EN KÂRLI TÜCCAR: SUHEYB B. SİNAN
Mekke’de, İslam’ı kabul edip Müslümanlığını açıklayan ilk yedi kişi arasında olmasına rağmen Medine’ye en son hicret edebilenler içinde zikredilen kimsesiz biri vardı. Istırap dolu Mekke döneminin artık sonlarıydı. Resulüllah’ın, hicret için yola revan olmadan önce, Hz. Ebubekir’e yanlarına onu da almasını söylemesine rağmen yolculuğun aceleye gelmesi sebebiyle bu mümkün olamadı. Zira o malum gece, Hz. Peygamber’in evinin önünde olduğu gibi onun da evinin avlusunda olağanüstü anlar yaşanmıştı. Evinin etrafı, kılıç kullanmakta yetenekli genç müşriklerden oluşan bir grup tarafından kuşatılmıştı. Eli silahlı gözü kara bu gençlerin elinden kurtulmak mümkün değildi. Yola çıkmasına izin vermeyeceklerini anlayınca karnı ağrıyormuş bahanesiyle sık sık evinden çıkıp ayakyoluna gidiyor gibi yaptı. Bunu fark eden grup, “Lât, zaten onun karnına ağrıyı vermiş. Bu hâliyle burayı terk edemez. Bırakıp gidelim.” deyip civardan uzaklaştıklarında bulduğu fırsatı değerlendirdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde birinin kendisini görüp müşriklere haber vermesiyle evini kuşatan genç müşrik topluluğu doludizgin sürdükleri atlarına binip ona yetişti. Etrafı tekrar sarıldı. Bu azgın grubun yaklaştığını fark ettiğinde atından inip sadağından (ok çantası) oklarını çıkararak yayına koydu ve imanından aldığı cesaretle onlara şöyle haykırdı: “Ey Kureyşliler! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi ok atanlarınızdanım. Vallahi üzerime gelecek olursanız bitene kadar okların hepsini atarım. Hanginize isabet ederse onu öldürürüm. Sonra kılıcımı çeker sizinle dövüşürüm. Nihayet öldürülürüm. Bilin ki! Oklarım bitene ve kılıcım kırılana kadar yanıma yaklaşamazsınız. Bırakın gideyim!” Bu cesur muhacir teslim olacağa benzemiyordu. Müşriklerden birisi: “Sen Mekke’ye köle, zayıf ve yoksul olarak geldin. Sayemizde mal ve servete burada kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin hem de bu kadar malı götüreceksin öyle mi? Biz bunca malı alıp Yesrib’e gitmene izin vermeyiz.” dedi. Bu ifadeler, korkak müşriklerin amacını ortaya koymuştu. Onun “Ne kadar malım varsa hepsini size bırakırsam önümden çekilir misiniz?” teklifine olumlu cevap veren müşriklere yanındaki mallarını verdi. Bütün servetinin bulunduğu yeri de söyleyerek “Sizin gözünüz Mekke’deki servetimdedir. Ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. Yeter ki çekilin yolumdan.” sözüyle servetini verip oradan ayrıldı. Neyi var neyi yok hepsini Allah yolunda feda etti. Medine yolunda aç susuz, ama heyecanlı bir şekilde hatta bir gözü kendisine oldukça sıkıntı çektirmişse de yolu zor da olsa bitirebildi. Rebiülevvel ayının ortalarında sağ salim Kuba’ya vardığında olup bitenleri Resulüllah’a tek tek anlattı. Servetini Mekkelilere teslim etmek suretiyle onların ellerinden kurtulması üzerine şu ayet nazil oldu: “Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için canını ve malını feda eden, hiçe sayan insanlar vardır. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.” (Bakara, 2/207) Bu vahye istinaden Hz. Peygamber (s.a.s.) tebessüm ile üç kez “Ebu Yahya’nın ticareti kâr etti.” buyurdu (Ebu Nu’aym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 151).
