Makale

Necla Koytak İle Anne-Çocuk İlişkisi Üzerine…

Söyleşi: Mahir Kılınç

Necla Koytak İle Anne-Çocuk İlişkisi Üzerine…

Necla Koytak, Erzurum’da doğdu. İlk, orta ve yükseköğrenimini Erzurum’da tamamladı. 5 yıl Ankara’da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde, etüt ve plan mühendisi olarak çalıştı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde pedagoji okudu. Yüksek lisansını Üsküdar Üniversitesinde uygulamalı psikoloji alanında yaptı. 10 yıl süreyle özel liselerde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu. 1988 yılında, kendisiyle aynı düşünce ve idealleri paylaşan eğitimci arkadaşlarıyla birlikte “Kadından Topluma Eğitim Grubu” adlı girişim grubunu kurdu. Bu grupla birlikte 1988 den bu yana, “Her Anne Bir Okul” adını verdiği bir eğitim programı çerçevesinde genç kız ve kadınlara yönelik eğitim programları düzenlemektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen “Aile Eğitim Programı” eğitmeni ve formatörüdür. Ulusal ve uluslararası sempozyumlarda sunduğu “Kadın Kimliği ve Eğitimi”, “İnsani Değerlerin Yeniden İnşasında Her Anne Bir Okul”, “Aile ve Eğitim” , “İnsan Yetiştirme Düzenimiz Üzerine Düşünceler” konulu tebliğleri vardır. Hâlen İnsan Gelişimi ve Toplumsal Eğitim Vakfı Genel Sekreteridir. Koytak’ın Her Anne Bir Okul, Ben Bana Verilenim (Eş yazar), Sevgi ve Erdem Toplumu İçin Bir Temel Eğitim Modeli isimli üç kitabı bulunmaktadır.

Her doğum, insanlığa kendi asli görevini hatırlatır.” diyorsunuz. Pedagojiyi hem ilim hem irfan olarak anlayıp bize aktaran biri olarak bahsettiğiniz asli görevimiz nedir bize biraz açar mısınız?

İnsanlık, maddeyi esas alan ve ruhu ihmal eden bir varlık tasavvuru ve dünyevi değerler çerçevesinde şekillenen bir medeniyet tecrübesinden geçiyor. Önceliği, bireysel mutluluk, menfaat, güç ve refah olan ve sınırsız özgürlüğe vurgu yapan günümüz dünyasında insan, yaratılış sebebi olan görev ve sorumluluğunu unutuyor. Dolayısıyla davranışları denetleyecek adalet, merhamet, özveri, iyilik, kanaat, paylaşma gibi duygu ve değerler kaybolmaya yüz tutuyor. Yazık ki bu hayat tarzı, Müslümanları da tuzağına düşürmüş görünüyor. Oysa yüce Yaradan, Kur’an-ı Kerim’de, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 2/30) ayetiyle insanın yaratılış gayesine işaret etmiş, insana halifelik görevi vermiş ve ona bu yönde sorumluluk yüklemiştir. Bu asli görev, yeryüzünde adaleti ikame etmek; merhameti, iyiliği ve erdemi yaygınlaştırmaktır. Bu görev, adaletli davranmayı, içindeki bencilliği aşmayı, insanların hayrı için nefsin isteklerinden vazgeçmeyi gerektirir.

Karanlığı yok etmek için ışık yakmak gerektiği gibi bencilliğin, haz ve refah arayışının insanlığı sürüklediği anlam bunalımına karşı aksiyoner bir itirazda bulunmak, davranışlarımızda, insani değerleri rehber edinmek zorundayız. Nitekim Rabbimiz buyuruyor: “… Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez...” (Ra’d, 13/11)

Sevgi, şefkat ve özellikle, kendisi dışındaki bir varlığa hayat desteği vermek adına bencilliği aşarak sorumluluk duygusunu öne çıkaran ontolojik kökenli ilk insan eyleminin annelik olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendi çıkarının ve rahatının peşine düşmekten daha yüce bir amacı olduğunun delilidir annelik. Bu yanıyla mucizevidir. Bu yönüyle her doğum, bütün bir insanlığı asli vazifesine, sorumluluk bilincine çağırır.

