Makale

AÇILIŞININ 100. YILI İLK BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN MESLEKİ DİN ÖĞRETİMİNİ ISLAH ÇABALARI

AÇILIŞININ 100. YILI
İLK BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN MESLEKİ DİN ÖĞRETİMİNİ ISLAH ÇABALARI
Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Millî Mücadele yıllarında Türkiye Büyük Meclisi Hükûmetlerinin Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti maharetiyle sunduğu en önemli hizmetlerden biri din hizmetleriyse diğer ikisi de din öğretimi ve dinî yayın faaliyetleridir. Vekâletin din hizmeti alanındaki çabalarının çoğu geleceğe yönelik, uzun vadeli projelerdi ve bir önceki yazımda belirttiğim gibi kapatılmasıyla bu çabalar akim kalmıştı. Vekâletin dört yıllık kısa ömrü içinde mesleki din öğretimi ve dinî yayın faaliyetleri ise müşahhas örneklerle fiiliyata dökülmüş faaliyetlerdir. Bu yazıda bu süreçte mesleki din öğretimi alanında verilen çabalar ve sunulan hizmetler üzerinde durmak istiyorum.

Hemen belirtelim ki Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edildiği 3 Mart 1924’e kadar Anadolu’da mesleki din öğretimi veren kurumların genel adı “Medrese”dir. 1920-1924 yılları arasında idareleri Şer’iyye Vekâleti’nde olan medreseler, “Dârü’l-Hilafeti’l-Aliyye” ve “Medaris-i İlmiye (İlmiye Medreseleri)” olmak üzere iki ayrı ad altında faaliyet gösteriyordu. Farklı bir algıya fırsat vermemek için ifade edeyim ki sözü edilen medreseler, okul sisteminde faaliyet gösteren eğitim kurumlarıydı, hocaları da genel bütçeden maaş alıyorlardı.

1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla kurulmasına rağmen Şer’iyye Vekâleti’nin teşkilatını ancak Ağustos 1922’de oluşturabildiğini, hâliyle esas hizmetlerini de bu tarihten itibaren vermeye başladığını önceki yazımda belirtmiştim; bu keyfiyet Vekâletin din öğretimi faaliyetleri için de geçerlidir. Şu farkla ki ilk Büyük Millet Meclisi, bu tarihten önce, açılışından daha bir yıl sonra mesleki din öğretimi alanında önemli bir adım attı. Önce gelinen noktaya bir göz atalım.

Birinci Dünya Savaşı sırasında mektep ve medreseler büyük ölçüde tahrip olmuş, savaş nedeniyle talebe ve hoca sayısı son derece azalmıştı. Talebe ve hocalarının büyük bir kısmının askere alınmasıyla mektepler gibi medreselerin de çoğu kapanmıştı. Mütarekeden sonra memleketlerine dönebilenler bu defa Millî Mücadele’de tekrar askere celbedilmiş, bu süreçte açık olan medreselerde ise düzenli bir eğitim-öğretim mümkün olmamıştı. Hâliyle medreseler inkıraza yüz tutmuş, bunun bir sonucu olarak, yenileri yetişmeyince din hizmetlisine olan ihtiyaç da artmıştı. Nüfusun önemli bir kısmının yaşadığı köylerdeyse imam ve hatibe olan ihtiyaç daha da fazlaydı. İlk Büyük Millet Meclisi’ni oluşturan üyeler, bu yakıcı durumun farkındaydılar. İşte, İstiklal Mücadelesi’nin bütün şiddetiyle sürdüğü bir sırada ve bütün elverişsiz şartlara rağmen Büyük Millet Meclisi, Dârü’l-Hilafe medreselerinin yeterli sayıya ulaşıncaya kadar din hizmetlisi ihtiyacını karşılamak üzere İlmiye Medreselerine canlılık kazandırmak, kapalı olanları yeniden açmak için teşebbüse geçti. Bu medreselere yeni bir veçhe kazandırmak üzere “Medaris-i İlmiye Nizamnamesi” adıyla hazırlanan bir tüzük 8 Mayıs 1921’de Meclis’te kabul edildi. 25 maddeyi ihtiva eden bu nizamname dönemi itibarıyla mükemmel bir düzenlemeydi. Tüzükte Medrese teşkilatı, idare tarzı, müderrislerin görevleri, talebenin kayıt-kabul ve devam durumu, disiplin kuralları, okutulacak dersler, müfredat programları ayrıntılı olarak yer almıştı. Müfredatta, meslek dersleri yanında matematik, edebiyat, tarih, coğrafya gibi dersler de bulunuyordu. Sözü edilen tüzüğün kabulünü müteakip İlmiye Medreselerinde ıslah ve kapalı olanların açılması için yoğun bir çaba içine girildi. Şer’iyye Vekâleti, prensip olarak her kazada bir İlmiye Medresesi açmayı planlıyordu. Nitekim dönemin Şer’iyye Vekili Mustafa Fehmi Efendi, 12 Ocak 1922’de yaptığı açıklamada, sözü edilen nizamnamenin kabulünden o tarihe kadar 125 yerde medrese açıldığını ifade etmişti. 1924 yılına gelindiğinde, yani medreselerin kapatılmalarından hemen önce İlmiye Medresesinin sayısı 479 civarındaydı.

