Makale

GÖNÜLDEN” KUCAKLAŞMAYI ÖĞRENDİĞİMİZ SALGIN GÜNLERİNDE MANEVİ DESTEK

"GÖNÜLDEN” KUCAKLAŞMAYI ÖĞRENDİĞİMİZ SALGIN GÜNLERİNDE MANEVİ DESTEK

Fahri ÇAYIR
Ankara Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı

Pandemi ilan edildiğinde sağlık hizmetleriyle tanışalı henüz üç yıl olmuştu. Geçici görevim olan manevi destek hizmeti esnasında hasta, hasta yakını ve sağlık çalışanlarımızla birlikte insanların hayat hikâyelerine ve tecrübelerine dair yeni şeyler öğrenmeye devam ediyordum. Onlardan biri de sağlık çalışanlarımızın yapmış olduğu işin önemi ve fedakârlıklarıydı. Nice evlatlar, eşler kendince nedenlerle yakınlarının yanında olamazken onlar küçük yavrularından gece gündüz demeden ayrı kalarak insanların sağlıkları için emek veriyorlardı. Bu düşüncemi onlarla ve diğer sevdiklerimle her ortamda şu cümlelerle paylaşmaya başladım: “Biz millet olarak asker ve polisimize her duamızda yer veririz. O dualarımıza sağlık çalışanlarımızı da eklemeyi unutmamalıyız.” Salgın hastalık döneminde bunu bütün millet fark etti. Adları, minarelerden okunan kutsal ezanla ve salalarla birlikte anılır oldu.

Bu süreçte, daha çok salgın sürecinde onların neler yaşadığını bilelim, hissedelim ve fedakârlıklarını unutulmayalım diye not alıyordum. Özellikle salgının ilan edildiği ilk bir buçuk aylık süreç yoğun duyguların yaşandığı zamanlardı. En zoru “Ne yapmak lazım, nasıl davranmak lazım?” sorularına cevap bulma telaşıydı. Diğer taraftan sosyal medyada yayılan bilgi kirliliği endişe ve kaygıları kontrol dışına itiyor, çeşitli fısıltı gazetesi haberleri kulaktan kulağa yayılıyordu: “Hastanede Covid-19 taşıyan hastalar varmış, hastalığa yakalanan sağlık çalışanları varmış, ölenler varmış.” O günlerde henüz iyileşen hasta olmadığı için Sağlık Bakanımız günlük olarak sadece hasta vaka ve ölüm sayılarını veriyordu. Bu da sanki her hasta olan mutlaka ölüyormuş gibi bir algı oluşturabiliyordu. Hâliyle birçok insan ölüm ve hayat gerçeğiyle yeniden yüzleşmenin zorluklarını yaşıyordu.

Hastalara gelince onlar zaten hassaslardı. Bir de salgından kendini koruma telaşı tamamen odalarına kapanmalarına sebep olmuştu. Eskisi gibi sıklıkla ziyaretçilerinin gelememesi, özlemlerini ve yalnızlık hislerini artırıyordu. İmkân dâhilinde ziyaretlerle yanlarında olduğumuzu ifade etmeye çalışıyorduk. Hasta yakınları ise sürekli hastayla muhatap olmanın ve ister istemez hastane ortamında daha çok kalmanın zorluğunu birlikte yaşıyordu. Onlarla birbirimize emanet olduğumuza, emanetlere sahip çıkmanın huzurunu yaşayacağımıza ve süreci birlikte atlatacağımıza dair sohbetler ediyorduk.

Zor günlerde manevi yönümüzün güçlü olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görebiliyorduk. Yaptığımız kısa sohbetlerde kimi çalışanlarımızın “Maneviyatımız olmasa bu durumun içinden çıkmak daha da zor oluyor.” gibi cümleler kurduklarına şahitlik ediyordum. Cümlelerin devamında üç sorumluluğu birlikte omuzlayabilmek için manevi desteğe ihtiyaç duyduklarını anlıyordum. Birincisi, bütün dünyanın can derdine düştüğü günlerde sağlıklarını koruyarak işlerine devam edebilmekti. İkincisi, akşam eve giderken ailelerine hastalık taşıma ve okulların tatil edilmesine bağlı olarak, çalışırken evde çocuklarına kimin bakacağı kaygısıydı. Üçüncüsü ise canları gibi baktıkları hastalarını salgından nasıl koruyacakları ve bu konuda gerekli tedbirleri alabilmek endişesiydi. Bu hislere karşılık manevi destek olarak onlarla manevi değerlerimizden üçünü tedbir, takdir ve tevekkül inancımızı paylaşma ihtiyacı duyuyordum.