Çocukların, erken çocukluk döneminde birçok gelişim alanında yaşamları boyu katedebileceği mesafenin yarısını aldığını söyler uzmanlar. Bize bu dönemin öneminden ve bu döneme annenin etkilerinden söz eder misiniz?

İnsan beyin ve zihin gelişiminin üçte ikisi, doğumu takip eden ilk dört yılda gerçekleşiyor. Şahsiyet, karakter ve kimlik gibi temel davranış yapılarının gelişimi ve ana unsurlarının yapılanması, üçte iki oranda erken çocukluk (0-6 yaş) döneminde vuku buluyor. “İnsan insanla gelişir.” derler. İnsan; kendisine ayna tutacak, model olacak, hayat tecrübesi aktaracak, iyiyi, güzeli, doğruyu gösterecek insanlarla ilişki içinde gerçekleşen öğrenmelerle insan oluyor.

Erken çocukluk dönemindeki anne-çocuk ilişkisi, insanın yaşadığı ilk ilişki (hem de en aciz durumda iken); insanın tamamen bağımlı olduğu anne ile birebir yaşadığı; en yakın, en yoğun, en uzun ve bu yüzden de en kalıcı izler bırakan kritik bir ilişkidir. Bu ilişkinin, beyni, gelişim psikolojisi açısından nasıl etkilediğini gösteren psikiyatrist Allan Schore, Psikeart Dergisi’nin Nisan-Mayıs 2013 tarihli sayısına verdiği röportajda, yıllarca sürdürülen bilimsel araştırma sonuçlarının şu gerçeği ortaya koyduğunu ifade ediyor: Çocuğun, hayatın ilk üç yılında anne ile kurduğu bağlanma ilişkisinin niteliği, sağ beyin fonksiyonlarının temel şekillenmesinde, dolayısıyla duygulanım düzenlemesinde; empati, kişisel farkındalık, benlik algısı, irade, cesaret, sabır, öz yeterlik, şevk, azim, sanat ve ahlakın, temel özellikler gibi şahsiyetin ana unsurlarının gelişmesinde belirleyici rol oynamaktadır.

Sosyal, ahlaki ve estetik değerlerin çocuğa aktarılmasında en etkili rolü oynayanın anne olduğunu söylüyorsunuz. Çocuk-anne etkileşiminin bireysel ve toplumsal açıdan öneminden bahseder misiniz?

Dünyaya gelen her insanı hayata bağlayan ve hayatta tutan güç sevgidir. İnsanı ehlileştiren, onu insani değerlerle besleyerek beşerden insan çıkaran güçtür sevgi. Klasik âlimlerimiz, ahlakın ve adaletin kaynağının insan tabiatı, belirtisinin ise sevgi olduğunu söylerler. Sevgi en iyi ahlak öğretmenidir, “ben” demeden “sen” demeyi öğretir. İşte beşer yapısına insanlık katan bu mayayı, dünyaya gelen her çocuk, dolayısıyla tüm insanlık, sevgi potansiyelini ateşleyen ilk kıvılcımı daima bir kadından, anneden alır. Şair Gülten Akın bunu ne güzel ifade eder: “Anneler olmasaydı kim kimi severdi?” Ahlakın ve adaletin kaynağı sevgiyse sevginin kaynağı da annelerdir.

Bireylerin hayatlarına yön veren ve değerlerinin gelişip kuşaktan kuşağa dönüşerek aktarıldığı bir kurum aile. Böyle güçlü bir kurum olan aileyi korumak için hem bireysel hem toplumsal açıdan neler yapabiliriz?

