Makale

TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN SALGIN HASTALIKLAR

TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN SALGIN HASTALIKLAR

Umut Güner

“Şayet bir yerde veba hastalığı olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Bir yerde veba hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayın.” (Muvatta’, Câmi, 7)

İnsanlık tarihi, felaket olarak addedebileceğimiz birçok doğal afet, salgın hastalık ve savaş gibi olaylar ile doludur. Bu olaylar; siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamları etkilemiş, toplumların vicdanında ve ruhunda derin izler bırakmıştır. Yaşanan felaketlerin izleri, toplumların yazılı ve sözlü geleneklerine yansımıştır.

Mitolojik kültürde, efsanelerde ve kutsal kitaplarda tüm insanlığı derinden etkileyen felaketlerin izlerine rastlanmaktadır. “Küçük kıyamet” olarak da adlandırılan bu felaketlerin hanedanlıkların çöküşünden sömürgeciliğin artışına, şehir ve medeniyetlerin yok olmasından milyonlarca insanın ölmesine kadar hazin ve acı sonuçları olmuştur.

Tarihe ad vermiş birçok kavim, kültür ve şehir yaşanan bu felaketlerin sonucunda yok olmuştur. İnsanlık, meydana gelen felaket durumlarından ya güçlenerek çıkmış ya da kaderine razı olmuştur. Öyle ki yaşanan olumsuzluklar karşısında büyük tecrübeler kazanmış, çözüm arayışına giderek tarihin akışını değiştirmiş, kimi zaman yeni bir çağa adım atmıştır. İnsanoğlu özellikle de çözüm için bilimsel faaliyetler içerisine girmiş, teknolojik açıdan ivme kazanmıştır.

Tarih boyunca yaşanan birçok felaketlerden insanlık için en acı olan durum, salgın ve bulaşıcı hastalıklardır. Belirli bir coğrafyada, bölgede veya toplumda ortaya çıkan hastalık, ülke sınırlarının ötesine yayıldığında salgına dönüşmektedir. Salgın, bilinen en kötü durum senaryosudur. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, şehirleşmenin ve ulaşım imkânlarının artmasıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Şehirler inşa edilmiş, diğer şehirlerle bağlantı kurmak için ticaret yolları kurulmuş böylece diğer kültür ve toplumlar ile sosyal, siyasi ve ekonomik ilişkiler kuran insanlar, meydana gelen etkileşim nedeniyle salgın hastalıkları daha çok yayılır ve olası hâle getirmişlerdir.

Tarihi değiştiren bulaşıcı salgın hastalıkları, bu yazımızda kronolojik bir sıra ile kaleme alıp insanlık tarihine ışık tutmaya çalışacağız.

Atina Salgını (M.Ö. 430)

Tarihî kayıtlarda en erken kaydedilen salgın hastalığın, Peloponezya Savaşı sırasında meydana geldiği bilinmektedir. Hastalık; Libya, Etiyopya ve Mısır’dan geçtikten sonra Atina’yı kuşatan Spartalıların bünyesinde Atina şehrinin duvarlarını geçti. Meydana gelen bu büyük salgında Atina nüfusun üçte ikisi kadarının öldüğü bilinmektedir.

Hastalığın semptomları; ateş, susuzluk, kanlı boğaz ve dil, kırmızı deri ve lezyonları içermekteydi. O dönem tifo ateşi olduğundan şüphelenilen hastalık, Atinalıları önemli ölçüde zayıflattı ve Spartalılar tarafından yenilmelerinde önemli bir faktör oldu.

Antonine Vebası (M.S. 165)

Antonine vebası, muhtemelen Hunların akınları ile başlayan çiçek salgınının erken bir şeklidir. Hunlardan sonra Romalılara geçen hastalık, Almanları enfekte etmiştir. Almanlar ile etkileşimde bulunan Roma birlikleri aracılığıyla da Roma İmparatorluğuna yayılmıştır. Hastalığın semptomları; ateş, boğaz ağrısı, ishal ve hasta yeterince uzun yaşadıysa, irin dolu yaralardı. Bu veba, M.S. 180 yılına kadar sürmüştür ve hatta İmparator Marcus Aurelius’un da bu salgının kurbanlarından biri olduğu iddia edilmiştir.

