Makale

EN KÂRLI TÜCCAR: SUHEYB B. SİNAN

EN KÂRLI TÜCCAR: SUHEYB B. SİNAN

Dr. Öğretim Üyesi Yaşar Akaslan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Mekke’de, İslam’ı kabul edip Müslü­manlığını açıklayan ilk yedi kişi ara­sında olmasına rağmen Medine’ye en son hicret edebilenler içinde zik­redilen kimsesiz biri vardı. Istırap dolu Mekke dö­neminin artık sonlarıydı. Resulüllah’ın, hicret için yola revan olmadan önce, Hz. Ebubekir’e yanları­na onu da almasını söylemesine rağmen yolculu­ğun aceleye gelmesi sebebiyle bu mümkün olamadı. Zira o malum gece, Hz. Peygamber’in evinin önünde olduğu gibi onun da evinin avlusunda olağanüstü anlar yaşanmıştı. Evinin etra­fı, kılıç kullanmakta yetenekli genç müşriklerden oluşan bir grup tarafından kuşatılmıştı. Eli silahlı gözü kara bu gençle­rin elinden kurtulmak mümkün değildi. Yola çıkmasına izin ver­meyeceklerini anlayınca karnı ağrıyormuş bahanesiyle sık sık evinden çıkıp ayakyoluna gidi­yor gibi yaptı. Bunu fark eden grup, “Lât, zaten onun karnına ağrıyı vermiş. Bu hâliyle burayı terk edemez. Bırakıp gidelim.” deyip civardan uzaklaştıkların­da bulduğu fırsatı değerlendir­di. Gecenin ilerleyen saatlerinde birinin kendisini görüp müş­riklere haber vermesiyle evini kuşatan genç müşrik topluluğu doludizgin sürdükleri atlarına binip ona yetişti. Etrafı tekrar sarıldı. Bu azgın grubun yaklaş­tığını fark ettiğinde atından inip sadağından (ok çantası) oklarını çıkararak yayına koydu ve ima­nından aldığı cesaretle onlara şöyle haykırdı: “Ey Kureyşliler! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi ok atanlarınızdanım. Vallahi üzerime gelecek olursanız bite­ne kadar okların hepsini atarım. Hanginize isabet ederse onu öldürürüm. Sonra kılıcımı çeker sizinle dövüşürüm. Nihayet öldürülürüm. Bilin ki! Okla­rım bitene ve kılıcım kırılana kadar yanıma yaklaşamazsınız. Bırakın gideyim!” Bu cesur muhacir teslim olacağa benzemiyordu. Müşriklerden birisi: “Sen Mekke’ye köle, zayıf ve yoksul olarak geldin. Sayemizde mal ve servete burada kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin hem de bu kadar malı gö­türeceksin öyle mi? Biz bunca malı alıp Yesrib’e git­mene izin vermeyiz.” dedi. Bu ifadeler, korkak müş­riklerin amacını ortaya koymuştu. Onun “Ne kadar malım varsa hepsi­ni size bırakırsam önümden çekilir misiniz?” teklifine olumlu cevap ve­ren müşriklere yanındaki mallarını verdi. Bütün servetinin bulunduğu yeri de söyleyerek “Sizin gözünüz Mekke’deki servetimdedir. Ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. Yeter ki çekilin yolumdan.” sözüyle ser­vetini verip oradan ayrıldı. Neyi var neyi yok hepsini Allah yolunda feda etti. Medine yolunda aç susuz, ama heyecanlı bir şekilde hatta bir gözü kendisine oldukça sıkıntı çektirmiş­se de yolu zor da olsa bitirebildi. Rebiülevvel ayının ortalarında sağ salim Kuba’ya vardığında olup bi­tenleri Resulüllah’a tek tek anlattı. Servetini Mekkelilere teslim etmek suretiyle onların ellerinden kurtul­ması üzerine şu ayet nazil oldu: “Al­lah’ın hoşnutluğunu kazanmak için canını ve malını feda eden, hiçe sa­yan insanlar vardır. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.” (Bakara, 2/207) Bu vahye istinaden Hz. Peygamber (s.a.s.) tebessüm ile üç kez “Ebu Yahya’nın ticareti kâr etti.” buyurdu (Ebu Nu’aym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 151).

