İSMAİL OLMAK
Çok eskilerde başlamıştı bu hikâye aslında. “Kurban olması gerektiğini” hissedince babasına “sana emredileni yap!” demişti. İsmail olmaya yakışan tavır budur: Gerektiğinde Allah’ın emrine kurban, babanın teklifine teslim olmak... İsmail olmanın kaderidir belki de bu! O’ndan sonra İsmail’ce hisseden nice yiğitler kurban olmuştur o yola.
Bazen henüz çocukluk çağında, Bursa’nın Çağlayan köyünde annenin teklifine ve tercihine kurban olmaktır. Aslında bu, cennet vatanımız Anadolu’nun her bir ailesinin özlemidir. Küçük İsmaillerini ezana, Kur’an’a, mihraba kurban olsun diye köyün imamına göndererek bu ulvi görevlere hazırlarlar. Evlatlarını sırf Rıza-i Bari’ye erme gayesiyle kurban eden tarihin başlangıcından günümüze ne kadar anneler babalar var ise bu annenin de amacı farklı değildi. Tertemiz helal bir kazanç ve elinin emeğiyle besleyip büyüttüğü İsmail’ini bu gaye ile geleceğe hazırlamaktı. Hz. İbrahim’in Kerim kitabımızda ifadesini bulan “Benim soyumdan gelenleri de imam/önder yap.” (Bakara, 2/124.) ayetine sımsıkı sarılan anne, oğlunun yürüyeceği istikameti tayin etmişti. Sadece anne ve babaların takip edilecek yönü belirlemesi de bazen yetmeyebilirdi. Belirlenen ufka yürüyüşte İsmaillerin de bir azmi ve gayreti olmalıydı. Hz. İsmail’in “Ey babacığım! Sana emredileni yap!” (Saffat, 37/102.) ilahi fermanına boyun eğdiği gibi küçük İsmail de annesinin özlemine boyun eğip çoktan Bursa’nın yolunu tutmuştu.
Kurban, Allah’a yaklaşmaya razı olmaktır. O’na yakınlık, kitabına yakınlık ile başlar. Kitabına hadim olmak, kitabını okumak, kitabını okutmaktır yakınlığın ölçüsü bazen. Rabbin kitabına kurban olan tek İsmail de o değildi. 1998 yılında yine bir Mart ayında yine bir trafik kazasında İsmail Biçer hocamızı da kaybetmiştik. Sesiyle Allah’ın ayetlerini tilavet ederek insanımıza nefes aldıran bir başka İsmail’i hatırlattı bu kaza bize. Sonuçta yaşanan şey bir trafik kazasıydı. Gerçekte olan şey ise İsmaillerin kurban oluşuydu. İsmailler, en güzel tavırla, sedayla tilavet ettikleri Kur’an’ın sahibine bir adım daha yaklaşmışlardı. Kim bilebilir, kim tahmin edebilirdi ki? Başka bir yılın mart ayında yine bir kaza yine bir İsmail’in kurban oluşunu? Allah’ım, ne acı tesadüftür bu!
Pek çoğumuz yıllar yılı Kur’an okumayı onlardan öğrendik. Bugün bu yolda çaba ortaya koyanların kulaklarında onların sesleri çınlar durur. Bizden sonraki nesil de elbette ortaya konan bu güzellikten istifade etmeyi sürdürecektir. Rahmetli Biçer hocadan sonra ayaklarımız O’nun sesinin bir daha duyulmayacağı Beyazıt Meydanına gitmek istemedi. Beyazıt Camii’nin kubbesinde artık O’nun sesi yankılanmıyor. Kocatepe’nin kubbesinde de artık Coşar hocanın sesi yankılanmayacak. Kubbeler de İsmaillere hasret kalacaklar. Ama ihtişamları, onların ağlamalarına izin vermeyecek. Yaşlar, sadece bizim gözlerimizden süzülecek. İnşirah arayan gönüller, teskin olmak için başka sesler arayacak. İsmaillerin olmadığı iki büyük cami, hüznünü içine gömüp bekleyecek yeni İsmailleri.
Bir nesil onun sesinden dinledi ezanı. Ankara’da gözünü dünyaya açan bebeklerin kulağına ilk onun sesinden değdi ezan! Ankara’nın Dikmen’i Çankaya’sı onun ezanlarıyla yankılandı. Keçiören’i, Yenimahalle’si onun salalarını beklerdi. Gayrimüslimler, kaldıkları otelin penceresinden belki de ömürlerindeki ilk sabah ezanını onun nağmeleriyle işittiler. Tıpkı İngiliz Ro- bin’in Müslüman olması gibi; onunla birlikte minareye çıkarak kelime-i şehadeti söylemesi daha niceleri için bir umut olmuştur. Heyecanlandılar, gönülleri yumuşadı, İslam’ı araştırmaya vesile oldu bu ezanlar ve belki de ihtida etmelerine.
