Makale

CENNETİN HASRETİNİ DUYDUĞU SAHÂBİ: AMMÂR B. YÂSİR

CENNETİN HASRETİNİ DUYDUĞU SAHÂBİ:
AMMÂR B. YÂSİR
Doç. Dr. Yaşar Akaslan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslami tebliğin ilk zamanlarıydı. Mekke’nin Mahzûmoğulları kabilesinin yaşadığı mahallesinde, bu zor dönemde sahip çıkanı ve koruyanı bulunmayan kimsesiz bir aile vardı. Kırbaç seslerinin dinmediği ve zulmün had safhada yaşandığı Mahzûmoğulları mahallesi, Müslümanların kimsesiz ve fakirlerinin tespit edilip onlara türlü eziyet edildiği bölgelerin en önde geleniydi. Hâl böyle olunca müşrikler en ufak bir gerekçe olmaksızın, ellerine geçen her fırsatta bu zayıf ve himayesiz aileye serbestçe işkence etmekten geri durmuyorlardı. Bu ailenin eziyete maruz kalmadığı gün neredeyse yoktu. İçi su dolu kuyulara başlarını daldırıp bekletmeleri, kızgın güneşin altında saatlerce aç ve susuz bırakmaları, kavrulmuş taşları onların vücutlarına bastırarak etlerini koparmaları, müşriklerin onlara yaptıkları türlü eziyetlerin birkaçıydı.

Bir gün müşrikler, bu ailenin fertlerinden birini, yalnız olduğu bir sırada yakalayıp kimsesiz ve zayıf Müslümanlara işkence mekânı tuttukları Mekke kayalıklarının bulunduğu Ramdâ mevkiine götürdüler. Toprağın üstündeki ve altındaki bitkileri kavurduğu bu bölgede onun elbiselerini çıkardılar. Kavurucu güneş altında, o günün sıcağında bekletilerek ilikleri eritecek duruma getirilen demirden zırh giydirip kızgın kumların üstüne yatırdılar. Derileri kavlatan kor parçaları hâline gelen taşlarla soluğu kesilinceye ve bayılıncaya kadar vücudunu dağladılar. Öğle sıcağında bitap düşen vücudunu aç ve susuz bırakıp “Muhammed’in dininden dön! Lât ve Uzzâ’ya tap, kurtul!” diyerek gece yarılarına kadar ona zulmettiler. Yine akıl almaz işkencelere artık dayanacak gücünün kalmadığı bir gün o, sırf işkenceden kurtulmak amacıyla zalim müşriklerin duymaktan memnun kalacağı cümleler kurarak Lât ve Uzzâ lehinde sözler söyledi, Hz. Peygamber’in aleyhinde konuşmak zorunda kaldı. Duyduklarından hoşlanan insaf yoksunu müşrikler, bu olaydan sonra onu serbest bıraktılar. Zalimlerin elinden kurtulur kurtulmaz panikle soluğu Hz. Peygamber’in yanında aldı. Tarifi imkânsız bir pişmanlıkla ve gözyaşları eşliğinde “Ya Resulallah! Ben helak oldum. İmanımı koruyamadım! Müşriklerin işkencelerine tahammül edemedim! Lât ve Uzzâ’yı övdüm! Senin hakkında da kötü konuştum! Benim hâlim ne olacak şimdi?” diyerek başına gelenleri Resulüllah’a tek tek anlattı. Hz. Peygamber, mübarek elleriyle onun başını kendi göğsüne yasladı; gözyaşlarını silerek teselli edip “Sen o sözleri söylerken kalbin nasıldı?” diye sordu. O, “İmanla dopdolu olan kalbimde en ufak bir değişiklik olmadı.” cevabını verince Hz. Peygamber, ağzından çıkanları imanla dolu bir kalple söylediyse sorumlu olmadığını, yine benzer eziyet ve işkenceye maruz kalırsa aynı ifadeleri kullanmasının bir mahzuru bulunmadığını ifade etti (İbn Sa‘d, Tabakât, 3:229). Ardından tüm müminlerin gönüllerine su serpen şu ayet nazil oldu: “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Nahl, 16/106)

