Makale

ECDADIN HATIRALARIYLA DOLU BİR ŞEHİR SELANİK

ECDADIN HATIRALARIYLA DOLU BİR ŞEHİR
SELANİK
F. Hilâl FERŞATOĞLU
İstanbul Kadıköy Vaizi

Ege’nin kuzeyinde bir körfez… Körfezin kuzeyinde antik bir liman şehri… Makedon Kralı Kassandro’nun M.Ö. 316’da karısı Thessalonike adına kurduğu bir şehir Selanik. Vardar nehrinin sulayıp geldiği verimli topraklardan elde edilen ürünlerin uzak şehirlere taşındığı bir ticaret limanı…

Agora, tiyatro ve hipodrom kalıntıları bugün dahi görülebilen antik kent, M.Ö. ikinci yüzyılın ortalarında Romalılar tarafından zapt edilmiş. Konstantinopolis ile Roma’yı bağlayan meşhur Egnatia Yolu üzerinde bulunması şehrin mühim bir ticaret merkezi olma özelliğini pekiştirmiş. Bizans döneminde şehir çok kereler farklı milletlerce istilaya uğramış ancak uzun süreli elde tutulamamış. Nihayet Yıldırım Bayezid döneminde, Osmanlı ordusu Selanik’i almış (1387) ancak Ankara Savaşı sonrası elden çıkan Selanik’in asıl ve kalıcı fethi, bir ay süren kuşatma sonrasında II. Murad’a nasip olmuş (1430).

Müstahkem bir liman şehri olan Selanik’in fethi Osmanlı’nın İstanbul’dan önceki en önemli fetihlerinden biri sayılır. Şehri çevreleyen muhteşem surlar, Bizans İmparatoru Theodosios tarafından yapılmıştır. Şehir silüetinin önemli bir parçası olan tepedeki Yedi Kule Hisarı’nı ise II. Murad, dedesi Yıldırım tarafından inşa edilen kalenin yerine yeniden inşa etmiştir. (1431). Fatihinin şehre hediye ettiği abide eserler arasında büyük bir çifte hamam ve kervansaray da bulunmaktadır.

1492’den sonra Osmanlı’nın İspanya’dan kaçan Yahudileri ülkesine kabul ederek Selanik’e yerleştirmesiyle şehrin demografisinde ciddi bir hareketlilik olur. 1478’de yüzde 46’sı Müslüman iken, devam eden Yahudi göçleriyle nüfusu kalabalıklaşan şehirde 1502’de Müslüman nüfus yüzde 31’e düşer. Sadece İspanya’dan değil Fransa, Almanya, İtalya ve Portekiz’den göçüp gelen Yahudilerin kısa zaman içinde ticari hayata dahil olmasıyla Selanik hem iktisadi hem kültürel açıdan zenginleşir.

Farklı dönemlerde şehre gelen seyyahlar Osmanlı Selanik’ine dair önemli bilgiler verirler. XVII. yüzyılda şehri gezen Seyyah Âşık Mehmed ile Evliya Çelebi’nin aktarımlarına göre Selanik’te yedisi kiliseden çevrilen on bir Cuma Camii ve yetmiş küsur mahalle mescidi, pek çok han ve hamam, limanda 500 dükkânlı büyük bir bedesten, Vardar kapısı dışında bir mevlevihane, büyük kütüphanesi olan ve birkaç katlı binasında 1000 kadar öğrencinin eğitim aldığı bir Yahudi havrası bulunmaktadır. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda şehre yolu düşen yabancı seyyahlar ise şehirde çok farklı diller konuşan kalabalık bir nüfus olduğunu, Yahudi okullarının çokluğunu, ayrıca bilim ve felsefe derslerinin verildiği bir Yahudi akademisinin varlığını dile getirmişlerdir.

500 yılın sonunda Selanik

Adriyatik’ten Karadeniz’e; Tuna’dan Ege’ye ve Akdeniz’e ulaşan ana yolların kavşağında yer alan bu kozmopolit şehir beş asır boyunca Balkanlara hâkim olan Osmanlı’nın dışa açılan kapısıydı. XIX. yüzyılda demir yollarının Selanik’e bağlanmasıyla ticari kapasitesi daha da artan Selanik, 150.000’e ulaşan nüfusu ile İstanbul, İzmir ve Beyrut’tan sonra İmparatorluğun dördüncü büyük liman şehri sayılıyordu.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hükümete karşı baskıcı tutumu bir muhalefet cephesinin oluşmasına sebep olmuştu. Büyüyen hoşnutsuzluk 31 Mart Vakası diye bilinen olaylara sebep oldu. Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun kumandanı ve Rumeli umum müfettişi Mahmud Şevket Paşa başkanlığında bazı İttihat ve Terakki mensuplarıyla yapılan toplantıda Rumeli’den İstanbul’a bir ordu sevk edilmesi kararlaştırıldı. Hareket Ordusu adını alan bu ordu Selanik’ten hareket ederek İstanbul’daki olayları bastırdı (1909). Neticede hem muhalefet susturulmuş hem de II. Abdülhamid tahttan indirilmişti. Padişah Selanik’e sürgüne gönderilecek ve Balkan Savaşları patlak verene kadar üç buçuk yıl Selanik’te kalacaktı.

