Makale

DÖNME DOLAPTA ZAMANSIZ BİR ÇOCUK

DÖNME DOLAPTA
ZAMANSIZ BİR ÇOCUK

Zeynep Tekcan

Birbirinden şık hanımla­rın arasından geçerek giriyorum içeriye. Davet sahibesiyle selamlaşıp en uygun masaya doğru hızlıca yürüyorum. Beraber geldiğimiz hanımlar, küçük ve zarif çan­talarıyla masaya yerleşiyorlar. Masaların arasında koşuşturan, heyecanlı, biraz telaşlı, pul pa­yetli elbisesinin içinde oldukça şık ve narin görünen kadın, sün­net çocuğunun annesi. İhtişamlı salonda herkes hâlinden mem­nun. İçim sıkılıyor. Duygu ve düşüncelerimi içimin en kuytu köşesine atıp masadaki ikramlıklara uzanıyorum.

Müziğin ritmi birden değişiyor. Bir düğün yahut kına gecesinde değiliz. Ortada ne gelin ne de damat var. Bir sünnet merasi­mi. Mehter marşı eşliğinde, taht üzerinde, şehzade kıyafeti giy­miş sünnet çocuğu içeri giriyor. Nasıl da heyecanlı görünüyor. Yüzündeki kocaman gülümse­me, yere konan tahtıyla beraber sönüp gidiyor. Birkaç tur daha atmak istediğini düşünüyorum. Alkışlar kesilince en yakınları gi­dip öpüyorlar çocuğu. Saçlarını okşayıp tebriklerini iletiyorlar. O sırada birkaç çocuk salonda ko­şuşturup oyun oynuyorlar. Sün­net çocuğunun havası da birden değişiveriyor. Tam yerinden kal­kacağı sırada annesi bir bakış fırlatıyor. Çocuk evdeki tembih­leri hatırlıyor olacak ki gerisin geri yerleşiyor tahtına. Sıkkın gözlerle etrafa bakınıyor. Benim burada ne işim var, peki ya bu çocuğun? Kafamda deli sorular.

Kısa bir süre sonra ikimiz de ho­şumuza gidecek bir şey buluyo­ruz. Ben beşamel soslu rostoya çatalımı batıyorum. O ise ta­vanda yanıp sönen, hızla dönen ışıklı toplara bakıyor büyük bir keyifle. Işıklı topların renkleri çocuğun yüzüne vuruyor. Yüzü daha da sevimli hâle geliyor. O anda zihnimde bir şimşek çakı­yor. Bu sevimli çocuğu koluma takıp çok uzaklara götürüyo­rum.

Doğup büyüdüğüm köyün sokaklarındayız. Komşunun kızla­rı, teyzemin ikizleri, okuldan ar­kadaşlar hep bir aradayız. Kavak ağaçlarının hışırtısı, akan dere­nin şırıltısı çocuk kahkahaları­na karışmış. Yaz ortası, güneş tam tepede. Seksek oynayıp, taş diziyoruz. Sünnet çocuğu kar­şı kaldırımda bizi izliyor, “Gel!” diyorum. Omuz silkiyor. Israr etmiyorum. Eli kulağında şimdi gelir Ali Abi. Buna karşı koymaz, biliyorum. İp atlarken zincir şıkırtıları duyuluyor. “Dönmeee dolaaap dönmeee dolappp, haydi sen de gel fıstıkçııı şahapppp...” Her zamanki tekerle­mesini bağıra bağıra söylüyor. Dört tekerlek üzerine oturttuğu dönme dolabı sokağın en geniş yerine kuruyor. Küpeşteyi açıp çarkı çeviriyor. Çark döndükçe zincirlere bağlı minik sandalye­ler, rüzgârın da desteğiyle dön­meye başlıyor. Cebinde parası olan hemencecik kuruluyor gö­züne kestirdiği boş sandalyeye. Çocuk bağrışlarını, zincir şıkırtı­larını duyan anneler balkondan sarkıp çocuklarının sevincine eş­lik ediyor. Gözlerim bizim ufaklı­ğı arıyor. Biraz evvel omuz silken çocuk, çoktan dönme dolaptaki yerini almış, elleriyle zincirleri sıkı sıkı kavramış dönmeyi bek­liyor.

Ali Abi mahalle mahalle gezer dönme dolabıyla. İlk turda boş sandalyelerde yer bulan çocuk, kendini şanslı hisseder. Bir çırpı­da dolar dönme dolap. Çocuklar hep bir ağızdan bağırır. “Hazırız Ali Abiii, hazırızzz.” Çark dön­dükçe “Daha hızlı, daha hızlı” diye tempo tutar tüm çocuklar. Ali Abi de çarkı daha hızlı çevirir. Çocuk kahkahaları etrafı sarar­ken Ali Abi’nin tombul yanakla­rındaki gamzeler belirir.

Bir keresinde bize anlatmış, baba mesleğim demişti. “Çok şanslıymışsın.” demişti Gülden. “Çocukken her gün dönme dola­ba binmişsindir.” “Yok!” demişti Ali Abi “Hiç binmedim. Babam çok kızardı, elletmezdi bile. Bu, oyuncak değil, benim ekmek teknem.” derdi. Boyun büker, binen çocuklara mahzun mahzun bakardım. Babam akşamları dönme dolabın kayışlarını yağ­lar, eskiyen yahut paslanan zin­cirleri yenisi ile değiştirirdi. “Sen peki Ali Abi, sen çocuğun olunca bindirecek misin dönme dola­ba?” “Tabii ki güzelim bindirmez miyim?” demişti sırtıma hafifçe vurarak. “Büyük ablamın oğlu Hasan hiç durmaz, uyumaz. Onu oturturum dönme dola­ba, çarkı yavaş yavaş döndürü­rüm. Döndükçe susar Hasan, döndükçe huzur bulur ablam. Çocuklara ilaç gibidir dönme dolap.”

Ali Abi ikinci tura geçiyor. Ço­cuklar istemeye istemeye yer­lerinden kalkıyorlar. Sırada bekleyen çocuklar heyecanla yerleşiyor sandalyelere. Bizim sünnet çocuğu yerinden kıpır­damıyor. Bilmiyor tabii dönme dolaba binme kuralını. Ali Abi köyün yabancısı olduğunu an­ladığından ses etmiyor. Bir kez daha dönüyor sünnet çocuğu, saçları rüzgârda uçuşuyor, yü­zünde koca bir tebessüm, ayak­larını ileri geri sallıyor. Kollarını yana doğru açıyor.

Kolumu dürten kız kardeşime ters ters bakıyorum. Lüzumsuz, niçin uyandırdı ki beni, çocuk­luğumun neşeli hatıralarından? “Yok canım, oynamıyorum, siz devam edin.” Diyorum yüzüm­de sahte bir tebessümle. Sünnet çocuğuna bakınıyorum. Tahtın­dan çoktan inmiş, kaftanını yer­lerde sürüye sürüye geziniyor. Elinde çubuğa bağlanmış bir balon. Döndürüp duruyor. Bir an göz göze geliyoruz. Yanıma geliyor. Elindeki balonu bana uzatıyor.

“Haydi, sen de döndür.”