Makale

NİNEM VE KİRAZ

NİNEM VE KİRAZ

03.06.2015

Minibüs iki yanı kavaklarla gölgelenmiş dar ve bozuk yolu da geçtikten sonra kasabanın meydanında durdu. Kasabayı her yıl ziyaret ettiğim hâlde, içimde yine o garip his vardı. Sanki buraları yıllarca görmemiş gibiydim. Valizimi aldım ve minibüsün içini dolduran mazot kokusundan kurtulmak için dışarı çıktım. Yavaşça yürümeye başladım. Birkaç dükkândan ve pazar yerinden ibaret olan meydanı geçip eve giden taş yokuşa girdikten sonra her biri ayrı hikâye kokan ahşap kapıların önünde durdum, derin derin soludum kasabayı. Temmuzda buralar hep kiraz kokardı.

Yürümeye devam ettim. Şeker Ahmetlerin evinin önündeki ıhlamur henüz açmamıştı. Ağacın altındaki tahta sedire kurulmuş bir çocuk, karşısına aldığı iki kediye emirler yağdırıyor, kediler isteğini yapmayınca sinirlenip elindeki çaputları yırtmaya çabalıyordu.

Yüzüne dikkatlice bakınca çaputları bana doğru fırlattı ve asılmış yüzüyle hızlıca evine girdi. Lakabının neden şeker olduğunu bir türlü anlamadığım ve kaba davranışlarından dolayı pek hoşlanmadım Şeker Ahmet’in torunu olmalıydı bu çocuk. Anlaşılan dedesi gibi torunu da beni sevmemişti. Oyun arkadaşları eve kaçınca kediler benim peşime düştü. Onlar da bir yıl aradan sonra memleketini ziyarete gelmiş gibi süzülerek yürüyor, kuyruklarını sallayarak etrafı seyrediyorlardı. Hacı Hüseyinlerin evini de geçtikten sonra, dut ağacının gölgesinden sağa döndüm ve bir zamanlar ağız dolusu gülüşmelerin, yün eğiren komşu teyzelerin eksik olmadığı çocukluğumun geniş avlulu evi karşımdaydı.

Ninem, geldiğimden habersiz iki katlı kerpiç evimizin ahşaptan yapılmış büyük yazlığında dalgın dalgın oturuyordu. Yazlık, evin kalbi gibiydi; gün burada başlar, burada biterdi. Eskiden yemekler burada yenir, misafirler burada ağırlanırdı. Yazlığın üzerine doğru, çatıların saçaklarından asma yaprakları sarkar, eylülden sonra iri mor taneli parmak üzümleri gösterirdi kendini.

Hiç sesimi çıkarmadan kapının yanındaki büyük kütüğe oturdum. Kuyruklarını bacaklarına dolandırıp yanıma sokulan kedilerle geldiğimi fark etmeyen ninemi yalnızlığın resmini seyreder gibi seyretmeye başladım. Ninemin önünde yine kirazı soğuk suyun içinden yediği o bakır kâse vardı. Kendimi bildim bileli, hatta bu evde hayat başladı başlayalı bu geniş bakır kâse mutfağın en çok kullanılan eşyasıydı.

Ninem, yaşlı ellerini suya daldırdı. Eline gelen bir çift kirazın suyunu bakır kâsenin kenarına hafifçe vurarak akıttı. Eli kirazı ağzına atıp atmamanın kararsızlığında, gözüyse komşu evin kerpiç duvarına delikler açmış siyah yabani arılardaydı. Kanatlarını ustaca bir kıvraklıkla kapatan koca arılar, küçücük kovuklardan yağ gibi içeri kayıyordu. Arıların bu seremonisi, alt kattaki pencerenin demir parmaklıklarına oyulmuş salıncak izlerini, kümesin kapısına vurulmuş çiviyi ve tavan arasında unutulmuş tozlu birkaç sepeti daha görünür kılıyordu sanki... Zaman, öğle sıcağında, aheste hâllerindeydi. Evler sessiz, sokak sessizdi. Duyulan tek şey arıların vızıltısıydı.

Ninemin bakışları duvardaydı, zihni eskilerde. Bu yıl da kirazlar çiçek açmış sonra meyveye durmuştu. Bahçelerde kiraz kokuları papatyalara karışmıştı. Gelincikler süzülmüş, hindibalar rüzgâra bırakmıştı kendini. Neydi zaman denilen şey? Nefes alan varlık için durağı olmayan, hiç yorulmayan, onca ölüme rağmen hiç şaşmayan, sendelemeden yoluna devam eden. Ninemin sekiz yaşındaki sarı saçlı kara kaşlı küçük kızı da öldüğünde zaman durmamış, kirazlar yine çiçek açmıştı. Ninem o acı günü hep anlatırdı. Garip bir şekilde sabah kefen kokusuyla uyanışını, dünyanın gailesi deyip yaylaya çalışmaya gidişini, yaylada uzaklarda belirip bir türlü yanlarına varamayan o adamı telaşla bekleyişini, gittikçe artan iç yangınıyla eve koşturmasını ve hasta olan ciğerparesini avucundaki birkaç kirazla dünyayı bırakmış buluşunu. Adını, adımla yaşatmaya çalıştıkları bu kız çocuğunun hikâyesi fevkalade etkilerdi beni. Nineme, bu eve, bu kasabaya hatta bu mevsime, halam olmaya yetişememiş o çocuğun gözünden bakmaya çalışırdım.

Bu düşüncelerle ninemi izlemeye dalmışken yanımda olduklarını unuttuğum kediler birbiri ardınca fırlayıp çeşmenin yanındaki sacayağını devirdiler. Bu gürültü, beni ve ninemi kendine getirdi. Geleceğimden haberdar olan ninem başını bana doğru çevirdi ve sıcacık gülümsedi. Ahşap merdivenleri hızlıca çıktım. Ninemin elini öpüp kucakladım, kokusunu içime çektim. Ninemin kokusunda, kil kokan odaları, ekinler arasından boy veren lavantaları hissettim. Bu öyle bir kokuydu ki daha da uzaklara götürdü beni. Kiraz bahçelerine açılan çocukluğumun cılga yoluna, karşı mahallenin dibek taşına, o acıklı hikâyesi dilden dile dolaşan çocukluk arkadaşım Sarı Kıza.

Ninem her geçen yılın bir çizgi bıraktığı yorgun elini elimin üzerine koydu. Sessiz k ağı dinleyip, alacalı hayallerimizde gezinmeye devam ettik. Bu yıl da kirazlar çiçek açmış, ağaçlar meyveye durmuştu.

Selma Maşlak