Kur’an’ın, içinde bulunduğu hâli ve imanını tasdik ettiği bu kişinin adı Ammâr b. Yâsir idi. Ammâr, türlü işkencelerin muhatabı Yâsir ailesinin büyük oğlu olarak 564 yılında Mekke’de doğdu. Müslüman olmadan evvel de Mekke’de hâkim yaşam tarzından uzak ve şirk eseri fiillerden ari bir hayat sürdü. İman ettiğinde yaşı 46 olmasına rağmen İslam’ın yüz akı gençler gibi mücadele etti. Bu uğurda imanda sebatın zirvesi olan ailesini şehit verdi. Babası, annesi ve kardeşi gözleri önünde acımasızca şehit edilince yaşadığı ev ıssız kalmıştı. Evini mescit olarak bağışlayarak nice insanın imanla tanışmasına vesile oldu. Bu sayede evi, sessiz bir mekân değil; Kur’an’ın okunduğu, kelime-i tevhid’in yankılandığı, namazların cemaatle kılındığı, İslami eğitimin yürütüldüğü faal bir mekân hâline geldi.

Müslüman olmadan kısa bir süre önce, çok yakından tanıdığı Hz. Peygamber’in mübarek ağzından Kur’an’ı işiten Ammâr, kimselere sezdirmeden gizlice Erkam b. Ebî Erkam’ın evine gitti. Tereddüt etmeden İslam’la şereflenerek tarih sayfasına kaydedilen ilk mümin isimler arasına dâhil oldu. Müslümanların toplandığı mekânın müşriklerce tespitine sebep olmamak adına gün boyu Dâru’l-Erkam’dan ayrılmadı. Hz. Peygamber’in dizinin dibinde Allah’ın ayetlerini öğrendi. Akşam olunca da gizlice evine döndü. Ammâr, zamanla Dâru’l-Erkam’ın müdavimi oldu. Onun değişen hâllerini gören ailesi de iman etti. Yâsir ailesi, Müslüman olduğunu çevreden hiç gizlemedi. Böylece fakir ve kimsesiz olmaları sebebiyle onlar için ağır işkencelere uğrayacakları zor günler, beklenilenden daha çabuk geldi.

Bir gün Resulüllah, müşriklerin işkence mekânı olarak seçtikleri Bathâ mevkiiden geçerken Yâsir ailesine işkence yapıldığını görünce oldukça hüzünlendi. Yürüyecek dermanı kalmamış hâldeki Yâsir’in: “Yâ Resulallah! Zamanımız hep işkenceyle mi geçecek? Bu iş daha ne vakte kadar böyle sürüp gidecek?” (İbn Sa‘d, Tabakât, 3:230) diye sorması üzerine yüreği derinden sızlayan Resulüllah: “Sabredin ey Yâsir ailesi! Size müjdeler olsun! Sizin mükâfatınız cennettir.” (İbn Hişâm, Sîretü’n-nebeviyye, 1:346-347) buyurdu.

Yine bir gün kin ve nefret kusan Mekkeli müşrikler, Ammâr’ı sürükleye sürükleye kavurucu güneşin altına götürdüler. Saatlerce burada bıraktıkları yetmezmiş gibi bir de kor ateşle ona işkence ettiler. Resulüllah, zaman zaman mazlum müminlere moral vermek üzere gizlice müşriklerin işkence mekânlarında bulunmadığı sıralarda zulme maruz kalan Müslümanların yanına giderdi. İşte bu vakitlerin birinde, gözü dönmüş müşriklerin ağır işkenceleri altında bitap düşen Ammâr’ın iniltilerini işitti ve gözyaşlarıyla kendisine mahzun bir şekilde bakan Ammâr için “Allahım! İbrahim’e nasıl ateşi serin ve selamet kıldıysan Ammâr’a da o ateşi serin ve selamet kıl!” diyerek dua etti. Müşriklerin Ammâr’a yaptıkları işkencelerin izleri yıllar sonra dahi vücudu üzerinden belirgin şekilde görülecek kadar derindi. Onun, her tarafı derin oyuklar şeklinde delik deşik olmuş sırtını gören birisi hayrete düşmüş ve sırtındaki oyukların nedenini sormuştu. İşkencenin her türlüsünü tadan Ammâr’dan: “Bunlar, Kureşlilerin kavurucu çölde bana yaptıkları işkencelerin izleridir.” cevabını almıştı.