Resulüllah’ın, künyesini Ebu Yahya koyduğu ve daha ziyade Suheyb-i Rûmî olarak bilinen bu kârlı tüccarın adı Suheyb b. Sinan b. Mâlik’tir. Su- heyb, Irak’ın Musul şehri yakınlarında bir köyde 586 yılında gözlerini dünyaya açtı. Rebîa kabilesi­nin kollarından Benî Nemir b. Kâsıt’a mensup ve aslen Arap olan babası, Sâsânî hâkimiyetindeki Übülle olarak bilinen meşhur bir bölgenin valisiydi. Sâsânî-Bizans arasında süregelen savaşların birinde Bizanslılar buraya saldırıp anne ve baba­sını öldürünce henüz ufak bir çocuk iken onlara esir düştü. Rumların elinde yıllarca esarette kalan ve köle olarak satıla satıla en sonunda Mekke’de, Cahiliye Dönemi’nde mazlumları koruyan, zen­ginliği ve cömertliğiyle bilinen Abdullah b. Cüd‘ân tarafından satın alınıp azat edildi. Özgürlüğüne kavuşmasına rağmen memle­ketine dönmeyen Suheyb, yeni hayatını Mekke’de sürdürdü.

Resulüllah ile dostluğu nübüv­vetin öncesine dayanan Suheyb, zaman zaman onunla sohbet ederdi. Hz. Peygamber’in, Dâru’l-Erkam’da İslam’ı gizlice tebliğ ettiğini duyan Suheyb, Müslümanların sayısının otuz kişi civarında olduğu vakitler­de burada İslam ile şereflendi. Ona ilk Müslümanların “Sakın Müslüman olduğunu söyleme! Buradaki herkesin Mekke’de çevresi ve akrabaları var. Senin ise kimsen yok. Müşrikler duyar­larsa seni Mekke’de yaşatmaz­lar.” telkinlerine rağmen Mekke sokaklarında yüksek perdeden kelime-i tevhidi haykırdı. Ken­disini koruyacak kabilesi, hi­maye edecek yakını olmaması sebebiyle sıklıkla müşriklerin şiddetli saldırılarına, dayakları­na ve türlü eziyetlerine maruz kaldı. Örneğin müşrikler, yakıcı güneşte kızdırdıkları demirden bir zırhı Suheyb’in çıplak vücuduna giydirmek suretiyle yine kavurucu güneşin altında saatler­ce bekletmişlerdi. Müşrikler yine bir defasında Suheyb, Habbâb b. Eret ve Ammâr b. Yâsir Mekke sokaklarında yürürken “Muhammed’in arkadaşla­rı bunlar mı?” diyerek istihza edip küfürler savur­dular. Suheyb’in onlara hitaben, bir Müslümanın zayıf olması sebebiyle zelil; bir müşrikin de aziz sayılamayacağını söylemesi üzerine azgın müşrik güruhu, onları konuşamayacak, ne dediğini bile­meyecek hâle getirinceye kadar dövdüler (Belâzürî, Ensâb, I:181).

Suheyb, oldukça şakacı ve hazırcevap bir mizaca sahipti. Medine’ye hicreti esnasında bir gözü has­talıktan dolayı açılmıyordu. Hicretin ardından, aralarında Resulüllah (s.a.s.), Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibi birçok kişinin de bulunduğu toplulu­ğa, ev sahibi Külsüm b. Hidm tarafından taze yapraklı salkım hâlinde bir tepsi dolusu hurma ikram edilmişti. Günlerdir açlık­tan bitap düşmüş olan Suheyb, gözündeki sancıya aldırmadan açlığını gidermek için hurma­ları iştahla yemeye başlayınca Hz. Ömer, -Suheyb için- “Ya Re- sulallah! Hem gözüm ağrıyor diyor ama hurmaları bizden fazla yiyor? Onları nasıl yediği­ni görüyor musunuz?” dedi. Hz. Peygamber Suheyb’e şaka yollu “Ey Suheyb! Hem gözün ağrıyor hem de yaş hurma mı yiyor­sun?” buyurdu. Suheyb “Ya Resulallah! Ben hurmaları yerken ağrımayan gözümü kullanıyo­rum.” diyerek latif bir cümleyle Resulüllah’ı tebessüm ettirdi. Hatta cevap üzerine Resulüllah’ın gülerken azı dişlerinin gö­ründüğü rivayet edilir (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 575).