Büyük Millet Meclisi hükûmetlerinin mesleki din öğretimi alanındaki hizmetleri sadece İlmiye Medreseleriyle sınırlı kalmadı; bunun yanında sayıca az, ancak daha ileri bir müfredata sahip olan Dârü’l-Hilafe medreselerinin yaygınlaştırılması, sayılarının çoğaltılması için de çaba içine girdi.

Dârü’l-Hilafe, Osmanlı Devletinin son dönemlerinde medreselerin ıslahı, yeniden teşkilatlanması çerçevesinde teşekkül ettirilmiş orta ve yüksek düzeyli bir eğitim müessesesiydi. İstanbul’daki medreselerin bu adla birleştirilmesi hedeflenmişti. İleri düzeydeki müfredatıyla çağın ilim ve fenleriyle mücehhez, İslam’ın ruhuna vakıf eleman yetiştirilmesi amaçlanmıştı. Ülkenin dinî ve ilmî ihtiyaçlarına cevap verecek âlimleri yetiştirmek öncelikli hedefti. İstanbul yanında Anadolu’nun bazı şehirlerinde de bu medrese açılmıştı. Ancak araya Birinci Dünya Savaşı girince Dârü’l-Hilafe medreselerinin arzu edilen teşkilatı tamamlanamadı, ülke çapında yaygınlaştırılamadı. Açılmış olanlarda da diğer öğretim kurumlarında olduğu gibi düzenli bir eğitim ve öğretim yapılamadı. Dört yıl süren savaş boyunca, 16 yaşındaki öğrencilerin bile cepheye gönderilmesi ve birçok maddi imkânsızlıklar sebebiyle eğitim-öğretim faaliyetleri büyük ölçüde aksadı. Dolayısıyla bu medreselerden de diğerleri gibi beklenen sonuç alınamadı. İşte, Büyük Millet Meclisi, bu medreseleri de yeniden canlandırmak ve sayılarını çoğaltmak için çaba gösterdi.

Hilafet merkezi İstanbul’da açıldığı için bu medreseye “Dârü’l-Hilafe” adı verilmişti. Dikkat çekicidir ki bir teşebbüs olmuşsa da Büyük Millet Meclisi bu adı değiştirmedi. Açılışlarındaki asıl amacın bu yeni dönemde de aynen muhafaza edildiği dönemin mebuslarının ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Gerçekten de Birinci Meclisin mebusları bu medreselere büyük ümit bağlamışlar, sayılarını çoğaltarak ülke geneline yaygınlaştırmak için büyük gayret sarf etmişlerdi. “Feyiz ve irfan kaynağı” olarak tarif ettikleri, “Fazıl ulema buradan yetişecektir.” dedikleri bu medreselerin din-i mübin-i İslam’a, memleketin maarifine, vatanın terakki ve tealisine her yerde hizmet edeceğine olan samimi inançlarından dolayı, bu müesseselerin sayılarının çoğaltılmasını dinî bir vecibe olarak görmüşlerdi.

“İmamı okutmalıyız!”

Bu cümleden olarak Ağustos 1922’de Meclis Kürsüsünde bir konuşma yapan Hakkâri Mebusu Mazhar Müfid Bey şöyle diyordu: “Millete ulûm ve fünûn-ı hazıranın bahşettiği nuru ve saadeti anlatmak istiyoruz… Mekteplerimiz fazla miktarda açılamadı. Binaenaleyh elimizde vasıta olarak bir köy imamları, müderris ve vaizler kalıyor. Köy imamları ile müderris ve vaizlerimizi asrın ilim ve fenlerinin de tedris edilmekte olduğu Dârü’l-Hilafe medreselerinde (…), asrın ilimlerini şer’î ahkâm ile birlikte öğretir, bu suretle bunları yetiştirir ve bundan sonra köylere gönderirsek çok müessir olur (…). Onun için imamı okutmaya mecburuz.”

