Makale

İSMAİL OLMAK

İSMAİL OLMAK

Mustafa BODUR
Ankara Dinî Yüksek İhtisas Merkezi Müdürü

Çok eskilerde başlamış­tı bu hikâye aslında. “Kurban olması ge­rektiğini” hissedince babasına “sana em­redileni yap!” demişti. İsmail olmaya yakışan tavır budur: Gerektiğinde Allah’ın emrine kurban, babanın teklifine teslim olmak... İsmail olmanın kaderi­dir belki de bu! O’ndan sonra İsmail’ce hisseden nice yiğitler kurban olmuştur o yola.

Bazen henüz çocukluk çağın­da, Bursa’nın Çağlayan köyün­de annenin teklifine ve terci­hine kurban olmaktır. Aslında bu, cennet vatanımız Anado­lu’nun her bir ailesinin özlemi­dir. Küçük İsmaillerini ezana, Kur’an’a, mihraba kurban olsun diye köyün imamına göndere­rek bu ulvi görevlere hazırlar­lar. Evlatlarını sırf Rıza-i Bari’ye erme gayesiyle kurban eden ta­rihin başlangıcından günümüze ne kadar anneler babalar var ise bu annenin de amacı farklı de­ğildi. Tertemiz helal bir kazanç ve elinin emeğiyle besleyip bü­yüttüğü İsmail’ini bu gaye ile geleceğe hazırlamaktı. Hz. İb­rahim’in Kerim kitabımızda ifa­desini bulan “Benim soyumdan gelenleri de imam/önder yap.” (Bakara, 2/124.) ayetine sımsıkı sa­rılan anne, oğlunun yürüyeceği istikameti tayin etmişti. Sadece anne ve babaların takip edile­cek yönü belirlemesi de bazen yetmeyebilirdi. Belirlenen ufka yürüyüşte İsmaillerin de bir azmi ve gayreti olmalıydı. Hz. İsmail’in “Ey babacığım! Sana emredileni yap!” (Saffat, 37/102.) ilahi fermanına boyun eğdiği gibi küçük İsmail de annesinin özlemine boyun eğip çoktan Bursa’nın yolunu tutmuştu.

Kurban, Allah’a yaklaşmaya razı olmaktır. O’na yakınlık, kitabı­na yakınlık ile başlar. Kitabına hadim olmak, kitabını okumak, kitabını okutmaktır yakınlığın ölçüsü bazen. Rabbin kitabına kurban olan tek İsmail de o de­ğildi. 1998 yılında yine bir Mart ayında yine bir trafik kazasında İsmail Biçer hocamızı da kay­betmiştik. Sesiyle Allah’ın ayet­lerini tilavet ederek insanımıza nefes aldıran bir başka İsmail’i hatırlattı bu kaza bize. Sonuçta yaşanan şey bir trafik kazasıydı. Gerçekte olan şey ise İsmaille­rin kurban oluşuydu. İsmailler, en güzel tavırla, sedayla tilavet ettikleri Kur’an’ın sahibine bir adım daha yaklaşmışlardı. Kim bilebilir, kim tahmin edebilirdi ki? Başka bir yılın mart ayında yine bir kaza yine bir İsmail’in kurban oluşunu? Allah’ım, ne acı tesadüftür bu!

Pek çoğumuz yıllar yılı Kur’an okumayı onlardan öğrendik. Bugün bu yolda çaba ortaya koyanların kulaklarında onla­rın sesleri çınlar durur. Bizden sonraki nesil de elbette or­taya konan bu güzellikten istifade etmeyi sürdürecektir. Rahmetli Biçer hocadan sonra ayaklarımız O’nun sesinin bir daha duyulmayacağı Beya­zıt Meydanına gitmek istemedi. Beyazıt Camii’nin kubbesinde artık O’nun sesi yankılanmıyor. Kocatepe’nin kubbesinde de artık Coşar hocanın sesi yankı­lanmayacak. Kubbeler de İsmaillere hasret kalacaklar. Ama ih­tişamları, onların ağlamalarına izin vermeyecek. Yaşlar, sadece bizim gözlerimizden süzülecek. İnşirah arayan gönüller, teskin olmak için başka sesler araya­cak. İsmaillerin olmadığı iki bü­yük cami, hüznünü içine gömüp bekleyecek yeni İsmailleri.

Bir nesil onun sesinden dinledi ezanı. Ankara’da gözünü dün­yaya açan bebeklerin kulağına ilk onun sesinden değdi ezan! Ankara’nın Dikmen’i Çankaya’sı onun ezanlarıyla yankılandı. Keçiören’i, Yenimahalle’si onun salalarını beklerdi. Gayrimüs­limler, kaldıkları otelin pencere­sinden belki de ömürlerindeki ilk sabah ezanını onun nağme­leriyle işittiler. Tıpkı İngiliz Ro- bin’in Müslüman olması gibi; onunla birlikte minareye çıka­rak kelime-i şehadeti söyleme­si daha niceleri için bir umut olmuştur. Heyecanlandılar, gö­nülleri yumuşadı, İslam’ı araş­tırmaya vesile oldu bu ezanlar ve belki de ihtida etmelerine.

