Mehmet Şimşek
Divan edebiyatı, sanatla hayalin buluştuğu ustalık gerektiren en elit sanat dönemidir. Osmanlı İmparatorluğunun doğuşuna, büyümesine, duraklamasına ve çöküşüne şahitlik etmiş uzunca bir dönemi kapsamaktadır. 13. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar varlığını devam ettirmiş, birçok başarılı sanatçıyı birçok şaheseri edebiyatımıza armağan etmiştir. İşte bunlar arasında bazıları var ki ön plana çıkamasalar da divan edebiyatı dünyasının içinde bir hazine gibi keşfedilmeyi beklemişlerdir. Bu hazine, kadın şairlerimizden başkası değildir. Onlar hem birer anne hem birer eş hem de sanatçı kimlikleriyle toplumsal hayatta kendilerine yer edinmişlerdir.
Adlarının şair tezkireleri ve çeşitli biyografik eserlerde tespit edildiği söylenen birçok kadın şairimiz vardır. Erkek şairlere nazaran sayıları çok az olsa da dönemlerinde tanınmışlar ve divan edebiyatı gibi büyük bir deniz içinde bir ırmak gibi divan edebiyatı havzasına su taşımışlardır. Dönemlerindeki ünlü şairleri tanımış ve onlara nazireler yazmışlardır. Zaten sanat gibi amacı güzel olanı yakalamak olan bir uğraşının içinde kadınların kendine yer edinmiş olması, beklenen bir durum olsa gerek. Çünkü onlar, yaradılış gereği annelik gibi güzel bir duyguyla dünyaya gelirler. Sanat hislerin tercümesiyken kadınlarımız bu hisleri tercüme etmekte başarılı olmuşlardır.
Divan şiirinde kadın şairlere ilk kez 15. yüzyılda rastlanmaktadır. Adı bilinen divan edebiyatı kadın şairlerimiz şunlardır: Zeynep Hatun, Mihri Hatun, Ayşe Hubbi Hatun, Sıdkı Hatun, Ani Fatma Hatun, Fıtnat Hanım, Leyla Hanım, Şeref Hanım, Ni- gar Hanım, Adile Sultan, Hatice Nakiye Hanım, Feride Hanım, Tevhide Hanım, Münire Hanım, Habibe Hanım, Hatice İffet Hanım, Hasibe Maide Hanım, Makbule Leman, İhsan Raif. İsmi geçen kadın şairlerden en önemli olanları ise Zeynep, Mihri, Ayşe Hubbi, Fıtnat, Leyla, Şeref Hanımlar ve Adile Sultan’dır
Bu kadın şairlerimizin birçoğu, iyi eğitimli kişilerdir ve devletin ileri gelenlerinin kızları veya eşleridir. Bu sayede de edebiyatla iç içe olma fırsatı bulmuşlar, şair meclislerine ya da edebî sohbetlere tanıklık etmişlerdir. Vali, kadı, kazasker, sadrazam gibi yüksek statüye sahiptir birçoğunun babası ya da eşi. Arapça ve Farsça gibi divan edebiyatına kaynaklık eden dillere ve bu dillere mensup edebî anlayışlara hâkimdir birçoğu. Edebiyatın dışında müzik, hat vb. sanat dalına da aynı anda ilgi duymuştur bir kısmı.
Divan edebiyatında Bursa, Edirne, İstanbul gibi Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış şehirlerde birçok şair yetişmiştir. Bu şehirler dışında Amasya, Manisa, Kütahya ve Trabzon’da da edebî muhitlerin oluştuğu bilinmektedir. Özellikle yetiştirdiği kadın şairlerle Amasya, Türk kültür ve sanat hayatında önemli bir konuma sahiptir. Çünkü Osmanlı şiirinin ilk kadın şairlerini yetiştiren bir şehirdir. Burada yetişen kadın şairlerden ilki Zeynep Hanımdır.
Zeynep Hanım: Divan şiirinin bilinen ilk kadın şairidir. Fatih devrinde Amasya’da yetişen kadın şairlerdendir. İyi eğitim almış, Farsça ve Türkçe yazdığı gazelleriyle devrinde tanınmıştır. Bir divan tertip edip Fatih Sultan Mehmet’e sunduğu söylense de bu divan henüz ele geçmemiştir. Çağdaşı Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri vardır. Şiirleri sade ve samimi bir anlatıma sahiptir. Onda kadının güçlü olması yönünde bir düşünce hâkimdir.
Yaşamının son dönemlerinde ise şiiri bırakıp inzivaya çekildiği söylenmektedir.
Mihri Hatun: Amasyalı Gümüşoğluları ailesine mensup olan şair 1460 yılında doğmuş 1506’da vefat etmiştir. II. Baye- zid’in valiliği döneminde sarayla ilişki içinde bulunmuş, II. Bayezid çevresinde oluşan edebî meclislere katılmış, şehzadenin annesi ve sarayın önde gelenleriyle arkadaşlık etmiştir. Zeynep Hatun ile de bu ortamlarda tanışmıştır. Şiirlerinde kadın sorunlarını sorgulayan ve düşündüklerini cesurca söyleyebilen dönemin tek kadın şairidir. Bu cesurluğu onun Antik Yunan kadın filozofu ve şairi Sappho ile kıyaslanmasına neden olmuştur. O, “Türk Safosu” olarak anılmaktadır. Ayrıca “Kadın Şairlerin Piri” olarak da anılır.
