Makale

PASİF DİNDARLIKTAN AKTİF DİNDARLIĞA

PASİF DİNDARLIKTAN AKTİF DİNDARLIĞA

Halil KILIÇ

DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşman eline vermez (himaye eder). Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Her kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim dünyada, bir Müslümanın (ayıbını) örterse Allah da kıyamet günü onun (ayıbını) örter.”

(Müslim, Birr, 58.)

İmtihan edilmek üzere yaratıldık; cennette Hz. Âdem atamızla başlayan imtihan yolculuğumuz dünya hayatıyla devam ediyor. Bu yolculuğun sonunda bizi bekleyen iki durak var: Cennet ya da cehennem. Müminlerin yegâne arzusu, cennet durağına selametle kavuşmaktır. Bu durağa ulaştıracak en önemli vasıta ise dünyadayken ekilip ahirette yeşerecek olan amel-i salih tohumlarıdır.

Peki, nedir amel-i salih? Amel-i salih, ıslah edici iş demektir. Kişinin kendisini ıslah eden, kendisine çekidüzen vermesini sağlayan her iş amel-i salihtir. Aynı şekilde kişinin Rabbiyle, insanlarla ve çevresindeki canlı cansız bütün varlıklarla ilişkilerini düzenleyen, iyileştiren ve güzelleştiren her davranış amel-i salihtir. Namaz, oruç, zekât, hac… Bunların hepsi kişiyi manevi olgunluğa eriştiren (ıslah eden) birer salih ameldir. Bu ve benzeri amellerin, kişinin sadece kendisiyle sınırlı kalmasına ve başkalarıyla olan münasebetine bir katkı sağlamamasına pasif dindarlık denir. Ancak bu ameller kişinin kendisiyle birlikte insanlarla ve çevresiyle olan münasebetini ıslah ederse aktif bir dindarlık ortaya çıkar ki İslam’ın müntesiplerinden beklediği dindarlık çeşidi de budur.

İşte yukarıdaki hadis, kişinin dindarlığının sadece kendisiyle sınırlı kalan cılız bir ışık değil; bilakis etrafına aydınlıklar saçan bir güneş gibi olması gerektiğini açıkça ortaya koymakta ve aktif bir dindarlığa vurgu yapmaktadır.

Müslüman, bütün Müslümanları kardeş olarak görendir

Hadiste ilk temas edilen, Müslümanların kardeş olmasıdır. Kardeşlik hukuku, aşsıza aş, evsize ev, yurtsuza yurt olmayı, koruyup kollamayı gerektirir. Özellikle, doğup büyüdükleri vatanlarını terk etmek zorunda kalanlara yardım etmeyi ve onları maddi manevi desteklemeyi gerektirir. Nebevi terbiye ile yoğrulmuş bir Müslüman, kendisini ve öz kardeşini nasıl gözetip koruyorsa Müslüman kardeşi için de aynı hassasiyette olur; çok çalıştırıp az ücret ödemek gibi çaresizlerin sahipsizliğini fırsat bilerek emeklerini sömüren muhterislerden olmayı aklından bile geçirmez.

Müslüman, derde deva olandır

Hadiste ikinci olarak, Müslümanın din kardeşinin ihtiyacını gidermesinin önemine dikkat çekilmiştir. Şu bir hakikat ki; hiçbir şeye ihtiyacı olmayan sadece Yüce Allah’tır. İnsan ise aciz olup varlığını devam ettirebilmek için pek çok şeye muhtaçtır. Ayrıca her insan bir gün, en temel gereksinimlerinden yoksun olup daha muhtaç hâle gelebilir. Muhtaç bir konumda iken Yüce Allah’ın -hem dünyada hem de ahirette- inayet ve ihsanına nail olmak isteyen bir kimse, imkânı varken başkalarının ihtiyacını gidermek için gayret etmelidir. Bu noktada Müslümanın sahip olduğu kudret, kalbinde saklı olan imanıdır. Zira iman, kişiyi harekete geçiren en aktif güçtür.

Müslüman, sıkıntıları giderendir

Hadiste ifade edilen üçüncü husus bir öncekine benzer mahiyettedir. Bu kısımda farklı olarak bir Müslümanın sıkıntısını gideren kişinin kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısının Yüce Allah tarafından giderileceği müjdelenmektedir.

Dünyada çekilen sıkıntıların pek çoğu kıyamet gününün sıkıntıları yanında belki hiç kalacaktır. Kişinin en yakınlarından bile kaçacağı o dehşetli günde dünyadayken başa gelen her bir sıkıntı, muhtemelen hatırlara gelmeyecek kadar küçük ve önemsiz kalacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.), söz konusu hadiste daha dünyadayken kıyamet gününün bu sıkıntılarının nasıl hafifletileceğinin yöntemini öğretiyor bizlere. Borcu veya derdi nedeniyle sıkıntısı olan birine yardımcı olmak, işten çıkarılan birinin ödeyemediği ev kirasını ödemek, imkânsızlıklar dolayısıyla evlenemeyen bir genci evlendirmek, mahzun bir gönlü teselli etmek gibi insanların maddi veya manevi bir sıkıntısını gidermek, kıyamet günü bir sıkıntımızın giderilmesine vesile olacaktır. Bu hakikate vurgu yapan bir başka hadis-i şerif de şu şekildedir: “Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa yahut (alacağının tamamını veya bir kısmını) borçluya bağışlarsa Allah da onu, başka hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir.” (Tirmizi, Büyû’, 67.)

Müslüman, kusurları örtendir

Hadiste son olarak, Müslümanın başkalarının ayıp ve kusurlarını örtmesine temas edilmektedir. Kıyamet gününde herkes amellerinden dolayı sorguya seçilecek ve Yüce Allah’a hesap verecektir. Bu ilahi duruşma herkesin gözü önünde cereyan edecek; hatalar, kusurlar ve günahlar deşifre olacak; yüzleri kızartacak, kişiyi yakınlarına mahcup edecek nice yanlışlar gözler önüne serilecektir. İşte bu dünya hayatında -Mevlana’nın dediği gibi- başkalarının kusurunu örtmede gece gibi olanların pek çok kusuru, ahirette Yüce Allah tarafından örtülecek ve affedilecektir. Aslında dünyada Müslüman kardeşinin ayıbını örten kul, âdeta kendi ayıbını örtmüş olmaktadır. Öyleyse aklıselim sahibi bir Müslümana düşen, kendisinin onca kusuru varken başkalarının hata ve kusurlarıyla meşgul olmamak; kul ve kamu hakkıyla ilgili olmayan, kişinin kendisiyle sınırlı kalan bireysel günah ve kusurları örtmektir. Bu tavır, kıyamette kişinin bazı kusurlarının örtülmesine vesile olacağı gibi kötülüğün/günahın da görünür olmasını engellemiş olacaktır. Nitekim kötülüğün ne kadar çok ifşa edilirse o kadar yaygınlaştığı; günahın da -âdeta virüs gibi- bulaşıcı bir özelliğinin olduğu bilinen bir gerçektir.

Hadisten öğrendiklerimiz

İslam’ın önem verdiği, kişinin başkalarına da faydasının olacağı (aktif) bir dindarlık anlayışıdır.

Aktif bir dindar/Müslüman, bütün Müslümanları kardeşi gibi gören, onların ihtiyaç ve sıkıntılarını gideren ve rastladığı kusurları örtüp affedendir.