Güçlü ve gelişmiş toplumun temeli; sağlam, güçlü ve sürdürülebilir ailedir. Günümüzün haz ve menfaat odaklı hayat anlayışı yönünde hızla değişen toplumsal, kültürel yapı, insani değerlere bağımsızlıkta sınır tanımayan dijital iletişim imkânları vb. nedenler aile yapısını kırılganlaştırmakta, ailenin işlevsel özelliklerini zayıflatmakta. Bu durum, güçlü ve gelişmiş bir toplum için ailenin kurucu öznelerinin ailevi işlevlerini daha bilgili, daha bilinçli ve daha incelmiş bir ustalıkla yürütmelerini zorunlu kılmaktadır. Bu itibarla, her türlü mecra kullanılarak toplumsal düzeyde örgün eğitim düzenlemeleriyle başta gençler olmak üzere tüm toplumda, ailenin önemi ve işlevi konusunda bilinç ve farkındalık oluşturulmalı. Bu eğitimlerle toplumdaki yanlış kadın algısı doğru bir çerçeveye kavuşturulmalı; aile ilişkilerinin sağlıklı temellere oturtulması için gençlere iletişim, çatışma çözme vb. temel sosyal beceriler; çocuk gelişimine bilinçli ana baba desteği için gereken zihinsel, duygusal ve davranışsal donanımlar kazandırılmalı. İnancım odur ki toplumun güçlü bir birlik ruhu ve ortak aksiyon iradesiyle bu alana odaklanmasıyla aile, insan gelişimi temelinde kendi medeniyetimize yeniden hayatiyet kazandıracak ortak bir eylem alanı olabilir.

Pandemi nedeniyle her birimiz evlerimizdeyiz. Birçoğumuz çocuklarımızla daha fazla vakit geçirme fırsatı buldu. Kendi içerisinde özel bir durumu olan bu dönemde anne babalara neler tavsiye edersiniz?

Kamusal alanın özel alanın aleyhine; iş ve eğitim nedeniyle toplumsal yaşamın, aile hayatının aleyhine giderek genişlediği günümüz dünyasında aile ilişkileri giderek zayıflamakta. Pandemi sürecinde, aile fertlerinin evde, günlerce bir arada olması, aile bağlarının güçlendirilmesi için fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bunun için şu uygulamalar yapılabilir:

Her gün ortak geçirilecek bir zaman diliminde, tüm aile üyelerinin katıldığı sohbetler, ortak oyunlar, sporlar, okumalar yapmak

Aile fertlerinin her birine özel zaman ayırarak baş başa sohbet etmek veya birlikte meşgul olunacak işler yapmak

Ailenin sorunlarını veya güncel konuları konuşmak üzere herkesin söz alacağı aile toplantıları düzenlemek

Haftanın belli gün ve saatlerinde bir araya gelerek ihtiyaç sahibi insanlar için yardımlaşma ve iyilik davranışları planlamak

Birlikte edebî değeri olan kitaplar okumak, kaliteli filmler seyretmek, müzik dinlemek

Ekransız gün veya saatler tespit edip o saatlerde iş bölümü yaparak evin işlerini birlikte yapmak

Birlikte ibadet etmek, bazı vakit namazlarını cemaatle kılmak

İnsan gelişimiyle toplumsal gelişim arasındaki dinamik bağdan yola çıkarak geliştirilmiş toplumsal bir değişim projesi olarak tanımladığınız ve kitaplaştırdığınız “Her Anne Bir Okul” isimli projenizin amacından ve eğitim programınızın içeriğinden kısaca bahseder misiniz?

“Her Anne Bir Okul Eğitim Programı”, kadınları, çocuk gelişimi, eğitiminde ve ailenin sürdürülmesi noktasında bilinçlendirmeye; anneliğin toplumsal itibarını yükseltmeye; kadınlara çocuk gelişimine ve eğitimine dair bilgi ve beceriler edindirmeye yönelik olarak geliştirilmiş bir müfredata dayanmaktadır. Program aynı zamanda, toplumdaki etnik, din, cinsiyet vb. ayrımcı tutumlardan boşanmalardaki artışa; edilgenliğin, şiddetin ve bağımlılığın her türünden çevre kirliliğine, giderek artan anlamsızlık, mutsuzluk gibi ruhsal kökenli sorunlara kadar pek çok toplumsal problemin çözümü için “toplum temelli önleyici erken müdahale programı” olarak işlev görmektedir. Program müfredatı; kültürel, ekonomik ve siyasi yönleriyle günümüz dünyasını doğru okumaya; yaşanan sorunların çözümüne katkı sağlamaya; kadınları STK’larda gönüllü toplumsal çalışmalarda ve siyasal aktör olarak karar alma mekanizmalarında yer almaya teşvik etmeye ve bu çerçevede onlara gereken zihinsel duygusal ve davranışsal donanımı kazandırmaya matuf muhtevaları da içermektedir.