Kıbrıs Vebası (M.S. 250)

Kıbrıs salgını; ishal, kusma, boğaz ülseri, ateş, kangrenli el ve ayakları içeren büyük bir pandemi olarak tarih kayıtlarına geçmiştir. Şehir sakinleri enfeksiyondan kurtulmak için Kartaca’ya kaçtılar fakat bu kaçış, hastalığın daha da yayılmasına neden oldu. Kıbrıs vebası; Etiyopya’ya, Kuzey Afrika’dan Roma’ya, sonra da Mısır’a ve kuzeye doğru yayıldı. Bu salgının ardından üç yüzyıl boyunca tekrarlayan benzer salgınlar oldu. M.S. 444’te bu hastalık Britanya’yı vurdu, İngiltere’nin İskoçlara karşı savunma çabalarını engelledi, ülkeyi zayıf düşürdü ve İngilizlerin yakında adayı tamamen kontrol altına alacak olan Saksonlardan yardım istemesine neden oldu.

Justinian Vebası (M.S. 541)

Tarihte ilk olarak Mısır’da ortaya çıkan veba, Filistin ve Bizans İmparatorluğu’na, daha sonra da tüm Akdeniz’e yayılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun seyrini değiştirerek, İmparator Justinian’ın Roma İmparatorluğu’nu bir araya getirme ve büyük ekonomik ilerleme planlarını bozmuştur. Bu salgın aynı zamanda Hristiyanlığın hızla yayılmasını teşvik eden kıyamet efsanesinin dilden dile yayılmasına neden olmuştur. Salgın, iki yüzyıl boyunca tekrarlamış ve nihayetinde o dönem dünya nüfusunun yüzde 26’sı olan yaklaşık 50 milyon insanı öldürmüştür.

Cüzzam (11. Yüzyıl)

Çağlar boyunca bilinen hastalık olan cüzzam, Orta Çağ’da Avrupa’da bir pandemi hâline geldi ve Avrupa halklarının başına bela oldu. Salgın nedeniyle bu dönemde birçok hastane inşa edildi.

Yaralara, deformelere neden olan ve yavaş gelişen bir bakteriyel hastalık olan cüzzamın, genetik bir hastalık ve Tanrı’dan bir ceza olduğuna inanılıyordu. Bu inanç, toplumda katı ahlaki yargılara, dolayısıyla mağdurların ve hastaların dışlanmasına yol açmıştı. Bu hastalık hâlâ yılda on binlerce insanı etkilemekte ve antibiyotiklerle tedavi edilmezse ölümcül olabilmektedir.

Kara Ölüm (1350)

Dünya nüfusunun üçte birinin ölümüne sebep olan vebanın tarihte ikinci büyük salgını, muhtemelen Asya’da bu dönemde başladı ve ticaret yolları ile Batı’ya taşındı. 1347’de veba hastaları Sicilya’da Messina limanına geldiğinde buradan bütün Avrupa’ya hızla yayıldı. Ölü insan sayısı o kadar fazlaydı ki çoğu ceset yerde çürümeye devam etti ve bu durum şehirlerde kokuya neden oldu.

İngiltere ve Fransa bu dönemde savaşlarına ara vermek zorunda kaldılar. Bu yıllarda salgın ekonomik koşulları ve demografik bilgileri değiştirdiğinden İngiliz feodal sistemi tamamen çöktü.

Grönland’da nüfusu yok olan Vikingler, yerli nüfuslara karşı savaşma gücünü tamamen kaybettiler ve Kuzey Amerika’yı araştırma faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldılar.

Kolomb Dönemi Salgınları (1492)

İspanyolların Karayipler’e gelişinden sonra, çiçek hastalığı, kızamık ve bubonik veba gibi hastalıklar, koloniciler tarafından kıtanın yerli halklarına aktarıldı. Daha önce bu salgın hastalıklara maruz kalmayan yerli halk büyük kayıplar verdi.

Christopher Columbus, Hispaniola adasına geldiğinde Taino halkından 60.000 nüfusla karşılaşmıştı. Fakat bu nüfus 1548 yılına gelindiğinde 500’den daha az kalmıştı. Yaşanan nüfus azalımı, bütün Amerika kıtası boyunca kendini tekrar etti. 1520 yılına gelindiğinde ise Aztek İmparatorluğu, Afrikalı kölelerin taşıdığı çiçek hastalığı nedeniyle yok oldu.