Ne acıdır ki Balkan Savaşları sonrasında Rumeli’nin tamamı Osmanlı’nın elinden çıktı ve 1913 Bükreş Antlaşması ile Selanik resmen Yunan Devleti’ne bırakıldı. Lozan Antlaşması (1923) sonrasında gerçekleşen nüfus mübadelesinde Trakya ve Batı Anadolu’daki yerleşik Rumlar Selanik’e, Yunanistan’daki Türklerin tamamı ile Yahudi ve Dönmelerin büyük kısmı Türkiye’ye zorunlu olarak göç ettirildiler.

Günümüzde Selanik

Selanik’in farklı din ve kültürlerden oluşan halkı Osmanlı’nın müsamahakâr tutumu sayesinde sükûnet içinde yaşamışlardı. Büyük Osmanlı’nın şehrin sadece insanını değil dokusunu da koruyan kuşatıcılığı sayesindedir ki bugün Selanik’te orijinal Bizans eseri on dört kilise dimdik ayaktadır. Ancak 1912’de Yunanistan’a bırakıldıktan sonra şehrin ruhuna aynı hürmet gösterilmemiştir.

Eski bir Selanik fotoğrafında minarelerini sayabileceğiniz tüm camiler kapatılmış, bir kısmı tahrip edilmiş -biri hariç hepsinin minareleri yıkılmış-, bir kısmı kaderine terkedilmiş, mübadele zamanı Anadolu’dan gelen Rumlar için barınak olarak kullanılmıştır. Nihayet 2000’li yıllarda tarih/kültür/turizm politikalarını değiştiren Yunan Devleti, ayakta kalabilen bazı Osmanlı eserlerini restorasyona almıştır.

Eski şehrin ana caddesi üzerinde yer alan Hamza Bey Camii (1468), Selanik’te ilk inşa edilen camidir. Zarar gördüğü yangından sonra genişletilerek yeniden inşa edilir (1620). Selanik’teki en büyük Müslüman mabedi olan bu caminin yaşadığı en büyük talihsizlik, uzun süre sinema salonu olarak kullanılması ve hala zihinlerde “Alkazar” olarak yer tutmasıdır.

Fatih döneminde yapılan Alaca İmaret Camii (1484), bugün belediyeye ait kültür merkezi ve sergi salonu olarak kullanılmaktadır. Roma İmparatoru Galerius tarafından tapınak olarak inşa edilip Bizans zamanında kiliseye çevrilen ve 1591 yılında minare ilavesiyle camiye tahvil edilen Hortacı Süleyman Camii, Selanik’te minaresi ayakta kalan tek camidir. Balkan Savaşı’ndan sonra tekrar kiliseye çevrilen yapı, bugün Bizans Eserleri Müzesi’dir.

Sonradan Müslüman olan bir Yahudi tarafından İtalyan mimar Vitaliano Poselli’ye yaptırılan Yeni Cami (1902), Selanik’te en son inşa edilen camidir. İstanbul’daki Yıldız Camii’ne benzerliğiyle dikkat çekicidir. Uzun süre Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmıştır, günümüzde ise sergi salonudur.

Selanik’te bugüne ulaşan dört büyük Osmanlı hamamı vardır. Bunlar içinde Bey Hamamı (1444) ve sonradan Yahudilerin yerleştiği mahallede kaldığı için Yahudi Hamamı diye bilinen, Halil Bey Hamamı (1485) en eskileridir. II. Bayezid tarafından inşa ettirilen, Müslüman, Rum ve Yahudi zanaatkârların birlikte kullandıkları altı kubbeli Bedesten (1460) ise bugün kuzey Yunanistan’da asıl amacı doğrultusunda kullanılan tek Osmanlı eseridir.

Son yüzyılda Selanik’in sembolü hâline gelen Beyaz Kule, şehri çevreleyen surların deniz kıyısındaki doğu ucunda sahilleri korumak için Kanuni döneminde inşa edilmiştir (1536). Bugün müzedir. Şehre hâkim tepede yer alan Yedi Kule Hisarı ise 1967-1989 yılları arasında hapishane olarak kullanıldıktan sonra restore edilerek kültür merkezine dönüştürülmüştür.

Osmanlı Selaniği’nden günümüze ulaşan bazı kamu binaları XIX. yüzyılda değişen mimari tarza örnek gösterilebilir: Hükümet Konağı, bugün Selanik Üniversitesi’ne ait fakülte binası olarak kullanılan İdadiye, Osmanlı Bankası, Gümrük Binası, Guraba Hastanesi ve Üçüncü Ordu Kışlası. Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu ev de Osmanlı sivil mimarisin bir örneği olarak korunmuş, 1953’te Atatürk müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

Yunanistan’ın ikinci büyük şehri olan Selanik’te 7000 civarında soydaşımız yaşıyor bugün. İbadete açık bir cami olmadığı için cuma ve Bayram namazlarını Makedonya ve Trakya Müslümanları derneğine ait bir apartman dairesinde kılıyorlar. Dahası Osmanlı mezarlıkları ortadan kaldırıldıktan sonra Müslümanlara bir mezarlık alanı tahsis edilmediği için ölen yakınlarını 200 km uzaktaki Gümülcine, İskeçe veya Dedeağaç’a götürüyorlar. Zaman içinden süzülüp gelen türküler var dillerinde:

“Selanik içinde salâ verilir,

Salanın sesi cana dokunur,

Gelin olanlara kına yakılır,

Aman ölüm, canım ölüm, üç gün ara ver!”

Koleraya yakalanarak günden güne eriyen ve düğün günü kara toprağa giren Selanikli Fitnat’ı anlatıyor bu türkülerden biri. Yazık ki Selanik’te ne salâ verilir ne ezan okunur ne de Müslüman Türk’ün yatacağı bir toprak parçası vardır şimdi!