Makale

AY'IN HİLAL HÂLİNE VURULANLARDANIZ

AY’IN HİLAL HÂLİNE VURULANLARDANIZ

Ayşe Ünüvar

Örtüldüğünde gece ve sesler sustuğunda, bir mühür ararsan gökyüzünde, Ay’ın hilal hâli göz kırpacaktır sana. O hilal ki geçmişten, sırlardan haber verecektir. Ceddinin türküsünü name name üfleyecektir karanlığı ayarken… Aymak derken; yıkamak, paklamak biraz da ışıtmaktır sanki onun işi. Her hâli karanlığı yıkayan Ay’ın hilal hâline vurgundur Türk ve İslam olan. Eskitemediğimiz tüm eskilere baktığımızda; “Ay parçası” gibi deriz bir güzel yüze. “Mah yüzlüm” deriz, mah bize Farsçadan gelmiş olsa da, “Hilal kaşlı” deriz yüzdeki ince mührü işaret ederken, “Yüzüne hilal düşmüş” gibi derdi babaannem yeni doğmuş, parlak ve bereketli anlamında. “Ay görmüşün, yıldıza ihtiyacı yok” der ve sözü bitiririz gücü anlatmak istediğimizde. “Ay ışığında ceviz çırpılmaz” der atalar bir amaca ulaşmak için uygun şartların bulunması gerektiğini anlatmak isterken.

Nice duyguyu, düşünceyi anlatmak için kapısı çalınır Ay’ın. “Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor” derken Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Şehitleri Şiirinde. Yahut İstiklal Marşı’nda aya sitem ederken seslenir: “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal”

“Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder… Gölgende bana da bana da yer ver. Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar: Yurda ay yıldızının ışığı yeter…” der, ünlü “Bayrak” şairimiz Arif Nihat Asya. Ya da sevgili Abdürrahim Karakoç: “Say Bir Gerçek Say Bir Yalan” şiirinde: “Ömür dediğiniz nedir? Üç gün hilal üç gün bedir. Haftaya boş kalır sedir. Say bir karış say bir adım. Geçti gitti anlamadım…” demektedir hayat için.

Ya da; Âşık tarzı şiir geleneğimizde; Karacaoğlan, şöyle seslenir usulca ve usulünce sevgiliye: “Barçın Yaylası’nda bir güzel gördüm/ Kaşları hilâl gözleri cerandır/ Yanaklarında al al gülleri var/ Dili bülbül kendisi bir şahandır”

Yine Divan Edebiyatımızdan Zati şöyle seslenir: “Şehr-i ‘ışk içre bir kasr-ı muallâdur felek/ Hâle ile mâh anun havzı vü şadırvanıdur”

(Felek, aşk ülkesi içinde bir yüce saraydır. Bu sarayın havuzu Ay’ın etrafında bulunan hâle, şadırvanı ise ay’dır)

Âşık, sevgilinin hayaliyle geceler boyu uyku nedir bilmeden inler ve bu ıstırapla sürekli döner. Bu hâl şaire feleğin dönüşü ve kendi vaziyeti hakkında bir ilgi kurdurmuştur ve bu nedenle âşığı sürekli sergerdan olan feleğe benzetir: “Ol da bir mâhun meger kim zâr u sergerdânıdur/ Her gice yılduz sayar yummaz gözin bîdâr çarh”

(Çarh (felek) o ay yüzlü sevgilinin inleyen ve başı dönmüş âşığı olduğu için her gece uyanıktır, gözünü yummaz ve yıldızları sayar.)

Sanatın her türünde yer almaktan mutludur hilal ve bizler de onu nakşetmekten ayrı bir haz alır, minyatürlere hilal kondurur, resimlerle hilale methiyeler düzeriz. Hat sanatının değerli ustaları harf harf işlerler hilali cami türbe, saray ve külliyelere. Ferman ve beratlara sır kondururlar hilalli divani yazılarla. Minareler hilalin gölgesinde sarılırlar gökyüzüne. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde Türk Kızılay’ının 150. yıl etkinlikleri projesi kapsamında “Hilal-i Ahmer Koleksiyonu” gerçekleştirerek dünyaya yardım ve destek konusunda hilalin duyarlılığını göstermeye gayret ederiz hilalin renk kattığı kompozisyonlarla. Sanat ile insani yardımı bir eyleyerek farkındalık yaratmak isteriz tüm bunlarla.

Sanat iyileştirir elbette. Durultur, özgürleştirir, ham olanı işler ve genişletir. Su serper insan gönlünün boz topraklarına. Lakin sanatın iyileştirici, haz verici, dinlendirici, toplayıp bir edici ve iç açıcı gücünü doğru anlamda kullanabilmek için, yaşadığımız coğrafyanın sosyal ve kültürel değerlerinin çok derin içselleştirmesi gerekmektedir. Bunun için sanatçı, geçmişle günümüz arasında tam bir köprü olmalı ve uzakları yakın kılmalı, eskimeyen eskilere duygu dünyasında derin ve geniş boyutlar verebilmelidir.

İçinde bulunduğumuz, geldiğimiz, uzak yakın toprakların geleneksel, dinî ve millî motiflerine şöyle bir baktığımızda, hilal figürünün, Türk- İslam kültüründe yazılı yazısız birçok kaynakta yer aldığına rastlarız.