Büyük Londra Vebası (1665)

1665 ve 1666’da yaşanan veba, tarihte bilinen en meşhur salgınlardan birisidir. Bu veba, Londra nüfusunun yüzde 20’sinin ölümüne yol açtı. Ölüm sayısı fazla olduğu için halk toplu mezarlara defnedildi. Kedi ve köpeklerin mezarları sürekli kazması nedeniyle cesetler ortaya çıkmaktaydı. Bu nedenle bu yıllarda birçok kedi ve köpek katledildi. Salgının etkisi, 1666 sonbaharında, başka bir yıkıcı olay olan Londra büyük ateşi ile azalmaya başlamıştı. Bir felaket gitmiş fakat yeni bir felaket Londra halkının başına bela olmuştu.

İlk Kolera Salgını (1817)

Tarihte 150 yıl boyunca meydana gelen yedi kolera salgınının ilki olan bu ince bağırsak enfeksiyonu dalgası, bir milyon kişinin öldüğü Rusya’da ortaya çıktı. Dışkı ile enfekte olmuş su ve yiyeceklerden yayılan bakteri, İngiliz askerlerinin taşıyıcılığı ile Hindistan’a geçmiş ve milyonlarca Hintli ölmüştür. Aynı zamanda bu salgın, İspanya’da 150.000 kişiyi öldürmüş ardından Afrika, Endonezya, Çin, Japonya, İtalya, Almanya ve Amerika’ya da yayılmıştır. 1885’te bir aşısı bulunsa da pandemi devam etmiştir.

Üçüncü Veba Salgını (1855)

Çin’de başlayan bu salgın, Hindistan ve Hong Kong’a taşınmış ve 15 milyon insanı öldürmüştür. Başlangıçta Yunnan’daki bir maden patlaması sırasında pireler tarafından yayılan veba, Panthay isyanı ve Taiping ayaklanmasının sebeplerinden kabul edilir. Bu dönemde Asya’da en ciddi kayıpları Hindistan vermiştir. Bu salgın, Hint halkı tarafından baskıcı İngilizlere karşı bir isyan için bahane olarak kullanılmıştır. Pandemi, vakaların birkaç yüzün altına düştüğü 1960’a kadar aktif olarak devam etmiştir.

Fiji Kızamığı Salgını (1875)

Fiji, İngiliz İmparatorluğu’na teslim olduktan sonra kraliyet mensupları, Kraliçe Victoria’dan turistik bir hediye olarak Avustralya’yı ziyaret etti. Kızamık salgını sırasında gelen kraliyet mensupları, bu adadan kaptıkları salgın hastalık ile gittikleri yerlerde salgının daha da yayılmasına neden oldular. Hızlı bir şekilde yayılan salgın sonucunda ada, vahşi hayvanlar tarafından parçalanan cesetlerle doldu. Tüm köyler mikroptan kurtulmak amacı ile yakıldı ve bazı köylüler ateşten kurtulamayarak canlı canlı yandılar. Fiji’nin nüfusunun üçte biri, toplam 40.000 kişi bu salgında öldü.

Rus Gribi (1889)

İlk önemli grip salgını olarak bilinen Rus gribi, Sibirya ve Kazakistan’da başladı, daha sonra Moskova’ya ulaştı. Bu dönemde Finlandiya’ya ve ardından Avrupa’nın geri kalanına taşındı, daha sonra okyanusu aşarak Kuzey Amerika ve Afrika’ya geçti. 1890 yılı sonunda 360.000 kişi, bu salgından öldü.

İspanyol Gribi (1918)

Çin kökenli olan bu salgın, Çinli işçilerin Avrupa’ya giderken Kanada üzerinden demiryolu ile taşınmasıyla yayılmıştır. Kuzey Amerika’da grip, ilk olarak 1918 başlarında Kansas’ta ortaya çıktı ve ilkbaharda Avrupa’da görüldü. 1918 baharında ise Madrid’e ulaşan salgın, İspanyol gribi olarak adlandırıldı. Ekim ayına kadar yüz binlerce Amerikalı öldü ve tüm dünyada kriz yarattı. Ancak, grip tehdidi 1919 yazında, enfekte olan hastaların çoğunda bağışıklık geliştirdiği için zamanla ortadan kayboldu. Fakat bu grip, dünya tarihine, 50 milyon ölümlü en büyük salgın olarak geçti.