Ayşe Hubbi Hatun: Aslen Amasyalı olan şair Ayşe Hubbi Hatun, 16. yy şairlerindendir. Hubbi Hatun, Şemsi Çelebi’yle evlendikten sonra saraya yerleşmiş ve şiir yazmaya başlamıştır. Saraya yerleştikten sonra önce II. Selim’in daha sonra da III. Murad’ın nedimesi (yardımcı kadın görevlisi) olmuştur. Tezkirelerde yer alan şiirlerinden başka Arapçadan tercüme ettiği gaza ve gazilik konusunu ele alan İmdadü’l- Cihad adlı bir eseri bir de Cemşid ü Hurşid adlı mesnevisinin olduğu söylenmektedir ancak bu mesnevisi ele geçmemiştir. Şiirlerinde özgünlük yoktur. Şiirlerindeki tarz bütün divan edebiyatında olduğu gibi kadınsı değildir yani üslubu baskın olan erkek şairlerin üslubuna benzer. Ayşe Hubbi Hatun 1590’da İstanbul’da ölmüştür.
Fıtnat Hanım: “Hanımefendi Hazretleri” ve “Şairler Kraliçesi” gibi lakaplarla anılan Fıtnat Hanım (ö. 1194/1780), klasik edebiyattaki kadın şairlerin en meşhurudur. Kendini iyi bir şekilde yetiştirmiş, nüktedan, açık sözlü bir şairdir. Fıtnat Hanım, Koca Ragıp Paşa’nın konağındaki edebî meclislere katılmış, onunla sohbetler etmiştir. Paşa, Haşmet ve Fıtnat Hanım arasında geçtiği söylenen latifeler, döneminde meşhur olmuştur. Şiirleri, hikemî ve âşıkane söyleyişlerden ibarettir. Fıtnat Hanım, devrinde fıkraları ve şairliğiyle oldukça meşhur olmuş, şiirleri elden ele dolaşmış bir şairdir.
Leyla Hanım: İstanbullu olan Leyla Hanım’ın doğum tarihi tespit edilememiştir. Dönemin şairlerinden Keçecizade İzzet Molla, şairin dayısıdır. Kız çocuklarının örgün eğitiminin henüz söz konusu olmadığı bir dönemde, kültür seviyesi ortalamanın üstünde bir ailede yetişen Leyla Hanım’ın şiirle ilgilenmesinde de bu aile ortamının etkisi olmuştur. Hayatı hakkında ayrıntılı bilgi bulunmasa da yazdıklarından hareketle Leyla Hanım’ın, saray çevresine uzak kalmadığı anlaşılmaktadır. Saray çevresi ile kurduğu ilişkiye rağmen hayatı maddi sıkıntılarla geçmiş olan şair, durumunu şiirlerinde açıkça dile getirmiştir. Mevlevi tarikatına mensup olan şairin tasavvufi duyguları da divanında ifadesini bulmuştur. Leyla Hanım, 1848’de vefat etmiştir.
Şeref Hanım: XIX. yüzyılın kadın şairlerinden biri de Şeref Hanımdır. 1809’da İstanbul’da doğmuştur. Şeref Hanım, şiirlerinde birçok yerde Hz. Muhammed soyundan geldiğini dile getirmektedir. Hakkında fazla bilgi bulunmayan Şeref Hanım’ın hayatı ile ilgili ipuçlarını şiirlerinde görmek mümkündür. Şiirlerinden evlilik yapmadığı, en azından çocuk sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. 1861 yılında ise vefat ettiği bilinmektedir. Şiirleri edebî bakımdan çok üstün nitelikli olmasa da divan sahibi bir kadın şair olarak edebiyat tarihimizde kendisine yer edinmiştir.
Adile Sultan: Osmanlı padişahı II. Mahmut’un kızı olarak 1826’da İstanbul’da doğan Adile Sultan, Osmanlı hanedanında divan sahibi tek kadın şairdir. Padişah kızı olduğu hâlde pek mutlu bir hayat sürmemiştir. Küçük yaşta annesiz kalmaktan başka, babasının ve birçok kardeşinin ölüm acısını yaşamış olan Adile Sultan, kendisini tasavvufa vermiştir. Adile Sultan, eski divan şairlerinin izinden gitmiştir. Musiki ile de ilgili olan şairin “musiki” redifli şiiri olduğu gibi bazı şiirleri de çeşitli makamlarda bestelenmiştir. “Tahassürname” ve “İftirakname” başlıklı manzumelerde ise hayatını etkileyen en önemli kişi ve olaylarla ilgili samimi duygularını dile getirmektedir. Başta annesi ve babası olmak üzere kaybettiği aile mensuplarını özlemle anmış, acısını samimi bir dille ifade etmiştir. 1899 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Kadın şairlerimizin birçoğu, iyi eğitimli kişilerdir ve devletin ileri gelenlerinin kızları veya eşleridir. Bu sayede de edebiyatla iç içe olma fırsatı bulmuşlar, şair meclislerine ya da edebî sohbetlere tanıklık etmişlerdir.