Resulüllah’ın, künyesini Ebu Yahya koyduğu ve daha ziyade Suheyb-i Rûmî olarak bilinen bu kârlı tüccarın adı Suheyb b. Sinan b. Mâlik’tir. Su- heyb, Irak’ın Musul şehri yakınlarında bir köyde 586 yılında gözlerini dünyaya açtı. Rebîa kabilesinin kollarından Benî Nemir b. Kâsıt’a mensup ve aslen Arap olan babası, Sâsânî hâkimiyetindeki Übülle olarak bilinen meşhur bir bölgenin valisiydi. Sâsânî-Bizans arasında süregelen savaşların birinde Bizanslılar buraya saldırıp anne ve babasını öldürünce henüz ufak bir çocuk iken onlara esir düştü. Rumların elinde yıllarca esarette kalan ve köle olarak satıla satıla en sonunda Mekke’de, Cahiliye Dönemi’nde mazlumları koruyan, zenginliği ve cömertliğiyle bilinen Abdullah b. Cüd‘ân tarafından satın alınıp azat edildi. Özgürlüğüne kavuşmasına rağmen memleketine dönmeyen Suheyb, yeni hayatını Mekke’de sürdürdü.
Resulüllah ile dostluğu nübüvvetin öncesine dayanan Suheyb, zaman zaman onunla sohbet ederdi. Hz. Peygamber’in, Dâru’l-Erkam’da İslam’ı gizlice tebliğ ettiğini duyan Suheyb, Müslümanların sayısının otuz kişi civarında olduğu vakitlerde burada İslam ile şereflendi. Ona ilk Müslümanların “Sakın Müslüman olduğunu söyleme! Buradaki herkesin Mekke’de çevresi ve akrabaları var. Senin ise kimsen yok. Müşrikler duyarlarsa seni Mekke’de yaşatmazlar.” telkinlerine rağmen Mekke sokaklarında yüksek perdeden kelime-i tevhidi haykırdı. Kendisini koruyacak kabilesi, himaye edecek yakını olmaması sebebiyle sıklıkla müşriklerin şiddetli saldırılarına, dayaklarına ve türlü eziyetlerine maruz kaldı. Örneğin müşrikler, yakıcı güneşte kızdırdıkları demirden bir zırhı Suheyb’in çıplak vücuduna giydirmek suretiyle yine kavurucu güneşin altında saatlerce bekletmişlerdi. Müşrikler yine bir defasında Suheyb, Habbâb b. Eret ve Ammâr b. Yâsir Mekke sokaklarında yürürken “Muhammed’in arkadaşları bunlar mı?” diyerek istihza edip küfürler savurdular. Suheyb’in onlara hitaben, bir Müslümanın zayıf olması sebebiyle zelil; bir müşrikin de aziz sayılamayacağını söylemesi üzerine azgın müşrik güruhu, onları konuşamayacak, ne dediğini bilemeyecek hâle getirinceye kadar dövdüler (Belâzürî, Ensâb, I:181).
Suheyb, oldukça şakacı ve hazırcevap bir mizaca sahipti. Medine’ye hicreti esnasında bir gözü hastalıktan dolayı açılmıyordu. Hicretin ardından, aralarında Resulüllah (s.a.s.), Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibi birçok kişinin de bulunduğu topluluğa, ev sahibi Külsüm b. Hidm tarafından taze yapraklı salkım hâlinde bir tepsi dolusu hurma ikram edilmişti. Günlerdir açlıktan bitap düşmüş olan Suheyb, gözündeki sancıya aldırmadan açlığını gidermek için hurmaları iştahla yemeye başlayınca Hz. Ömer, -Suheyb için- “Ya Re- sulallah! Hem gözüm ağrıyor diyor ama hurmaları bizden fazla yiyor? Onları nasıl yediğini görüyor musunuz?” dedi. Hz. Peygamber Suheyb’e şaka yollu “Ey Suheyb! Hem gözün ağrıyor hem de yaş hurma mı yiyorsun?” buyurdu. Suheyb “Ya Resulallah! Ben hurmaları yerken ağrımayan gözümü kullanıyorum.” diyerek latif bir cümleyle Resulüllah’ı tebessüm ettirdi. Hatta cevap üzerine Resulüllah’ın gülerken azı dişlerinin göründüğü rivayet edilir (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 575).
