçirdi Şasa. Şizofreni tedavisi görürken İbnü’l-Arabî’nin Fusûsü’l-hikem’ini okudu ve hayatı değişti. Bu değişimden önce Ayşe Şasa’nın inanç dünyası nasıldı?

Külfet veya zahmet olmadan rahmet olmaz, biliyorsunuz. Gerçekten de Ayşe Hanım’ın şahsi hayat tecrübesinde, çok sarsıntılı bir ruh serencamı meydana gelmiş. Türkiye’nin o zamanlardaki mevcut çalkantılı siyasi ve toplumsal yapısıyla da âdeta koşut bir buhran söz konusu olmuştu. Çocukluğunu gayrimüslim dadılar eşliğinde geçirmiş, bu nedenle ilk gençlik çağında son derece Batılı bir hayat tarzı deneyimi olmuş ama sonrasında bu tarza âdeta bir reddiye geliştirmiş. Halkın gerçekleriyle buluşma olgusu, kabul edilir ki, kendi yaşam çizgisinde ağır bir izdüşüm meydana getirmiş. 1970’li yılların gerçekten puslu ve kasvetli havasında şizofrenik bir ruh macerasına düçar olan Ayşe Hanım, 1980’lerin içinde bir gün başucunda Fusûsü’l-hikem’in İngilizce tercümesini bulunca bir suhulet ve sekinet hâliyle iyileşme süreci yaşamaya başlamış.

Ayşe Şasa o dönemde entelektüel sinemada eksik olan irfani boyuta yönlendiren senaryolar yazdı, onun senaristliğinden ve Türk sinemasına katkılarından söz eder misiniz?

Başlangıçta Ayşe Şasa’nın sinema dünyası, Yeşilçam’ın mevcut normları içinde ama yine de insani boyutu öne çıkaran bir çizgide gelişim gösterdi. Kemal Tahir ve çevresiyle tanışması, senaryolarına da yansıdı. Mesela Ah Güzel İstanbul filminde, Batı’ya öykünmüş, kendi kültürüne yabancılaşmış tiplere karşı yerli bir duyarlılıkla hayatını idame ettirmeye çalışan insanları ön plana çekti. Sonrasında toplum içinde kadının yeriyle ilgili sorunlara eğilen Şasa, iç dünyasında yaşadığı dönüşümle birlikte sinemada hikmet ve irfan arayışına yöneldi. Sinema ve televizyon dizilerindeki senaryolarından bir seçki yapacak olursak Son Kuşlar, Balatlı Arif, Yedi Kocalı Hürmüz, Battal Gazi Destanı, Hacı Arif Bey, Ve Recep Ve Zehra Ve Ayşe, Merdoğlu Ömer Bey, Gramofon Avrat sayılabilir. Bu yönsemede Dergâh dergisinde yazdığı ve daha sonra kitaplaşacak olan “Yeşilçam Günlüğü” başlıklı yazılarında, Türk sinemasında manevi ve metafizik boyuta değinen filmleri, bu minvalde nasıl bir sinema yapılabileceğine dair ipuçlarını sergiledi. Son dönemde, 1993’te Yücel Çakmaklı’nın çektiği Kanayan Yara Bosna/Mavi Karanlık ve 2008’te Özkul Eren’in yaptığı Dinle Neyden, Ayşe Hanım’ın bir nebze olsun sinemada manevi gerçekliği işleyerek beyaz perdeye taşıyan yapımlar oldu.

“Dünyayla telefon hattı üzerinden kurduğum bir rabıta var.” derdi Ayşe Şasa; bunun nedeni neydi?

Ayşe Hanım için insanlarla iletişime geçmek, illa yüz yüze olmak gibi bir mecburiyete bağlı değildi. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da seçkin birçok kişiyle telefon vasıtasıyla irtibat kuruyor; haberler, yorumlar alıyor; kendi değerlendirme ve çıkarımlarını onlarla paylaşıyordu. Bir açıdan bu teknolojik ağ, mecazi olarak dünya denen müşahhas varlıkla duyular yoluyla kurulan bir bağdı. Bu çerçevede Muhyiddin Şekur, İsmet Özel, İsmail Kara, Mustafa Kutlu, Mahmut Erol Kılıç, Engin Akarlı, İlber Ortaylı, Sadık Yalsızuçanlar, Nuray Mert, Rabia Brodbeck, Berat Demirci, Akif Emre, Yusuf Kaplan, Ahmet Uluçay, Hümeyra Yivlik, Celal Fedai, Zühal Elver, Safer Efendi, Tuğrul Efendi, Çelebi Baba, İbrahim Baba, Davut Hoca, Dervişan ve içinde birçok gencin bulunduğu her yaştan insan, onun telefonla iletişim ağının ayrılmaz bir parçasıydı.

Ayşe Şasa’nın son dönemlerine de şahitlik ettiniz. Üzerinde çalıştığı fakat nihayete erdiremediği bir eseri veya projesi var mıydı?

Ayşe Hanım, ortaya konan hiçbir çalışmanın tamama erdiği düşüncesinde değildi; her zaman ilave edilecek veya alternatif şeyler olduğu kanaatini koruyordu ve hayat hikâyesinde illa ki kendine sakladığı sırları mevcuttu. Bu anlamda, her kaleme aldığı eseri ikame edecek bölümler vardı ve senaryolarında çalıştığı filmler bütün olarak ele alındığında tam mutmain olduğu pek söz konusu değildi. Eleştirel bakmayı oldukça geliştirmişti ve bu tutumunu öncelikle kendisine uyarlıyordu. Buradan hareketle imkân sağlandığı takdirde, sinemaya kazandırılacak senaryo fikirleri mevcuttu ancak tam olarak gönül rahatlığıyla çalışabileceği ortamı hiçbir zaman karşısında göremedi.

Ayşe Şasa Kimdir?

1941 yılında İstanbul’da doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji (1960) mezunu. 1960 yılından itibaren yürüttüğü senaristliğin yanında 1963-65 yılları arasında Robert Koleji İdari Bilimler Bölümüne devam etti. Şasa’nın, Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Cemo, Gramafon Avrat gibi çeşitli senaryoları filme aktarıldı. Dergâh dergisinde “Yeşilçam Günlüğü” başlığı altında yazdığı sinema yazılarıyla 1994’te TYB ödülü aldı. Şasa, çok sayıda sinema filmi yazdı. Şebek Romanı, Delilik Ülkesinden Notlar, Yeşil Çam Günlüğü yazdığı kitaplar arasında. Ayşe Şasa 17 Haziran 2014’te İstanbul’da vefat etti.