Makale

HASTA PSİKOLOJİSİ: ÖLÜM KORKUSUNDAN ÇOK DAHA FAZLASI

HASTA PSİKOLOJİSİ:
ÖLÜM KORKUSUNDAN ÇOK DAHA FAZLASI
Özge Gökhan Kır
Psikolog

Her bireyin içinde bulunduğu konuma, yaşına, kişilik özelliklerine ve ilgi alanlarına göre farklılaşsa da geleceğe dair hayalleri, planları, hedefleri vardır. İstediği okulda eğitim alabilmek, istediği işi yapabilmek, kariyer hedeflerine ulaşmak, mutlu bir evlilik sürdürebilmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarının başarısını ve mürüvvetini görmek, torunlarını sevebilmek, daha iyi koşullarda yaşamak… Liste uzar gider. Ancak gelecek planlarımızda yer almayan durumlarla ansızın yüz yüze gelebiliriz: “Hastalıklar”. Az ya da çok, belli ölçüde bilinçaltımızda var olan “incinmezlik yanılgısı” ile “Bana bir şey olmaz.”, “Kötü şeyler ve hastalıklar hep başkalarının başına gelir, benim ve yakınlarımın başına gelmez.” inancımız ile hastalıkların çok uzağımızda olduğunu düşünürüz; bu inanç sayesinde yaşama tutunuruz. Ne var ki hastalıklar, yaşamın bir gerçeğidir.

Bazı hastalıklar (grip, solunum yolu enfeksiyonları, kistler gibi), kısa dönem tedavi ya da ameliyat gerektirir; kişinin genel yaşamı üzerinde önemli değişimlere yol açmadan atlatılır. Bazı hastalıklar ise kroniktir; kesin bir tedavisi yoktur, ölümcül olabilir ve hayat boyu tıbbi müdahale gerektirdiği için hastanın yaşamını önemli ölçüde etkileyebilir. Dünya Sağlık Örgütünün tanımına göre en yaygın kronik hastalıklar; kalp-damar hastalıkları, bazı kanser türleri, tip 2 diyabet, obezite, koah ve astımdır.

Hasta Psikolojisi

Kronik hastalıklar, yalnızca hastalığa yakalanan kişiyi değil tüm aileyi etkilerken kişilerin etkilenme şekilleri ve tepkileri çeşitlilik gösterir. Aynı hastalığa farklı kişiler, farklı tepkiler verir. Hatta aynı kişi, aynı hastalığa farklı yaşlarda, farklı tepkiler verir. Örneğin 20’li yaşlarda sedef hastası olan bir kişi estetik kaygılar, beğenilmeme, sevilmeme, terk edilme kaygıları yaşarken; 50’li yaşlarında sedef hastası olan bir kişi, evli ve iyi bir evliliği varsa, terk edilme, yalnız kalma kaygıları yaşamaz. Benzer şekilde akciğer, karaciğer kanseri olan kişiler organlarının işlev kaybını yaşarken meme kanseri, rahim kanseri olan kişiler ayrıca kadın oluşlarına dair kayıplar hissetmektedir. O nedenle “Tüm kanser hastaları aynıdır.”, “ Herkes aynı hastalığı, aynı şekilde yaşar.” varsayımları gerçeği yansıtmamaktadır. Hastanın kişiliği, geçmişte yaşadığı krizlerle başa çıkma mekanizmaları, psikolojik sağlamlığı ve esnekliği, inançları, hastalığa yüklediği anlam, algıları, yaşı, kişinin hastalığa verdiği tepkileri etkileyen kişiye bağlı değişkenlerdir. Hastalığın özellikleri, getirdikleri ve götürdükleri, tedavinin şekli ise kişinin tepkilerini etkileyen hastalığa bağlı değişkenler olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, hastanın ailesinin tutumları, hastanın aldığı tıbbi hizmetlerin niteliği, tıbbi hizmet verenlerin tutum ve davranışları, tıbbi hizmetin alındığı kurum, hepsi hasta psikolojisi üzerinde etkili diğer faktörlerdir. Hasta yakınlarının gerçekçi-pozitif, destekleyici tutumu; sağlık çalışanlarının empatik, saygı ve şefkatli yaklaşımları tedavi sürecini olumlu yönde etkiler.