Tedbir

İnancımız bize tedbirli davranmayı öğretmiş (Yusuf, 12/67.) ve tedbir almayı görev olarak (Nisa, 4/71.) vermiştir. Bu kapsamda birbirimize şöyle diyorduk: “Salgınla mücadele olarak yapılacak işleri en iyi siz sağlık çalışanları biliyor ve gereğini yapıyorsunuz. Bildiklerinizi uygulamanız sizi güçlü kılacak ve sıkıntılı günleri hep birlikte atlatacağız. Ekip arkadaşlarımıza güvenmeliyiz. Hasta olsak bile iyileşeceğimize dair ümidimizi korumalıyız.” Enbiya suresinde geçen Hz. Eyyüb’un şifa buluşunu hatırlayalım: “...kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik...” (Enbiya, 21/84.) Daha önce hastalara “İyi olacaksız.” diye moral veriyorduk. Şimdi yine biz birbirimize “İyi olacağız.” diye moral vermek durumundayız.

Takdir

Özellikle ilk haftalarda dünyadan ve ülkemizden ölüm haberlerinin gelmesiyle birlikte (“Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar.” Nisa, 4/78.) çaresizlik hissi ortaya çıkıyordu. Ölüm oranlarına odaklanan insanlar, dünyada iyileşen hastaların sayısını gözden kaçırıyordu. İyileşen hasta hikâyelerinden bahsederek olumlu düşünmeye ihtiyaç duyuyor ve gerekeni yaptıktan sonra gücümüzün yetmeyeceği şeylerin Allah’ın takdiri olduğunu bilmemiz gerektiğini paylaşıyorduk. İnancımızın bize öğrettiği Allah’ın insana verdiği cüz-î irade sayesinde seçimlerimizi yaptığımızı ve sorumluluklarımızı yerine getirmede gayretli olmamız gerektiğini hatırlıyorduk. Külli irade karşısında gücümüzün yetmeyeceği olaylarla karşılaşınca kendimizi sorumlu tutmamamız gerektiği sohbet konusu oluyordu. Hep beraber, büyüklerimizin bize öğrettiği “Tedbir bizden takdir Allah’tan.” sözünü tekrarlıyorduk.

Tevekkül

Üzerimize düşeni yaptıktan sonra sonucun güzel ve hayırlı olması için neticeyi Allah’tan beklemek, O’na güvenmek gerektiğini biliyorduk. Hastaya ilaç veriyor ve şifa olmasını umuyoruz. Biliyoruz ki hastalık aynı olsa bile her ilaç her insanda aynı sonucu vermiyor. Tedavi için ilacı alıp şifa olmasını ümit etmek, tedbir alarak salgından korunmak tevekkül inancımızı gösteriyor. Çalışanlarımız, akşam eve dönerken hastalık taşıma endişesini dile getirdiklerinde veya tedbir olarak çocuklarını uzaktaki akrabalarının yanına gönderiyorken tevekküle sarılıyorduk. Birbirimize tavsiyemiz “Tedbirlerimizi alalım, Allah’a sığınalım ve tevekkül edelim. Çünkü, Allah kendine güvenenleri sever.” (Âl-i İmran, 2/159.) oluyordu.

Sohbetlerimizin diğer konuları ise “hayatı anlamlandırma”, ölüm ve hayatı birlikte düşünerek gerçeklerle yüzleşme çabası, sahip olduğumuz nimetlerin farkına varıp “şükretme bilinci,” “sabrı yaşayarak tecrübe etmenin” gelecek günlere bizi daha sağlam adımlarla iletecek olması, birbirimize “dua” ederek karşılıklı moral verme, “vefalı” davranma ve beraber geçirdiğimiz anıları paylaşmanın gücümüzü ve birliğimizi artıracağı, telefonla bile olsa “aile, akraba ve arkadaşlık bağlarını” güçlü tutmanın önemi, hasta ve yakınlarının yaşadıklarını “anlayış ve hoşgörüyle empati” kurarak anlama fırsatı, yalnız olmadığımızı ve sıkıntıları milletin dualarıyla “birlikte” göğüsleyeceğimiz gibi unsurlardı.

Salgın sürecinde duygu durumlarında yaşanan değişimin normalleşmesi, çalışanların ifadelerine göre genelde iki ay kadar sürüyordu. İkinci ayın sonunda Sağlık Bakanlığının verdiği olumlu gelişmeler, işlerin normalleşmesi gibi etkilerle yaşanan kaygı ve endişeler yerini daha sakin paylaşımlara bırakmıştı. Bu günler sakin kalıp aklını kullanabilen insanların sıkıntılı günlerden bir şeyler öğrenerek daha güçlü çıkabileceğine dair güzel örnekler gösteriyordu.

Yaşadığımız bu zor günlerde, yalnız olmadığımızı bilip birbirimize destek oldukça nice zorlukları birlikte aşacağımıza dair inancımız bir kez daha perçinleşiyordu. Anlıyordum ki Rabbimizin İnşirah suresinde buyurduğu gibi “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5-6.) Birlikte yaşanacak, öğrenecek ve yapacak çok şey vardı.

Her zamanki son cümle dualarımız; “Şifa dağıtan elleriniz dert görmesin, güler yüzünüz hiç solmasın, Allah’a emanet olun, hep beraber nice sağlıklı ve mutlu günlere…”