Hiç şüphesiz ki Ammâr, Resulüllah’ın çok sevdiği dostlarındandı. Nitekim Ammâr’ı her gördüğünde gözleri parıldayan Hz. Peygamber ona türlü iltifatlarda bulunurdu. “Cennet üç kişiyi şiddetle arzu eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân’dır.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 34) ifadeleri, Resulüllah’ın Ammâr’ı ne derece sevdiğini gösterir mahiyettedir.

Ammâr her zaman olduğu gibi Mescid-i Nebevî’nin inşası esnasında da en fazla gayreti gösterenlerdendi. İnşaat için herkes bir kerpiç taşırken ilerleyen yaşına rağmen o iki tane taşıyordu. Bu durumu gören Resulüllah, Ammâr’ı takdir ettikten sonra onun üzerindeki tozları silkeleyerek neden kerpiçleri teker teker ve yavaş yavaş taşımadığını sordu. O da “Ya Resulallah! Birini sizin, diğerini de kendim için taşıyorum ve sevabını da Allah’tan umuyorum” karşılığını verdi. Sahâbeden bazıları, şaka niyetiyle bazen Ammâr’ın taşıdığı iki kerpicin üstüne bazen üçüncüsünü koyuyordu. Çok yorulan Ammâr, bu durumdan şikâyetçi oldu ve Hz. Peygamber’e “Ya Resulallah! Kardeşlerim bu hâlde beni öldürecekler galiba. Kendilerine yüklemediklerini bana yüklüyorlar.” diyerek bu durumu şaka yollu dile getirdi. Rasulüllah, Ammâr’ın kardeşleri sebebiyle ölmeyeceğini söyleyerek “Seni azgın bir topluluk öldürecek.” (İbn Sa‘d, Tabakât, 3:234) buyurdu. Öyle de oldu. Allah Ammâr’a uzun ve hayırlı bir ömür ikram etti. Resulüllah’ın, Ammâr’ın azgın bir topluluk tarafından öldürüleceğini ifade eden sözleri, bir açıdan Ammâr’ın doğru yolda ve hak üzere olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in: “Ammâr’ın gösterdiği yoldan gidiniz!” (Tirmizî, “Menâkıb”, 28) ifadesi de sahabe arasında “Ammâr neredeyse hak orada, hak neredeyse Ammâr oradadır.” sözüyle karşılık bulmuştur. Bu durumu, Hz. Âişe validemizin Resulüllah’tan işittiği şu ifadeler de teyit eder mahiyettedir: “Ammâr, ne zaman iki konu hakkında tercih yapmak zorunda kalsa daima en doğrusunu seçmiştir.” (Tirmizî, “Menâkıb”, 35)

Ammâr, Hz. Peygamber’in bulunduğu bütün savaşlara katıldı. Abdullah b. Ömer onun savaşlardaki kahramanlığına şu ifadelerle tanıklık etmiştir: “Yemâme günü öyle bir yiğit gördüm ki düşmanın saflarını dağıtıyor, ‘Cennet ileridedir.’ diyerek etrafındaki mücahitleri motive ediyordu. Daha sonra öğrendim ki bu yiğit Ammâr imiş.”

Resulüllah’ın, hakkında “Başından ayağına kadar imanla dopdoludur.” dediği koca yürekli sahabi, 37/657 yılında, 93 yaşında katıldığı Sıffîn’de bahtsız bir kişinin kılıç darbeleriyle şehadet şerbetini içti. Hz. Ali’nin kıldırdığı cenaze namazının ardından yine orada defnedildi.

Ammâr b. Yâsir, ilk Müslümanlardan olmasının yanında Hz. Peygamber’in ahirete irtihaline kadarki süreçte daima Resulüllah’la beraber bulunması itibarıyla ondan 62 hadis rivayet etmiştir. Onlardan birisi de bizlere serlevha olacak nitelikteki şu ifadedir: “Üç şeyi her kim bir araya getirebilirse imanın tamamını elde etmiş olur: Kendi aleyhine de olsa insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek ve fakirken bile tasaddukta bulunmak.” (Buhârî, “Îmân”, 20) Daima hak ve hakikatin yanında olan Ammâr b. Yâsir gibi anılmayı Allah bize de nasip etsin!