Hz. Peygamber’e Medine’de iki ev hediye edildiğinde vefa pey­gamberi, bu evlerden birini, malını Allah uğruna feda eden vefakâr Suheyb’e; diğerini de vefasıyla maruf Erkam b. Ebu’l-Erkam’a hediye etti. Resulül­lah, Suheyb’i, Ümmü Seleme validemizin kız kar­deşi Rayta bint Ebî Ümeyye ile evlendirip kendisi­ne daha da yakınlaştırdı.

23 yıl Resulüllah ile fasılasız yaşayan Suheyb’in şu ifadeleri onun Hz. Peygamber’e yakınlığını gözler önüne serer: “Resulüllah’ın bulunduğu bütün sa­vaşlarda ben onun yanındaydım. Nerede kendisi­ne biat edildiyse mutlaka ben de oradaydım. Bir yere askerî birlik gönderdiğinde, ben de mutlaka içinde yer aldım. Ne zaman bir gazveye çıktıy­sa mutlaka onun ya sağında ya da solundaydım. Önlerinden korktuklarında muhakkak önlerinde, arkalarından korktukları zaman da hemen arkala­rında bulunurdum. Resulüllah’ı hiçbir zaman düş­manla kendi aramda bırakmadım. Ona bir zarar gelmemesi için kendi vücudumu siper ettim. Bu durum, Resulüllah vefat edinceye kadar böyle de­vam etti.” (Ebû Nu’aym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 151.)

Hz. Ömer’in vefatından önce, hilâfetinin son anla­rında, altı kişilik şûranın, yeni halifenin kim olma­sı gerektiğine karar vermesine kadarki üç günlük süreçte Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’nin mihrabında namazları kıldırmak üzere kendisine değer verdiği Suheyb’i imam olarak tayin etti. Bu vesileyle Suheyb, Müslümanlara üç gün boyunca namaz kıl­dırdı ve bu süre zarfında halifenin işlerini yürüttü. Hz. Ömer vefat ettiğinde de cenaze namazını Suheyb kıldırdı.

Kur’an’ın nüzulüne birebir şahit olan ve sürekli Resulüllah’la birlikte bulunan Suheyb, hadis rivayeti hususunda oldukça titizdi. Hz. Peygamber’in kut­lu sözlerini naklederken şu ifadelerde bulunurdu:

“Allah’a yemin ederim ki, ben Resulüllah’tan çok şey işittiğim hâlde- bilerek hadis nakletmiyorum. Dilerseniz size Resulüllah’ın savaşlarını ve beraber bulunduğum sıralarda gördüklerimi aktarayım. Ancak ‘Resulüllah şöyle buyurdu’ demeye gelince ben onu yapamam.” (İbn Sa‘d, Tabakât, III, 210.)

Suheyb, Resulüllah’la geçirdiği 23 yıllık zaman zarfında sadece 30 hadis nakletmiştir. Bunlardan biri, müminlere bir tavır işaret eden şu rivayettir: “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çün­kü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64.)

Sahabe arasında nüktedanlığı, hoşgörüsü, güzel ahlakı, misafirperverliği, cömertliği, takvası ve olgunluğu ile temayüz eden Suheyb, hicretin 38. senesinin Şevval ayında (658) 73 yaşındayken Me­dine’de rahmet-i Rahman’a kavuştu. Naaşı, Sa‘d b. Ebi Vakkâs’ın kıldırdığı cenaze namazını müteakip Cennetü’l-Bakî’ye defnedildi. Allah, mallarını ve canlarını kendisine satabilen, hakikatte kâr etmiş tüccarlardan kılsın ve bir an bile düşünmeden bu ticareti gerçekleştiren Suheyb ile bizleri haşreylesin. Âmin.