Medreselerin ıslahı çerçevesinde yapılan düzenlemeler vesilesiyle, kendileri de medrese çıkışlı olan ilk Büyük Millet Meclisi azasından bir kısmının yaptığı konuşmalara baktığımızda, bu zevatın medreselerin tarihî arka planına yetkin bir şekilde atıflar yaptıklarını, medreseler ve din eğitimi bağlamında önemli bir gelecek tasavvuruna sahip olduklarını görüyoruz. Bu zevat, medreseler aleyhine öteden beri yapılan birtakım ithamlara karşı çıkarak bu müessesenin “hiçbir zaman bir mefsedet ocağı olmadığına” vurgu yapmışlardı. Mesela, medreselerin hiçbir zaman bir fitne, bir bozgunculuk yuvası olmadığını, tarihî geçmişinin buna şahit olduğunu Meclis kürsüsünde dile getiren Konya Mebusu Vehbi Efendi, “Medrese, esasat-ı İslamiye üzere müessestir; esasat-ı İslamiye’de fesat yoktur ki medreselerde fesat olsun!” diyordu. Özetle şunlar da söyleniyordu: Bu memlekette medreselerin yaptığı hizmetler, tarihimizin en şanlı sahifelerini işgal eder. Bütün imkânsızlıklara rağmen XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ülke genelinde mevcut müftü, ordu müftüsü, vaiz, imam, tabur imamı, kadı gibi hizmetlerde bulunanlar medrese kökenlidir. Keza köylerde ahali ile hükûmet arasında muhabereyi sağlayanlar, az çok okuyup yazanlar yine medrese eğitimi görmüş kişilerdir. Öteden beri hükûmetler dara düştüklerinde medreselere koşmuşlardır. Büyük Millet Meclisinin açılışında da medreseler önemli roller üstlenmiştir. Hocalar her mühim icraatta öncülük etmişlerdir. Hatta mektep tarzı yeni okul teşkilatları oluşturulurken de bunların öğrenci kaynağı yine medreseler olmuştur. Bunlar inkâr edilemez. Dolayısıyla Millî Meclis hükûmeti bütün bu gerçekleri göz önünde tutarak bu kaynağın kurutulmaması için gerekli tedbirleri almalıdır.

Verilen öneme binaen bir kısım mebus, kendi memleketlerinde de Dârü’l-Hilâfe açılması için Meclis Başkanlığına teklifte bulunmuşlardı. Kütahya, Erzincan, Rize, Antalya, Malatya, Adana, Şavşat, 1920-1922 yılları arasında bu medresenin açılması için teklif edilen yerlerden bazılarıydı. Şer’iyye Vekâleti’nin 1922 yılı bütçesinde Dârü’l-Hilafe medreseleri için yer verilen kadrolara nazaran bu yıl itibarıyla Anadolu’da 21 Dârü’l-Hilafe medresesi bulunuyordu.

Özetle belirtmek gerekirse, Birinci Meclis çatısı altında toplanan mebuslar, din eğitimi de dâhil, ülkenin maddi ve manevi problemlerine hâl çaresi bulmak için samimi gayret göstermişler, bir arayış içine girmişler, çözümü doğrultusunda tedbirler teklif etmişlerdir. Meseleyi sadece düşünce planında da bırakmamışlar, çözüm için müşahhas adımlar da atmışlardır.

Bizim bu yazıyla amacımız mesleki din öğretiminin tarihî serüvenini anlatmak değil, zor şartlarda ve kıt imkânlara rağmen ilk Büyük Millet Meclisi’nin takdirle yâd edilmesi gereken çabalarına işaret etmekti; sanırım bir nebze olsun bunu yerine getirmiş olduk. Bir husus daha var ki işaret etmezsek kadirbilmezlik olur. Özellikle 1922-1924 yılları arasında medreseler ve din öğretimi noktasında gösterilen samimi çabaların arka planında merhum Ahmed Hamdi Akseki’nin fevkalade yoğun çabası vardır. O sıralar Şer’iyye Vekâleti Tedrisat Umum Müdürü olan Akseki, gecesini gündüzüne katarak medreselerin ıslahı ve yaygınlaştırılması için canhıraş çaba göstermişti. O, yıllar sonra, Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yaptığı 1950’de hazırladığı ve benim yazılarımda zaman zaman değindiğim ünlü “Rapor”unda da bu çabalara değinmiş, bilhassa Dârü’l-Hilafe medreselerinde kat edilen gelişmeye işaret etmiş, bu arada medreselerin düçar olduğu akıbete biraz da hayıflanarak şöyle demişti: “Sonradan ne oldu, niçin oldu? Onu tarih araştıracak ve hükmünü verecektir.”

Yazımı bitirirken, değerli okuyucuya altını çizerek bir kez daha hatırlatmak isterim: Yukarıdan beri değinmeye çalıştığım din öğretimi bağlamında verilen çabalar, “hayat memat günleri” diye tarif ettiğimiz Kurtuluş Mücadelesi’nin verildiği yıllarda oldu; verilen çabaların önemini katbekat artıran da işte bu realite. Bir tarafta cephelerde savaşlar sürerken beride, minarelerimizin ezansız, mihraplarımızın imamsız, minberlerimizin hatipsiz, kürsülerimizin vaizsiz kalmamasını, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münkerde bulanacak toplum rehberlerinin yetişmelerini sağlayacak eğitim yuvalarını yeşertme çabası bu.

Yüz yıl sonra bugün sözünü ettiğim çabaların mimarlarının ervahına seslenerek diyorum ki yaktığınız ışık yolumuzu aydınlattı, emekleriniz zayi olmadı.