En yaygın korku ölüm korkusu değildir. Yoğun bakımda yatan hastalarla yapılan bir araştırmada, hastaların ölüm korkusu düzeylerine bakılmış ve ölüm korkularının 0-10 arasında, ortalama 5 olduğu görülmüştür. Bu hastalar, “Bizi en çok korkutan ölüm değil, birilerine bağımlı olmak, eşimiz ya da diğer yakınlarımız tarafından terk edilmek, statü ve değer kaybı, çaresiz hissetmek, yalnız kalmak, yakınlarımıza yük olmak, çok acı çekmek…” şeklinde ölümden başka korkuları olduğunu ifade etmiştir.

Bazı hastalıklar ile kişi, gelecekle ilgili hayallerini, planlarını, enerjisini, enerji ile yaptığı aktivitelerini, iş gücünü, statüsünü kaybederken tüm bunlara bağlı olarak öz güvenini de kaybeder. Her kayıp ise yas süreci ve hüzün yaşatır.

Hasta Tepkileri

Amerikalı Psikiyatrist Elisabeth Kübler Ross’un hasta ve yakınları ile yıllar boyu yaptığı çalışmalar ve analizlerine dayanarak oluşturduğu modele göre, ölümcül hastalık teşhisi konulan hastalarda ve hasta yakınlarında, teşhisten sonraki aylar ve yıllar içinde beş farklı psikolojik aşama yaşanır. Bu aşamaların sınırları ve sıralaması net olmamakla birlikte, aynı hasta, hastalığı boyunca bu aşamalarda ileri-geri gidip gelebilmektedir.

Şok/İnkâr Etmek: Hastalığın öğrenildiği ilk dönemde, hasta ve yakınları bu haberin ağırlığını bir anda kaldırmakta, inanmakta ve hazmetmekte zorlanır. “Olamaz böyle bir şey.”, “Bana olamaz.”, “Sonuçlar karışmıştır.”, “Tahlillerde hata vardır.” ifadeleri kişilerin şok ve inkâr tepkilerine işaret etmektedir.

Öfke: Bu aşamadaki kişi, bir suçlu arayışında olabilir. Hastalığa kimin sebep olduğunu düşünürse (kendisine, yakın çevresine, doktora, personele ya da sisteme, ülkeye…) öfke duygusunu ona yöneltebilir. “Neden ben?”, “Bana öyle acılar yaşattınız ki sizin yüzünüzden hasta oldum.”, “Ömrümü tükettiniz.”, “Kendime kızıyorum çünkü çok sigara içtim.”, “İyi bir insan olduğum hâlde neden benim başıma geldi?”, “Doktor işinin ehli olsaydı böyle olmazdım.” ifadeleri öfkenin yansımalarıdır.

Pazarlık: Teşhisi kabullenen hasta, “Bir iyileşeyim ihtiyaç sahiplerine ne yardımlar yapacağım.”, “İyileşince hacca gideceğim.”, “Hastalığı bir atlatayım bambaşka bir insan olacağım.”, “Evladımın mezuniyetini bari göreyim yeter.” gibi ifadelerle pazarlık aşamasında olduğunu gösterir. Yaptığı pazarlığın gerçekleşmesi ile iyileşmeye dair hâlen ümit beslemeye devam eder.

Depresyon: Hastanın ümidini kaybettiği aşamadır. Hasta, hastalığını inkâr etmiştir; öfkelenmiştir, pazarlık yapmıştır ama yine de iyileşme olmamıştır. Sonunda ümidini kaybetmiş, sessizleşmiş, içine kapanmıştır. Uyumlu ve ılımlı olarak tanımlanır. Doktor ve hasta yakınları bu sessiz sakin hastanın artık hastalığını ve tedaviyi kabullendiğini zannederler. Oysaki depresyon kabullenme değildir; hasta, savaşçı ruhunu kaybetmiştir. “yüzünü duvara dönen hasta” olarak tanımlanan kişi, hayatı görmek istemez; insanlarla, çevresiyle, tv ve gündemle vs. ilgilenmez. Suçluluk, pişmanlık ve “keşke”ler başlar: “keşke … yapmasaydım.” gibi. Çaresizlik ve ümitsizlik duyguları artarken yeme içme ve uykuda bozulma olur. Bağışıklık sistemi zayıflar.