Kâinatın en yüce hakikatine se­sini vermişti İsmail Coşar. Ara­fat’ta vakfeye duranlar, çadırla­rında Kur’an okuyan sesini işitti. Evlerin duvarlarına asılan saat­ler ezan vakti geldiğinde onun sesiyle yüce daveti ilan etti. Ra- mazan’da sahurun bereketini, iftarın sevincini televizyondan bütün bir ülkeye onun sesi ya­şattı. Gönül coğrafyamız özel­likle de Avrupa’da yaşayan yurt­taşlarımız ezana, Kur’an’a olan hasretini yıllar yılı onun sesiyle giderdi. “Bir hilâl uğruna batan güneşlerdin Kocatepe Camii avlusundaki musallaya ko­nan naaşları onun tekbirleriyle ebediyete uğurlandı. Şehitle­rin cennete uğurlanışlarındaki son durakta, geride bıraktıkları acı bizim yüreğimizi burkarken onun sesini titretti.

Acımızda, sevincimizde yüreği­mizi ısıtan Mevlid ve kasideleri pek çoğumuz onun sesiyle öz­deşleştirdik. Süleyman’ın Mevlid’i, Yaman Dede’nin Gazel’i, Yunus’un İlahi’si yetim kaldı demiyorum, diyemem de. Lakin “Şevkinden hûn olan gönüller” Resulüllaha (s.a.s.) boyanmışlıklarını onun kadar coşkulu dile getiremeyecekler artık!

Ondan herkes çok şey öğrendi. En çok da din görevlileri. Va­zifeşinas olmayı, tertibi, yaptığı işi sevmeyi, kitlelere kendine güvenli bir ses tonuyla hitap etmeyi, sıcakkanlılığı. Sadece sesi ve nağmeleri değildi güzel olan; gönlü, insanlığı, ahbaplığı, yarenliği, mihrabı dolduruşu ve imam-hatipliği de güzeldi.

Çevresindeki fakir fukarayı gö­zetmesi, bize bıraktığı en büyük hasletlerden biridir. Yaklaşık yirmi beş sene yanında barın­dırdığı, her türlü maddi manevi ihtiyacını giderdiği insanlar ol­muştur. İsmail Coşar hocamızın bu yönünü bilen üniversite tale­belerinden onlarcasına barına­cak yer bulmasından, çocukla­rıyla problem yaşayan ailelerin hocamızın telkin ve tavsiyeleri­ne başvurmalarına kadar top­lumda bir imamın hangi görev­leri ifa etmesi gerektiğinin en güzel örneklerine rastlarız.

Merhum Hocamız bütün bunla­rı annesinin kabul olunmuş du­asının gereği olarak yerine geti­riyordu. Anne duası ve mihrabın gücünü mezcederek “En hayırlı insan çevresine en çok faydalı olandır.” düsturuyla sonraki İs- maillere örnek oluyordu. Çünkü hocamız mihrabın kutsiyetine inanmış birisiydi. Yıllar yılı İs­tanbul’daki selâtin camilerden birinin imam-hatipliğini yapan bir hocamızın önemli başka bir görev için Ankara’ya gelmesin­den sonra kendisine yaptığımız bir ziyarette biraz da sitemle “Niye mihrabı bıraktın ?” dedik­ten sonra gözyaşlarının süzül- düğüne şahit olmuştum.

Hz. İsmail’in babasına göster­diği teslimiyeti ve saygıyı o da annesine gösterirdi. Merhume annesini her andığında “Annem Hazretleri” deyişine onu tanı­yanlar hep şahit olmuştur.

Hatıraları kalacak hayallerimiz­de, sesleri kalacak kulakları­mızda, yine gönülden gönüle gezecek okudukları, Kuranları, ezanları ve salaları dilimizde. 15 Temmuz’da onun sesinden duyulan salâların milleti yürek­lendirmesini kimse unutma­yacak. Salalar ve ezanlar artık Coşar’sız salınacaklar ülkemi­zin semalarında ama yine ezanı susturmaya bayrağı indirmeye kimsenin gücü yetmeyecek. Ezanlar, dinin bu topraklarda yaşandığının şahitleri olarak, dinin temeli olarak yurdumu­zun üstünde ebediyen yeni İsmaillerin sesiyle inleyecek. Makber istemeyen şehide aguşunu açıp bekleyen Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) İsmaillerin de komşu olması niyazıyla.