Asya Gribi (1957)

1957 yılında Hong Kong’da başlayan ve Çin’in her yerine, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne yayılan Asya gribi, İngiltere’ye kadar ulaştı ve altı ayda 14.000 kişi öldü. 1958 başlarında ikinci bir dalga ile gelen salgın, küresel olarak yaklaşık 1,1 milyon ölüme neden oldu ve sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 116,000 ölüm meydana geldi. Salgını önleyen aşının geliştirilmesi ile hastalık ortadan kalktı.

HIV/AIDS (1981)

AIDS’in 1920’lerde Batı Afrika’dan gelen bir şempanze virüsünden geliştiğine inanılmaktadır. Bazı vücut sıvılarına yayılan hastalık 1960’larda Haiti’ye, ardından 1970’lerde New York ve San Francisco’ya taşındı.

Salgın bir hastalık olarak ilk defa 1981’de tanımlanan AIDS, insanların bağışıklık sistemini tahrip etmekteydi. HIV virüsü ile enfekte olanlar; ateş, baş ağrısı ve genişlemiş lenf düğümleriyle karşılaşmaktaydı. Semptomlar azaldığında, taşıyıcılar kan ve genital sıvı yoluyla oldukça bulaşıcı hâle geliyordu. Hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için tedaviler geliştirildi ancak dünya çapında 35 milyon insan AIDS’ten öldü. Henüz tedavisi bulunamamıştır.

SARS (2003)

İlk olarak 2003’te tespit edilen Şiddetli Akut Solunum Sendromu’nun (SARS) muhtemelen yarasalar ile başladığına, kedilere ve daha sonra Çin’deki insanlara yayıldığına inanılmaktadır. Çin’in ardından 26 ülkeye daha yayılan SARS, 7796 ölümle sonuçlanmıştır. SARS, solunum problemleri, kuru öksürük, ateş, baş ve vücut ağrıları ile karakterizedir. Öksürük ve hapşırmalardan kaynaklanan solunum damlacıkları ile yayılmaktadır. Karantina çabalarının etkili olduğu kanıtlanan bu hastalık, temmuz yazında gerilemeye başladı ve tekrar ortaya çıkmadı. Çin hükümeti, salgının başlangıcında virüs hakkındaki bilgileri gizlemeye çalıştığı ve kamuoyu ile paylaşmadığı için eleştirildi.

Corona Virüsü (2019)

COVID-19 adıyla bilinen corona virüsü, Çin’in Wuhan kentinde bir hayvan pazarında ortaya çıkmıştır. Dünya Sağlık Örgütü, COVID-19 virüsünün 114 ülkeye yayılması ve 118.000’den fazla insanı enfekte etmesinden sonra bir salgın olduğunu resmen duyurdu. Hastalığın semptomları; solunum problemleri, ateş ve öksürüğü içermekte, bu hastalık zatürre ve ölüme yol açabilmektedir.

Çin’deki ilk vaka 17 Kasım 2019’da ortaya çıktı ancak tanı konulamadı. Araştırmacılar bilinmeyen bir virüse işaret ediyordu. Aralık ayında sekiz vaka daha ortaya çıktı. Aşısı bulunamayan virüs, Çin sınırlarının ötesine yayılmış ve ocak ayı sonunda ABD, Fransa, Avustralya ve Güney Kore de dâhil olmak üzere 10 ülkede daha ortaya çıkmıştır. Koronavirüs salgını, 21. yüzyılın en büyük küresel salgınlarından biri oldu. Tüm insanlığı ve devletleri tehdit eden bu salgının dünya ekosistemini, küresel siyaseti, sosyal ve ekonomik hayatı tamamen etkileyeceğine ve dönüştüreceğine inanılmaktadır. Bu salgın ile birlikte insanlığın ve dünyanın yeni bir döneme gireceği ifade edilmektedir.