Kabullenme: Kabullenme aşamasındaki kişi, hastalığını ve ölümün yaklaştığını kabul etmiştir. Sözlü iletişim, yerini sözsüz iletişime bırakmıştır. Hastanın elini tutarak “yanındayım” mesajını verebilmek büyük önem taşır. Sadece hastanın yakın çevresinin orada bulunması yeterlidir.

Hastanın yıllardır hiç görmediği, görüşmediği akrabalarının kendi vicdanlarını rahatlatmak adına yaptığı ziyaretler ise son zamanlarını yaşayan hastaya bir fayda sağlamadığı gibi anlamsızdır da; çünkü yıllardır canlı olmayan bağların son anda yeniden canlandırılmaya çalışılması hastaya duygusal bir yük de getirir. Son zamanlarında hastanın, mümkün olduğu takdirde, evde bakım hizmetleri ile evinde olması ya da tanıdık bildik bir ortamda bulunması, sevdiği, yakın çevresiyle bir arada olması süreci daha kolay geçirmesini sağlar.

Hasta Terapisi

Ruh sağlığı uzmanları tarafından uygulanan, kronik ya da ölümcül hasta terapisi, hasta ve yakınları için sürecin mümkün olabildiğince iyi yönetilmesine yardımcı olurken aşağıda bahsettiğim çalışmaların yürütülmesini kapsamaktadır:

-Tıbbi tedavi ekibi ile koordinasyon sağlanarak hastaya hangi aşamada neyin nasıl söyleneceği neyin söylenmeyeceği konusunda ortak yaklaşım oluşturmak

-Hastanın hastalığını kabullenmesini ve tedaviye uyumunu desteklemek

-Hastanın duygularını ifade edebilmesini sağlamak ve duygularını mevcut şartlara göre olabildiğince yönetmeyi öğretmek

-Hastalığı ile yüzleşmesinde destekleyen bir ilişki sunmak

-Hastanın ailesi ve tıbbi ekip ile ilişkilerini düzenlemek. Özellikle son dönemde vedalaşması için yakınları ile görüşmesini sağlamak ve görüşmeleri düzenlemek.

Hasta Yakınlarının Psikolojisi

Hasta yakını olmak, uzun dönem tedavi ve bakım gerektiren durumlarda hem fiziksel hem de duygusal anlamda yorucu ve yıpratıcı olabilmektedir. Tüm zamanını ve enerjisini hastaya harcayarak kendini ihmal eden hasta yakınları, tükenmişlik ve engellenmenin getirdiği öfke duygusunu hisseder. “Hasta acı çekerken ben dışarı mı çıkacağım, yemek mi yiyeceğim, uyuyacak mıyım vb.” gibi düşüncelerle hastanın yanından bir an olsun ayrılmayarak fayda sağladığını düşünürken yıpranmışlığının ve öfkesinin yansımaları hasta üzerinde olumsuz etki oluşturur. Oysaki hastaya en iyi şekilde bakabilmek için hasta yakınının önce kendine bakması, diğer yakınları ile nöbet değişimiyle enerjisini dengeli şekilde kullanması, kendi ihtiyaçlarını önemsemesi, zaman zaman ortam değiştirip yenilenmiş bir enerji ve moralle yeniden dönebilmesi için göz ardı edilmemesi gereken önemli hususlardır.

Yaşamını anlamlı ve anlamı doğrultusunda dolu dolu yaşamış olan hastalar ve yakınları için hastalıklar ve ölüm daha kabullenilebilir olmaktadır. Yeterince anlamlı yaşamamış ya da isteklerini ertelemiş olan kişiler içinse daha zordur. “Daha yapacak çok şeyim vardı.” düşüncesi, hastayı ve yakınlarını ciddi şekilde yıpratmaktadır. Sonuç olarak, koronavirüs ile mücadele ettiğimiz bu dönemde, ülkemizdeki ölüm oranı çok düşük seviyede olsa da ölüm ve hastalık gerçeği ile yüzleşiyoruz. Henüz geç olmadan, hayallerinizi, planlarınızı, yapmak istediklerinizi, yerine getirmeniz gereken sorumluluklarınızı ertelemeyin. Keşke dememek için, hâlen zaman varken hayatın anlamını ve bu anlam doğrultusunda yaptıklarınızı ya da yapmadıklarınızı sorgulayın.