Hz. Peygamber’e Medine’de iki ev hediye edildiğinde vefa peygamberi, bu evlerden birini, malını Allah uğruna feda eden vefakâr Suheyb’e; diğerini de vefasıyla maruf Erkam b. Ebu’l-Erkam’a hediye etti. Resulüllah, Suheyb’i, Ümmü Seleme validemizin kız kardeşi Rayta bint Ebî Ümeyye ile evlendirip kendisine daha da yakınlaştırdı.
23 yıl Resulüllah ile fasılasız yaşayan Suheyb’in şu ifadeleri onun Hz. Peygamber’e yakınlığını gözler önüne serer: “Resulüllah’ın bulunduğu bütün savaşlarda ben onun yanındaydım. Nerede kendisine biat edildiyse mutlaka ben de oradaydım. Bir yere askerî birlik gönderdiğinde, ben de mutlaka içinde yer aldım. Ne zaman bir gazveye çıktıysa mutlaka onun ya sağında ya da solundaydım. Önlerinden korktuklarında muhakkak önlerinde, arkalarından korktukları zaman da hemen arkalarında bulunurdum. Resulüllah’ı hiçbir zaman düşmanla kendi aramda bırakmadım. Ona bir zarar gelmemesi için kendi vücudumu siper ettim. Bu durum, Resulüllah vefat edinceye kadar böyle devam etti.” (Ebû Nu’aym, Hilyetü’l-evliyâ, I, 151.)
Hz. Ömer’in vefatından önce, hilâfetinin son anlarında, altı kişilik şûranın, yeni halifenin kim olması gerektiğine karar vermesine kadarki üç günlük süreçte Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’nin mihrabında namazları kıldırmak üzere kendisine değer verdiği Suheyb’i imam olarak tayin etti. Bu vesileyle Suheyb, Müslümanlara üç gün boyunca namaz kıldırdı ve bu süre zarfında halifenin işlerini yürüttü. Hz. Ömer vefat ettiğinde de cenaze namazını Suheyb kıldırdı.
Kur’an’ın nüzulüne birebir şahit olan ve sürekli Resulüllah’la birlikte bulunan Suheyb, hadis rivayeti hususunda oldukça titizdi. Hz. Peygamber’in kutlu sözlerini naklederken şu ifadelerde bulunurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, ben Resulüllah’tan çok şey işittiğim hâlde- bilerek hadis nakletmiyorum. Dilerseniz size Resulüllah’ın savaşlarını ve beraber bulunduğum sıralarda gördüklerimi aktarayım. Ancak ‘Resulüllah şöyle buyurdu’ demeye gelince ben onu yapamam.” (İbn Sa‘d, Tabakât, III, 210.)
Suheyb, Resulüllah’la geçirdiği 23 yıllık zaman zarfında sadece 30 hadis nakletmiştir. Bunlardan biri, müminlere bir tavır işaret eden şu rivayettir: “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64.)
Sahabe arasında nüktedanlığı, hoşgörüsü, güzel ahlakı, misafirperverliği, cömertliği, takvası ve olgunluğu ile temayüz eden Suheyb, hicretin 38. senesinin Şevval ayında (658) 73 yaşındayken Medine’de rahmet-i Rahman’a kavuştu. Naaşı, Sa‘d b. Ebi Vakkâs’ın kıldırdığı cenaze namazını müteakip Cennetü’l-Bakî’ye defnedildi. Allah, mallarını ve canlarını kendisine satabilen, hakikatte kâr etmiş tüccarlardan kılsın ve bir an bile düşünmeden bu ticareti gerçekleştiren Suheyb ile bizleri haşreylesin. Âmin.