Kâinatın en yüce hakikatine sesini vermişti İsmail Coşar. Arafat’ta vakfeye duranlar, çadırlarında Kur’an okuyan sesini işitti. Evlerin duvarlarına asılan saatler ezan vakti geldiğinde onun sesiyle yüce daveti ilan etti. Ra- mazan’da sahurun bereketini, iftarın sevincini televizyondan bütün bir ülkeye onun sesi yaşattı. Gönül coğrafyamız özellikle de Avrupa’da yaşayan yurttaşlarımız ezana, Kur’an’a olan hasretini yıllar yılı onun sesiyle giderdi. “Bir hilâl uğruna batan güneşlerdin Kocatepe Camii avlusundaki musallaya konan naaşları onun tekbirleriyle ebediyete uğurlandı. Şehitlerin cennete uğurlanışlarındaki son durakta, geride bıraktıkları acı bizim yüreğimizi burkarken onun sesini titretti.
Acımızda, sevincimizde yüreğimizi ısıtan Mevlid ve kasideleri pek çoğumuz onun sesiyle özdeşleştirdik. Süleyman’ın Mevlid’i, Yaman Dede’nin Gazel’i, Yunus’un İlahi’si yetim kaldı demiyorum, diyemem de. Lakin “Şevkinden hûn olan gönüller” Resulüllaha (s.a.s.) boyanmışlıklarını onun kadar coşkulu dile getiremeyecekler artık!
Ondan herkes çok şey öğrendi. En çok da din görevlileri. Vazifeşinas olmayı, tertibi, yaptığı işi sevmeyi, kitlelere kendine güvenli bir ses tonuyla hitap etmeyi, sıcakkanlılığı. Sadece sesi ve nağmeleri değildi güzel olan; gönlü, insanlığı, ahbaplığı, yarenliği, mihrabı dolduruşu ve imam-hatipliği de güzeldi.
Çevresindeki fakir fukarayı gözetmesi, bize bıraktığı en büyük hasletlerden biridir. Yaklaşık yirmi beş sene yanında barındırdığı, her türlü maddi manevi ihtiyacını giderdiği insanlar olmuştur. İsmail Coşar hocamızın bu yönünü bilen üniversite talebelerinden onlarcasına barınacak yer bulmasından, çocuklarıyla problem yaşayan ailelerin hocamızın telkin ve tavsiyelerine başvurmalarına kadar toplumda bir imamın hangi görevleri ifa etmesi gerektiğinin en güzel örneklerine rastlarız.
Merhum Hocamız bütün bunları annesinin kabul olunmuş duasının gereği olarak yerine getiriyordu. Anne duası ve mihrabın gücünü mezcederek “En hayırlı insan çevresine en çok faydalı olandır.” düsturuyla sonraki İs- maillere örnek oluyordu. Çünkü hocamız mihrabın kutsiyetine inanmış birisiydi. Yıllar yılı İstanbul’daki selâtin camilerden birinin imam-hatipliğini yapan bir hocamızın önemli başka bir görev için Ankara’ya gelmesinden sonra kendisine yaptığımız bir ziyarette biraz da sitemle “Niye mihrabı bıraktın ?” dedikten sonra gözyaşlarının süzül- düğüne şahit olmuştum.
Hz. İsmail’in babasına gösterdiği teslimiyeti ve saygıyı o da annesine gösterirdi. Merhume annesini her andığında “Annem Hazretleri” deyişine onu tanıyanlar hep şahit olmuştur.
Hatıraları kalacak hayallerimizde, sesleri kalacak kulaklarımızda, yine gönülden gönüle gezecek okudukları, Kuranları, ezanları ve salaları dilimizde. 15 Temmuz’da onun sesinden duyulan salâların milleti yüreklendirmesini kimse unutmayacak. Salalar ve ezanlar artık Coşar’sız salınacaklar ülkemizin semalarında ama yine ezanı susturmaya bayrağı indirmeye kimsenin gücü yetmeyecek. Ezanlar, dinin bu topraklarda yaşandığının şahitleri olarak, dinin temeli olarak yurdumuzun üstünde ebediyen yeni İsmaillerin sesiyle inleyecek. Makber istemeyen şehide aguşunu açıp bekleyen Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) İsmaillerin de komşu olması niyazıyla.