Öncelikle İslam kültür dünyasında hilal figürü 7. yüzyıldan itibaren yer almaktadır. Hilal Figürü hem Batı dünyası hem de Doğu medeniyetlerince İslam sembolü olarak algılanmakta ve görülmektedir. Türk Dil Kurumuna göre Hilal: Ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi, ayça, yeni ay anlamlarına gelmektedir. İslami literatüre bakıldığında ayın hareketleri bazı ibadetlerin başlama ve bitme zamanını gösterir. Özellikle oruç ve hac zamanlarının tespitinde hilalin rehberliğine önem verir hadisler.

Türkler Müslüman olmadan önce de ayı hem isim, hem kavram hem de bir imge olarak türlü yerlerde çokça kullanmışlardır. Destanlar, efsaneler, şölen, sav, sagu koşuklar gibi. Örneğin; Manas Destanında: Ay Kız, Ay Çörek, Altun Ay gibi kahramanlar yer almaktadır. “Aytoldı dedi ki; benim adımı bu karakterimi bilge kişi Ay’a benzetir… Dünya halkı Ay’dan aydınlık alır. Kemale erip yukarı doğru yükseldikten sonra, tekrar ufalarak küçülür” denilir Ay için. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde. Kişilerin, canlı ve bitkilerin, uygarlık ve devletlerin hayatlarında ayın bu süreçleri mevzu bahistir. Bu süreçlerde ‘Kut’ zirve durumunun, dolunay hâlinin karşılığıdır. Kutadgu Bilig’de iki dünyada da saadete ermek için takip edilmesi gereken yollar sıralanırken, devletin ve insanın gidişatının ayın evrelerine ve değişmesine benzetilmesi ne güzel örnektir ay kavramının bize yakınlığına.

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey, rüyasında Şeyh Edebali’nin göğsünden bir Ay çıktığını ve bu ayın kendi kalbine hilal şeklinde girdiğini görür. Edebali bunun ise bir Cihan Devletine işaret ettiğini söyler Osman Gazi’ye… Daha da eskiye doğru yol alırsak efsanevi kahraman Oğuzhan “Altun Kazılık Kız” ile evlendikten sonra üç çocuğu olmuş ve adlarını Gün, Ay, Yıldız koymuştur. Türklerin menşeiyle ilgili olarak Yaratılış Destanı’nda Türklerin ceddi “Ay Atamdır” demektedir, Türk asıllı Aybeg ed-Devâdârî. Bahattin Öğel’den okuduğumuz kaynaklara göre. Göktürklerde ise bazı damgaların hilal şeklinde olduğunu söyler tarihçiler. Hilal, Türkler için aynı zamanda İslami bir simge olarak kabul edilir ve minarelerin alemine takılarak şereflendirilir.

Ay yıldızlı bayrağımızda gururla taşır tüm yükü hilal. Bayrak ki bir medeniyetin ayağa dikilmiş hâlidir. Ay yıldızlı al bayrağımızın bağrına bastığı hilal üzerimize gölge olup bizleri geleceğe taşır. Bayrak üzerindeki her simge bir medeniyet, bir varoluş, bir gücü anlatır ki bize, hilal hem Türklüğü hem de İslamiyet’i temsil eder, rengini şehitlerimizin kanından alan bayrağımızın üzerinde.

Yine eskilerden kalma bir sürü yapıda görürüz hilalin çeşitli versiyonlarını. Örneğin; Sivas Divriği Ulucami’ndeki çift başlı kartal kabartmasının kuyruk kısmında üç hilâl bulunmaktadır. Konya İnce Minareli Medrese’nin taç kapısının kanatlarına hilâl resmedilmiştir ve Erzurum Çifte Minareli Medrese’de bitki ve hayvan motiflerini halka şeklinde bir hilâl sarmaktadır. İnsan ne görür neyi severse onu işlermiş. Medeniyetimizin köklerinde bizleri var eden anlam yüklediğimiz tüm şeyleri sanat adı altında yüreğimizle nakışlarız ki bunlardan en önemlisidir hilal figürü. Çocuklarımıza Hilal adı koyar, Ayyıldız, Aygül, Aysima vb. çeşitleriyle taçlandırırız. Zamanın bir yerinde, karanlık bir gecede gökyüzüne bakar, vakitler hilale durduğunda şöyle bir iç geçirip rahatlarız. Ayın hilale dönmesi bir çağrıdır içimizde; yeniden doğuşu, aydınlığı ve biraz da bereketi simgeler geçmişten günümüze…

Teknoloji ilerlese yeni sanatsal çağrışımlar ortaya çıksa da evlerimizin, iş yerlerimizin, sergi salonlarımızın başköşelerine astığımız birçok tabloda içine kelime-i tevhit nakşedilmiş hilal ve besmele ile bezenmiş yıldız yer alır. Çağdaş hat sanatı içinde yer alan figural (şekli) hat sanatkârlarımız ay yıldızı dinî simgelerimizle buluşturup estetik heyecanımızı derinleştirmeye devam ederler. Bir hilal düşünün, kelime-i tevhide bürünmüş yaşandığımız mekânın ruhuna, geçmiş ile geleceğin bağına talip olmuş. Nerede görsek hangi sanatsal işleyişle icra edilmiş olursa olsun hilalin yeri kalbimizin, ruhumuzun ve geçmişimizin en derininden seslenir bize. Gökyüzüne bakıp hilal görünce yeniden doğarız belki de… Ya da İslam bayrağı olup parlar incecik hilal aynı göğün yüzünde ve yine deriz ki; Bir hilal uğruna Ya RAB ne güneşler batıyor!